Yazma Eserler Dünyasına Yönelik Anılar ve Tecrübe Paylaşımı İçeren Güzel Bir Röportaj


Yazma Eserler Dünyasına Yönelik Anılar ve Tecrübe Paylaşımı İçeren Güzel Bir Röportaj
Mevlüt Ceylan, Türkiye ve Ortadoğu'daki yazma eserler konusunda uzman bir isim. Mesleğe, tesadüfler sonucu Şam'da başlıyor. Türkiye'ye yerleşmeden önce İran, Beyrut, Mısır başta olmak üzere Arap coğrafyası literatürü konusunda kayda değer bir tecrübe kazanıyor. 20 yıllık profesyonel hayatın gerisinde, tüm hayatı boyunca devam eden kitap tutkusu var. Yatılı okulda, askerde, üniversite öğrencisi olarak gittiği Suriye'de bu tutkunun izini sürerek buluyor yolunu. Nadir Kitap Blog'da yayınlanan bu değerli röportajın detayları kendisinden dinleyelim...


Mesleğinizin gerisinde nasıl bir hikaye var?

Çocukluğumdan beri kitap okumayı çok seviyordum. 11 yaşındayken babam beni Erzurum'dan İstanbul'a, Hırka-i Şerif Kur'an Kursu'na getirdi, bırakıp gitti. Hafızlığımı orada tamamladım. Kitap okumaya da orada başladım. Bütün talebeler sinemaya kaçardı, ben de onlarla birlikte çıkar Tommix, Texas okurdum. Çiçekler Susayınca romanını, tuvalette 5 saat kalarak okudum. Kursta kitap okumak yasaktı, şimdi destekliyorum o kuralı ama o zaman çiğniyordum. Karşılığında ceza aldım tabii. Hafızlığı bitirdikten sonra Erzurum'a döndüm. Orada biraz kalıp İstanbul'a döndüm ve askere gittim. Kitap okumaktan hiç vaz geçmedim. Askeriyeye rüşvetle gazete / dergi sokuyordum. Dünya klasiklerini orada okudum. Kitaplarımı poşetle toprağa gömüyordum. Sabah herkes uyurken kalkıp çıkarıyor, kalkma vaktine kadar tuvaletin ışığında okuyup tekrar gömüyordum. O sıralar bir gazetede Pakistan'daki üniversiteler hakkında bir yazı dizisi okudum ve oraya gitmeye karar verdim.

Ne okuyacaksınız?

İslami ilimler. Askerden döndükten sonra Vahdet Gazetesi'ne gidip Ziya Eryılmaz'la görüştüm. "Pakistan'a değil, Şam'a gönderelim seni!" dedi. 'Olur.' dedim. İşlemleri hallettim ve yola çıktım. Elimde sadece Ercan Hoca diye bir isim var. Yaşadığı mahallenin adı dışında hiçbir şey bilmiyorum. Gidip onu bulacağım.

Kaç yaşındasınız?

23. Sene 1990, 9'uncu ay.

Arapça biliyor musunuz?

Hayır. Cebimde 300 dolar para var. 100 dolarını hudutta aldılar. Suriye'ye girdim, 50 dolar bozdurdum, Türkiye'de 50 lirayken onlar 25 liradan bozdular. Geriye 150 dolar param kaldı. Şam'a gittim. Kasiyun'da Ercan Hoca'yı bulmam lazım. O gece olmadı, ertesi gün buldum ve okula başladım. Parasızlıktan 3 sene Türkiye'ye gelemedim.

Sahaflığa nasıl başladınız?

Orada başladım. Param olmadığı için her gün uzun bir mesafeyi yürüyüp kitapçılar çarşısına gidiyor, dükkanları dolaşıp kitap listesi çıkarıyordum. Bir gün kitapçılardan biri kovdu, 'Her gün geliyorsun, bir tane kitap almıyorsun' diye. Param yok, nasıl alayım!

Ne maksatla hazırlıyorsunuz o listeyi?

Param olursa alacağım, elimde hazır dursun diye. Kitapçıdan kovulunca üniversitenin kütüphanesine gitmeye başladım. Bir ayda bütün kitapları elden geçirdim. Ay sonunda kütüphaneci ondan yardım isteyenleri bana gönderiyordu. Kitaplar hakkında epey bilgi edindim o süre zarfında. Kütüphanede Irak'ta basılmış çok güzel kitaplar gördüm. Saddam döneminde Diyanet'in muadili olan kurum tarafından basılmış. Iraklı arkadaşlardan birine dedim ki 'Gidersen bana bu kitaplardan getir!' Bir ay sonra geldi, 3 koli kitap getirmiş, "Borcum ne kadar?" "300 dolar!" Nereden getireyim o kadar parayı? Kitapların arasından bana göre güzel olanları seçtim, geri kalanını okulda bir hocaya gösterdim. O da 4 kitap seçti, seçtiği kitapların her biri bugün 1000 dolar kıymetinde ama ben bilmiyorum. Diğerleri için "Götür Dâru'l-Beyrûtî'ye sat!" dedi. Mahmut Beyruti, Şam'ın mühim sahaflardandı. Çok kıymetli bir adam, özellikle yazmalar konusunda çok iyidir. Ne kadara satacağımı da bilmiyorum. "500 dolar iste, 400 dolara sat, aşağı düşme!" dedi hoca. Kitapların listesini yaptı. İlk kez kitap listesi nasıl yapılır orada gördüm. 400 dolara sattım, o zaman gördüm kitaptan para kazanılacağını. O sıralar Suriye'de bedava dağıtılan bir ilan gazetesi çıkıyordu. Oraya 'Eski kitaplarınız alınır!' diye bir ilan verdim. Kocalarının kitaplarından bıkmış kadınlar aramaya başladı, neredeyse üzerine para verecekler. Bu kitapları toplayıp Beyrûtî'ye götürmeye başladım.

Okul devam ediyor mu?

Tabii, devam ediyorum. Bu işi ayrıca yapıyorum. Kitapları tanımıyorum, nasıl fiyatlandıracağımı bilmediğim için Beyrûtî'ye ucuz ucuz satıyorum. Para kazanıyorum yine de. Kitapları nereden bulduğumu anlamıyor bir türlü. Gazeteye ilan verdiğimi söylemiyorum, onlar da verir yoksa. Bir süre sonra Beyrûtî'yle birlikte kitap almak için yurtdışına gitmeye başladım. Dil bildiğim için beni yanında götürüyordu. Kitapları inceliyor, alıyor, bana hiçbir şey söylemiyordu.

Siz soruyor musunuz?

Hayır, sorsam da cevap vermez. 2 sene kadar çalıştım onunla. O arada kataloglara bakıyorum, yazmalar konusunda bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Kitapları kaça aldığını görüyorum ama satış fiyatlarını bilmiyorum. Her seyahat için de 200 dolar para veriyor bana.

Hangi ülkelere gidiyordunuz?

Türkiye, İran, Mısır, Lübnan... En çok Türkiye'ye geliyoruz. Zaman içinde kitaptan anladıkça beni yalnız göndermeye başladı. Gelince hangi kitabı kaça aldığımı söylüyorum. Pahalı bulursa neden o kadar etmeyeceğini anlatıyor, diğerleri hakkında hiç yorum yapmıyor. Bir sefer tarihsiz bir kitap aldım. Getirince fikrini sordum; "700'ler" dedi. "Daha erken tarihli olamaz mı?" dedim. Erken dönem kitapları elimize çok geçmediği için kağıdın, hattın, cildin o dönemdeki kullanılışını bilemiyoruz. "500'lerde elifler böyle yazılmaz, ucu şöyle olur, kuyruğu böyle olur" diye anlatmaya başladı. İlerlediğimi farketmişti.

Suriye'de kaç sene kaldınız?

Evlendim, ev aldım, çalışıyorum. 12 sene kaldım.

Dükkan açtınız mı?

Hayır! Mahmut Beyrûtî'nin dükkanının önünde sergi açıyordum.

İlanlar aracılığıyla aldığınız kitaplar arasında aklınızda kalan özel bir şey var mı? Ortalama bir Suriyeli'nin evinde hangi kitaplar bulunuyordu?

Suriyeli'ler de Türkler gibidir, okurlar ama koleksiyon yapmak gibi bir hevesleri çok yoktur. Suriye'yle ilgili nadir bir İngilizce kitabı satamazsın onlara. Onun için kütüphanelerden çok az nadir malzeme çıkıyordu. Çıksa bile ben bilmiyordum zaten. 1706'da Halep'te basılmış ilk İncil'i aldım mesela. Satan da bilmiyor ben de, çok ucuza aldım. Bir keresinde bir evden hakikaten çok nadir Osmanlı evrakı aldım. Onları Türkiye'de sattım. Bizim tüccarlar oraya gitmiyorlardı. Bir kere bir Türk esnafı götürdüm, 50 tane fermanı 6 bin dolara aldık. Meğer aralarında Kanunî fermanı bile varmış. Yine bir arkadaşı götürdüm, 2 tane Çanakkale sancağı aldık 28 bin dolara. Onlar için çok büyük para. Sonra o sancaklardan bir tanesi 250 bin liraya müzayedeye çıktı.

Türkiye'deki esnafın Arap ülkeleriyle ilişkisi nasıl? Oradaki literatüre hakimler mi?

Arapça konuşan, Arap piyasasına gidip mal toplayan benden başka kimse yok.

Eskiden Arap piyasasını bilen sahaf var mıymış?

Hayır, tek tük gidenler olsa da o sahaya hakim isim duymadım. Muzaffer Ozak bilirmiş ama onun da gittiğini duymadım. Bir de o dönemde İstanbul'un merkez olduğunu unutmamak lazım. Zaten herkes, tüm malzeme buraya geliyor, gitmene gerek yok. Ayrıca İstanbul'da o kadar çok malzeme var ki ihtiyaç duymuyorlar. Özellikle 1950 sonrası evlerdeki malzeme sahaflara akıyor. Şam'da iyi bir kütüphane çıksa buradaki sahaflara geliyordur herhalde... Bizim işte literatürü bilmek çok önemlidir. İbrahim Manav bir gün bir kitap gösterdi, "700 tarihli!" dedi. "Değil İbrahim Amca." dedim. Israr etti, 1000 dolara iddiaya girdik. O zamanki esnafın ileri gelenlerine sormuş, herkes 700'ler demiş. Tekrar çağırdı, 'Ben kazandım!' demek için. Arapça'da bazı rakamlar çok karışır, yazılışları birbirine benzer. Yine itiraz ettim tabii, "Kitabın yazarı Suyuti'nin ölüm tarihi 911, 700'de nasıl kitap yazacak?" O zaman dedi ki; "Evlat, kâğıt ve yazı insanı yanıltır ama literatür yanıltmaz. Bilginle kazandın!" "Bana icazet verir misin?" dedim, "Yaz getir imzalayayım." dedi. Yazdırıyorum, bitince belki de ilk icazetli sahaf olacağım.

Şam'da kaç yıl yaptınız bu işi?

1998'de başladım, 2005'te döndüm.

Türkiye'ye dönüş sebebiniz neydi?

Yaş ilerledikçe aileni ve memleketini özlüyorsun... Beyrûtî'yle geldiğimiz bir seferde, Beyazıt'ta, şimdi dükkanımın olduğu çarşıda küçük bir dükkan gördük, satılık. "Burayı sana alalım." dedi. O sıralar İstanbul'a yerleşmek üzereyim. Dükkanı aldık ve çalışmaya başladım.

Suriye'deki kitaplar ne oldu?

Bir kısmını getirmiştim. Orada Fransız Kültür Merkezi'yle iş yapıyordum. Şam'daki depolarını satın almıştım, 100 koli kitap... Kitapların listesini İstanbul'da bir kütüphaneye götürdüm, ilgilenmediler. Ben de güzellerini seçtim ve teker teker getirmeye başladım. Yine o kütüphaneye götürüyorum. Önce Latince, Haçlı Seferleri'nin anlatıldığı 18 ciltlik çok nadir bir kitap sattım, arkası geldi. Tek tek olunca aldılar. 20 bin dolarlık kitap sattım oraya. Tamamına 10 bin dolar istemiştim halbuki. Sonra hepsini Türkiye'ye getirdim.

Kitapları dışarı çıkarırken sıkıntı yaşadınız mı?

Oyunu kurallarına göre oynarsan sıkıntı yaşamıyorsun. Aksi taktirde Ortadoğu'ya kitap sokmak ve çıkarmak eroin getirip götürmekten daha zor. Ortadoğu'daki bütün devletler için bu böyle. Arap piyasasındaki yayıncıların hepsinin hemen her devlette bir yayınevi var. Şam'daki bir yayınevi Beyrut'ta da matbaa kurar. Lübnan halkı kitap okumaz ama en çok kitap orada basılır.

Neden?

Çünkü orada daha özgür bir ortam var. Diğer ülkelerde yasak olan bir kitap Beyrut'ta basılıyor ve oradan bütün dünyaya satılıyor. Giriş çıkış da kolay.

Mısır'da durum ne?

İslam ülkeleri arasında merkez, kitap deposu çok uzun zaman boyunca İstanbul'du. Bu bitti, depo artık Mısır'da.

Ne zamandır böyle?

1980'lerden sonra bizde bitti bu iş. Şahıs kütüphaneleri kalmadı. Gelen nesiller Arapça ve Osmanlıca bilmiyordu ve onlar için bu kitaplar artık yabancıydı. Bu yüzden ellerindeki kitaplardan kurtuldular ama Mısır'da devam etti. Ayrıca orada çok ciddi bir Osmanlı kitap birikimi de var.

Neden Mısır'da toplanmış bu eserler?

Tahmin ediyorum, Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra Türkiye'de yaşanan mali sıkıntılar sebebiyle burada çıkan iyi, kıymetli eserler daha iyi parayı onlar verdiği için Mısırlılara satılmış. 1930'lardan 60'lara kadar Mısır'da ciddi bir refah var. Oraya çok nadir kitap gitmiş. Müellif hatları vesaire. Mısır'dan, Türkiye'deki tek nüshası Topkapı III. Ahmet Kütüphanesi'nde olan bir kitap almıştım, başka yerde yok. Yine Şem'izâde'nin Tuhfetü-l Hattatîn'ini oradan aldım. O da tek nüsha, başka yerde görünmüyor. İran'da, Suriye'de, Lübnan'da, Türkiye'de genelde aynı malzemeler çıkar. Bizde olan oralara da gitmiş ama Mısır farklı. Erken dönemleri çok iyi bilmiyorum ama son asırda Osmanlı'da, bizim bildiğimiz Köprülü vesaire gibi bir iki isim dışında kendi kütüphanesini kuran kimse yok. Özellikle dergi neredeyse hiç toplanmamış. Araplar arasında kütüphane kuran, yabancı kitap ve dergi toplayan çok isim var. Fas'ta bir şahıs kütüphanesine gitmiştim, Tarih-i Cevdet'in ne kadar baskısı varsa hepsini toplamış adam. Tâberî Tefsiri, Avrupa baskısından tutun da Mısır baskısına nerede çıkmışsa hepsini almış. Bütün önemli eserleri takım olarak ve tüm baskılarıyla toplamış. Mısırlı paşalar ciddi kütüphaneler kurmuş. Çok sayıda nadir eser var o kütüphanelerde. Ben Türkiye'de hiçbir kütüphanede Napolyon'un 1800'lerde bastırdığı 22 ciltlik Vasf-ı Mısrî'yi görmedim. Ama Mısır paşalarının kütüphanelerinde var. O gelenek devam ediyor.

O kütüphaneler duruyor mu?

Cemal Abdunnasır çoğunu sattırmış ama kitaplar yine sahaflara düşmüş. Bir kısmı ülke dışına çıkmış, bazı paşalar kitaplarını devlet kütüphanelerine devretmiş. Bu sayede kütüphanelerde çok güzel koleksiyonlar var. Mısır'da bulunan Osmanlıca eserler kataloğu yayınlanmış, 4 cilt! Arap ülkeleri kütüphane kurmaya başlayana kadar Mısır'da malzeme çok fazlaydı. Kütüphane kurmaya niyetlenen Arap ülkeleri Mısır'a yöneldi. Bildiğim kadarıyla artık orada da nadir kütüphane seyrek çıkıyor. Var olanlar satıldı. Biz devlet olarak bu işlere hiç girmedik. Ortadoğu'da devlet eliyle kitap toplamayan bildiğim kadarıyla 3 ülke var; Türkiye, Irak ve Suriye. İran bu işler için özel heyetler gönderiyor.



Türkiye'den kitap alıyor mu bu ülkeler?

Sanmıyorum. Benim haberdar olmadığım özel bir şeyler çıkıyorsa o başka. Ben genellikle Osmanlıca ve Arapça kitaplar alıyorum ve bunlar dışarı çıkmasını istemediğim malzemeler olduğu için genellikle kütüphanelere satıyorum. Süleymaniye Kütüphanesi'ne 10 bin yazma sattım.



Nerelerden toplamıştınız o yazmaları?

Türkiye'den ve yurt dışından. Atatürk Kitaplığı'na da çok kitap sattım, büyük kısmı nadirdi.

Arap ülkelerinde Osmanlı'ya dair evrak ve kitaba ilgi nasıl?

Halkın ilgisi yok çünkü bilmiyorlar ama tüccar için kıymetli. Araplardan bize pek bir şey gelmemesinin sebeplerinden biri de Osmanlı'ya ait her şeyin çok değerli olduğunu düşünmeleri. Fiyatları çok yüksek tutuyorlar.

Bildiğiniz kıymetli şahıs kütüphaneleri var mı Ortadoğu'da?

Şamlı Hacı Lütfi'nin kütüphanesini biliyorum, Hicri 300'lerden başlıyor.

Savaşta zarar görmemiştir inşallah...

Kitaplar Suriye'de değildi. Ama ben kendi kütüphanemi söyleyeyim, Şam'daki evimi ve kütüphanemi boşaltmamıştım. Tahminen 50 bin dolarlık bir kitabım vardı orada. Bahsettiğim 1706 tarihli İncil de oradaydı. Çalınmış! Mahmut Beyrûtî'ye getirip 50 dolara satmışlar. Arayıp haber verdi, diğer kitaplar gitmiş. Fransız Kültür Merkezi'nin deposu yanmış mesela. Kitaplar öncesinde boşaltılmış mıydı bilmiyoruz ama bina yerle bir olmuş.

İran'da durum ne?

İran'da Hicri 600 ve 700'lerden kitap az çıkar. O tarihlere ait kitaplar çok iyi para eder. Genel literatür Şah İsmail'den sonra oluşmuş. Var olanlar da bizde ve Arap dünyasında satılmıyor çünkü Şii düşünceye göre kaleme alınmış eserler. Ne yazık ki Türkiye'de devlet kütüphaneleri şia ile ilgili kitapları almıyor. İran sünni kitapları topluyor ama bizde bu yok. Koleksiyoncular da genellikle malzeme alırken sanat değerine bakıyor. Osmanlıca yazma toplayan kimseyi duymadım ben.

Siz kime satıyorsunuz elinizdeki malzemeyi peki?

Şahıslara satmıyorum satmamayı tercih ediyorum. Devletle iş yapıyorum. Bir sefer elime çok nadir bir kitap geçmişti, müellif ismi yok. Aradım, araştırdım neticede buldum. Kütüphaneler ilgilenmedi, ben de birine sattım. Aradan zaman geçti, bir yayıncı aradı "O kitabı basmak istiyoruz ama bulamıyoruz." dedi. O zaman anladım, kitabın kütüphanede olması gerek. Malını devlete satarsın, paranı alırsın. Devlet onu senin için korur, ihtiyacın olduğunda gider istediğin gibi kullanırsın. O zamandan beri nadir eserleri sadece devlete satmak gibi bir prensibim var, bekletiyorum. Sattığım Arapça ilmi ve edebi yeni kitaplar günlük masrafımı çıkarıyor. Bana malzeme gelmesinin sebebi de bu. Elimde para olunca gelen kitabı hemen alabiliyorum. Diğer sahaflar devlet kurumlarına kitap satarken zorlanıyor çünkü paranızı almanız aylar sürüyor. Nakite ihtiyacınız varsa oraya veremiyorsunuz malzemeyi.

Süleymaniye Kütüphanesine 10 bin yazma sattım dediniz. Bu kadar fazla eser çıkıyor mu hâlâ?

Devletin üst kademelerinden biri, Ankara'da kurulacak başkanlık kütüphanesi için senede 10 bin yazma bulup bulamayacağımı sordu. "Paranız varsa bulurum!" dedim. Elinizde para varsa Afrika'nın en ücra köşesinden bile bulursunuz. Piyasadaki yazmaların sayısı ve kalitesi düştü ama bitmiyor.

Anadolu'dan da kitap alıyor musunuz? Neler çıkıyor?

Bir anımı anlatayım. İstanbul'da kardeşimin dükkanında oturuyoruz. Bir arkadaşı geldi, kardeşim sahaf olduğumu söyleyince adam, Gümüşhane'de Cıngıllı Hoca adında birinde çok sayıda yazma olduğunu söyledi. Ertesi gün otobüse binip gittim. Cıngıllı diye birini bulacağım. Ne adres var, ne isim. Gümüşhane'ye vardım, insanlara Cıngıllı Hoca'yı soruyorum. Biri dedi ki "Bir Cıngıllı biliyorum ama hocalığı yok!" "Nerede peki bu adam?" "Şiran'da!" Direkt araba yok, Kelkit minibüsüne bindim, yolda inip yürüyerek gittim Şiran'a.

Sene kaç?

2002 falan herhalde. Akşam 7 gibi Şiran'a vardım, Cıngıllı'yı sordum. "Köyde!" dediler. Ertesi gün Pazar kurulacakmış, o da geliyormuş pazara. Sabah gittim, Cıngıllı'yı buldum. 80'li yaşlarda bir adam, çuval satıyor. Dedim ki "Amca, sizde kitap varmış, onları görmek istiyorum." Pek gönüllü olmadı. Israr edince bir depoya götürdü beni, 65 çuval kitap var içerde, içlerinde ne olduğu belli değil tabii. "Bunların hangisine bakacaksın!" dedi. Kapıyı kilitledi geri döndük. Nasıl bırakayım, gördüm bir kere. Oğlu araya girdi, torunu alıp tekrar depoya gittim. Çuvalların hepsini açtım.

Ne vardı içlerinde?

Hiç bir şey yoktu! Bir 800 tarihli Buhari vardı, bir de Cürcani'nin bir kitabı, onları aldım. Hepsi yazma ama diğerleri paramparça olmuş. Kitapları çantaya koyarken biraz oyalandım, çantayı karıştırır gibi yaptım ki başka bir şey almadığımı görsünler. Amca kastımı anladı, "Sen temiz bir adamsın, hırsız değilsin." dedi. 3 ay önce birileri gitmiş, bazı kitapları çalmışlar. "Ne çaldılar" dedim. Bir tarif etti ki Memlük dönemine ait Kur'an-ı Kerim. Kapalıçarşı'ya geldi o kitap, orada gördüm. 250 bin dolar para istediler karşılığında. Meğer bu amcadan çalmışlar. Bu olay üzerine elindeki güzel kitapların hepsini gömmüş. "Şimdi git, 15 gün sonra gel o kitapları göstereyim sana." dedi. Döndüm, 15 gün sonra oğlunu aradım. Amca ben ayrıldıktan 3 gün sonra vefat etmiş. Kitapların yerini de kimseye söylememiş. Her yeri kazmışlar ama bulamamışlar...

Türkiye'de satın almasanız da gördüğünüz kıymetli kitap ve kütüphaneler var mı?

Türkiye'de pek bir şey görmedim. 2 sene önce gittiğimde Fas'ta bir tane gördüm. Dr. Irakî diye bir adamın kütüphanesinde 5 bin yazma vardı. Tamamına 200 bin dolar istedi, anlaştık ama Türkiye'deki kütüphaneleri ikna edemedim. Türkiye'de Mağrip kitabı satılmıyor, ancak kütüphaneler alabilir. Onlar da işimize yaramaz gözüyle bakıyor. Oysa devlet geleceğe yatırım yapmalı. 100 sene sonra o kitapların ne kadar kıymetleneceğini bilemeyiz. Fas bize çok uzak bir ülke. Kitaplarında bizim işlemediğimiz konular ele alınıyor. Endülüs bağlantısı var, belki içlerinde Endülüs yazmaları da vardı.

Şahsi koleksiyonunuz var mı?

Erzurum'da bir sahaf Hasan varmış, meşhur bir sözü var, ben de söylerim. Müşteriye kitap gösterir, adamın tavrını ya da verdiği fiyatı beğenmezse geri alıp 'Özüm okirem' dermiş. Malı satmamak için kullandığı bir ifade bu... Benim de böyle 'özüm okirem' dediğim bazı şeyler var. Epey Müteferrika'm vardı, takım olmak üzereydi. Paraya ihtiyaç olunca mecburen sattım. Bizim işe para dayanmaz, ateş gibi yer parayı. Güzel bir kütüphane almıştım, Türkiye'nin belki de en güzel koleksiyonlarından biriydi. Hayatımda hiç görmediğim yazmalar vardı. Kendime ayırmaya niyetliydim ama o ara kardeşlerim iflas etti, mecburen Süleymaniye Kütüphanesi'ne sattım.

Şu anda sizin bir şahsi koleksiyonunuz yok mu?

Pek bir şey yok, iki tane Ferheng-i Şuûri, iki tane Vankulu Lügati, iki tane Takvîmü't-Tevârih, bir tane de Tuhfetü'l-Kibar... Meşhur ulemanın yazmalarından bazılarını saklıyorum. 1592 tarihli Avrupa baskısı bir kâfiye kitabı var, onu da tutuyorum elimde. Çok özel parça yok. Hocalarımdan biri bir gün dedi ki "O kadar kıymetli kitap alıp satıyorsun, ayağındaki ayakkabı 20 lira, pantolonun 15 lira. Biraz hayatını yaşasana! Senden sonra oğlun sürecek sefasını." Dedim ki "Hocam! Ben öldükten sonra başkasıyla evlenir diye sevdiğin güzel bir kadınla evlenmekten vazgeçer misin? Ben öldükten sonra kiminle evlenirse evlensin! Benim kitaplarla ilişkim de aynı..." 20 - 30 sene boyunca onlara sahip olacağım. İstediğimde açıp okuyacağım. Benden sonra oğlum ne yaparsa yapsın. Ben zevkimi alıyorum.

Gördüğünüz en eski tarihli yazma neredeydi ve kaç tarihliydi?

Hicri 500, müellif hattı. Suriye'de aldım, yine orada sattım.

Dini içerikli bir kitap mıydı?

Hayır edebiyat.

Batılılarla iş yapıyor musunuz?

Hayır, ben Ortadoğu'yu tanıyorum ve seviyorum. Ortadoğu bana yetiyor. 

Piyasaya düşen kıymetli yazmalardan bir şekilde haberiniz oluyor. Zaman zaman çıkan kütüphanelerden yazma çalındığı yönündeki söylentiler konusunda ne söyleyebilirsiniz?

Fatih'in kütüphanesine ait nüshalar aldım ama yeni değil, 1700'lerde çıkmış kütüphaneden. Abdülhamid kataloglarında olup da 1900'lerin başlarında kütüphanelerden çıkmış kitaplara da rastladığım oldu. Ama yeni çıkan bir şey görmedim, rastlamadım. Bir eser nadir değilse çalınmaz diye düşünüyorum, nadir olsa da haberimiz olur. Bir ara internette bir kitap gördüm, dikkatimi çekti, adamla bağlantı kurdum. Trabzon'daymış, gittim. Farsça 2 cilt tefsir, bir takımdan çıkmış ciltler. Meğer bu kitap Fatih'e takdim edilmiş, ben bilmiyorum tabii. Üzerinde küçük bir mühür var sadece. Süleymaniye Kütüphanesi'ne götürdüm, oradaki arkadaş baktı, "Bizdeki takımın eksik ciltleri bunlar."dedi. Onları da Süleymaniye'ye verdim.

Nasıl gitmiş o ciltler Trabzon'a?

1700'lerde bir paşa çalmış bu kitapları, kaydı var ama Trabzon'a nasıl gitti bilmiyoruz. 


KAYNAK:

Söyleşi: Ayşe Adlı
Fotoğraflar: Bahtiyar İstekli
Devam ve detaylar için kaynak: Nadir Kitap Blog, https://www.nadirkitap.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Popüler Yayınlar

Öne Çıkan Yayın

4. Uluslararası Dijital İşletme, Yönetim ve İktisat Kongresi | 4rd International Congress on Digital Business, Management & Economics | 20-22 Eylül 2024

4. Uluslararası Dijital İşletme, Yönetim ve İktisat Kongresi | 4rd International Congress on Digital Business, Management & Economics | ...


"Başkalarının yoluna taş koyacağımıza, taş üstüne taş koyalım..."