FRANSA'DA YÜKSEK KADEME İDARECİLERİNİN YETİŞTİRİLMESİ[1]
Türkiye ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü (TODAİE) tarafından 1959 yılında gerçekleştirilen konferans
serisinin yedincisi Fransa Cumhuriyeti Komiseri ve İdarecilik Mili Okulu Müdürü
M. H. Bourdeau de Fontenay tarafından verilmiştir. 7/12/1959 tarihinde İçişleri
Bakanlığında verilen “Fransa'da Yüksek Kademe İdarecilerinin Yetiştirilmesi”
başlıklı konferans, o dönemde İhsan Kuntbay tarafından Türkçeye çevrilmiş ve
1960 yılında TODAİE tarafından bir kitapçık halinde yayımlanmıştır.
Kitapçığın önsöz
kısmında, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Umum Müdürü Prof. Dr. K.
Fikret Arık, Fransız İdarecilik Milli Okulu Müdürü Bourdeau de Fontenay'in
konferansa davet edilmesini şu ifadelerle izah etmektedir:
“Devrimizin kamu
yönetimi problemleri arasında yüksek kademeye namzet idarecilerin eğitimi en ön
safta gelen dâvaları arasındadır. Bu hususta her memleketin kendi bünye ve
şartlarına, gelenek ve imkânlarına uygun bir sistem takip ettiği malûm olmakla
beraber tesir ve karşı tesir kanununun bu sahada kendini hissettirdiği bir
hakikattir.
İkinci Cihan
Harbinde çiğnenmiş ve harap olmuş ve türlü cereyanların kaynaştığı bir memleket
olarak çıkan Fransa'nın bu alanda yaptığı tecrübeyi bilmek, şüphesiz ki faydalı
olacaktır.
Enstitümüzün
kurulması çalışmalarına esas teşkil eden raporun hazırlanmasında Birleşmiş
Milletler Mütehassısı olarak katılmış bulunan, Fransız İdarecilik Milli Okulu
Müdürü Sayın Bourdeau de Fontenay'in bu konuda verdiği bir konferansı
neşretmekle memnunluk duyuyoruz.”
Fransız İdarecilik Milli Okulu Müdürü Bourdeau de Fontenay, konuşmasında idari müesseseler bakımından Türkiye ile Fransa arasındaki benzerlik, idarenin kıymeti ve idarenin muhtevasını teşkil eden beşerî unsur, bir ihtisas okulu ile üniversitenin farklı rolleri gibi başlıkları ele almış ve sonrasında konu hakkındaki sorulara yanıt vermiştir. Konferansın ilgili kısımları okurların ve araştırmacıların istifadesine sunulmuştur. Yararlı olmasını dilerim.
Büyük bir Fransız şairi
şöyle demişti "insan büyük bir sevgi hissettiği zaman bunun sebebini
kendi kendine sormalıdır". Ben de on beş sene avukatlık yapmış ve
halen devlet memurluğu yapan bir Fransız sıfatıyla Türkiye'ye karşı duyduğum
büyük sevginin ve bunun 1952’den beri gittikçe artmasının sebebini kendi
kendime sordum. Ve zannediyorum cevabını bulmak kolay oldu. Çünkü burada kendimi
ana vatanımda gibi hissediyorum. Müesseseler, idari teşkilât birbirine o kadar
benziyorlar ki, adeta bütün teşkilât ve taksimatı (bölümler) ile
Fransızlar için inşa edilmiş bir yapı gibi. Bundan başka düşünce tarzımızda ve
tarihimizde de bir paralel mevcut. Kanaatimce Türk idaresi ile Fransız idaresi
dünyanın en iyi kardeş idarelerinden birini teşkil etmektedir. Memleketlerimiz
arasında müşterek olan bir şey daha var, o da nezaket ve mücamele (karşılıklı
iyi muamelede bulunma) kaidelerine daima riayet edilmesidir. Binnetice(netice
olarak) bir eve davet edilen bir misafirin bu hususları göz önünde
bulundurması lazımdır. Bu bakımdan, konferansın mevzuuna, yani Fransız Milli İdarecilik
Okuluna geçmeden önce, Devletin yüksek kademelerine memur yetiştirme meselesini
ele almaktaki güçlüğü itiraf etmek isterim. Çünkü misafirin hep kendinden bahsetmesi
gibi bir durum hasıl olacak. Özür dilerim.
1945 de General de Gaulle’den
teslim aldığım İdarecilik Milli Okulunu on beş seneden beri idare etmekteyim.
Doğrudan doğruya Başbakanlığa bağlı olan bu okul kuruluşundan itibaren, memur
alma meselesinde bir inkılap yapmış bulunmaktadır. Bazı Türk dostlarımız bu
hâdiseye şahit olmuştur ve hatta okulun tedrisatından müstefit olmuşlardır.
Türkiye ve Fransa memur
yetiştirme mevzuunda, tarih boyunca, şayanı dikkat (dikkate değer, ilginç)
bir müşabehet (benzeşlik) arz etmektedir. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu
"Enderun Mektebi"ni kurduğu sıralarda, Fransız İmparatorluğu
da aynı gayelerle -Charlemagne zamanında- "Capitulaire Okulları"nı
(bir nevi idarecilik okulları denebilir) kurmuştu. Daha sonra felsefi ve siyasi
fikirlerin pek canlı olduğu bir devrede -1818- Fransa ilk "İdarecilik Milli
Okulu" nu kurarken, 1859’da da Türkiye, dün 100. yılını kutlayan "Mülkiye"yi
kurmuştu. Ve böylece her iki memleketin müesseseleri atbaşı gelişmelerine devam
etmişlerdir. Bugün Fransa'da bir "İdarecilik Milli Okulu: Ecole
Nationale d'Administration", Türkiye'de de bir "Amme İdaresi Enstitüsü"
vardır[2]. Binaenaleyh (bundan
dolayı) diyebilirim ki, memur yetiştirme bahsindeki tutumumuz
memleketlerimizi birleştirebilecek çift hatlı bir demiryolu kadar muvazilik (paralellik)
arz etmektedir. Meselenin daha derinliğine inersek demek lâzımdır ki, bu
müşabehetin sebebi, memleketlerimizin devlet mefhumuna olan bağlılığıdır. Siz
Türkler ve biz Fransızlar merkezi bir idare, merkeziyetçilik istiyoruz.
Bu bir hata veya bir kalite olabilir, fakat vakıa budur. O halde,
"İdaremize" ve binnetice memur
yetiştirme
meselesine büyük bir ehemmiyet vermemiz de tabiidir. Bundan başka, soğuk harp
ehemmiyetini kaybedip Doğu ile Batı arasındaki münasebetler de gelişmeye başlayınca,
iyi bir idarenin zarureti de o nispette artmaktadır.
Ordular, rollerinin ve önemlerinin bir kısmını kaybetmekte, buna mukabil
idarenin tesir ve prestiji artmaktadır; bittabi (doğal olarak)
demokratik usullerle hizmete alınmış memurlardan müteşekkil ehil ve dürüst bir
idarenin…
İşte İdarecilik Milli
Okulu 1945’te kuruluşundan beri, faaliyetlerini milletlerarası idari rekabetten
müstakil (bağımsız) olarak, bu vasıfların araştırılması üzerine teksif (yoğunlaştırma)
etmiştir.
İdarenin, demokratik
usullerle hizmete alınmış memurlardan mürekkep olması lâzım geldiğine işaret
ettik, çünkü mahdut (sınırlı) bir zümrenin veya babadan oğula intikal
etmek suretiyle muayyen (belirli) ailelerin, kamu idaresi vetiresini (sürecini)
bir monopol halinde ellerinde tutmaması lâzımdır. Demokratik usullerle milleti
idare etmekle görevli elit zümrenin esasından ve her sosyal sınıfın iştirakiyle
devamlı olarak yenilenmesi lâzımdır. Aksi halde yani idare muayyen bir zümreye
has bir meslek halinde olursa, bir müddet sonra bu zümrenin kaybolması
mukadderdir. İşte bu maksatla, yani bu elit idari zümrenin devamlı olarak
yenilenmesini temin içindir ki İdarecilik Milli Okuluna yalnız üniversite
mezunlarını değil, fakat aynı zamanda, tahsil durumu ne olursa olsun, devlet
hizmetinde muayyen bir müddet çalışmış genç kimseleri de almaya ve bütün
öğrencilere muayyen bir maaş ödemeye karar verdik.
İkinci olarak idarenin
muktedir, ehliyetli bir idare olması, lazım geldiğine işaret ettik. Gerçekten
idare mevcudiyetinin sebebini bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Bu sebep
ise idare etmektedir. Fakat "İdare etmek" ne demektir? Acaba
bu hususta uzun uzadıya düşünülmüş müdür?
Demokratik bir devlette idare
etmek demek, Hükümetin siyasi iradesini, vatandaşların
hayatına, mal ve insan gücü olarak kamunun mal varlıklarının yürütülmesine
intikal ettirmek demektir. Başka bir ifade ile idare etmek, aynı zamanda,
yürütmek, mütalâa beyan etmek, hakemlik etmek, tavsiyelerde bulunmak, kontrol
etmek ve müeyyidelendirmektir. İşte idare budur. Bu icatla olmaz. İnsan
doğuştan şair olabilir, fakat doğuştan idareci olamaz. Hatiplik gibi,
idarecilik de iktisap (elde etme, kazanma) edilir. İdareciler, buna
uygun vasıtalarla, mesleki bakımdan yetiştirilebilir, işte bu mühim hususun
anlaşılması bir idarecilik okulunun kurulmasını lüzumlu kılar.
XVIII. asırda, Türkiye'de
olsun, Fransa'da olsun, bir idareci, meselâ bir vali seçilirken, onun haiz
olması lâzım gelen vasıflar hakkında pek fazla müşkülpesent davranılmaz,
"dürüst bir insan" oluşu, edebiyat ve beşerî meselelerle ilgilenmesi,
her konuda sathi de olsa konuşabilmesi, bazan da yabancı bir dil bilmesi kâfi
addedilirdi. O zamanlar, kralın veya padişahın emirlerini, mümkün mertebe az
şiddet ve hatta az kan dökmekle icra etmekten ibaret addedilen idarecilik
mesleğine intisap edecekler üniversite denen kolejlerde yetiştirilirlerdi. O
zamanlar idare etmek nispeten kolaydı ve idarecilik öğrenilmesi lâzım bir meta olarak
kabul edilmezdi.
Bugün idare, hatta
Dahiliye Vekâletinin memurları için bile, çeşitli veçheler arz etmektedir.
Bugün idare, malî idareyi, sosyal idareyi, iktisadi idareyi ve daima olduğu
gibi genel idareyi ihtiva etmektedir. O halde bütün bunları öğrenmeden idareci
olmak mümkün olabilir mi? Zannetmiyorum. Ancak burada idarenin bir ilim
olduğunu iddia eden bazı Amerikalı dostlarımızla aynı fikirde olmadığımı da
belirtmek isterim. Kanaatimce idare bir sanattır; fakat öyle asil bir sanat ki
zamanımızda bir güzel sanat haline inkılap etmiştir. Ve bütün güzel
sanatlar gibi bunun da öğrenilmesi lâzımdır. Şimdi size İdarecilik Milli
Okulunda bu sanatın nasıl öğretildiğini anlatayım. Fakat her şeyden evvel şunu
tebarüz ettirmek isterim ki, memurların yetiştirilmesinden bahsederken,
yalnızca onların kendilerine verilecek vazifeleri kusursuz olarak yerine
getirmeleri bakımından verilen formasyonu değil, fakat bundan daha ileri giderek,
devamlı bir tekâmüle tâbi tutulmalarının lüzumunu da kastediyorum. Zira bir
okuldan veya bir enstitüden mezun olan bir kimse, bütün hayatı boyunca bilmesi
lâzım gelen bilgileri iktisap etmiş sayılamaz. Bu husus diğer sahalardan daha
çok, bilhassa idare sahası için doğrudur. Çünkü burada bahis konusu olan mesele
beşerî unsurdur. Bu bakımdan tekâmül mefhumu (perfectionnement), tabii olarak
yetiştirme (formation) mefhumuna bağlıdır. Ferdin hayat için devamlı olarak
yetiştirilmesi icap ettiği hususunun önemini tebarüz ettirmek için bugün vekil
olan büyük bir Fransız’ın sözlerini tekrar etmeme müsaadenizi rica edeceğim. Bu
zat Mr. André Mairaux’dur. Yazmış olduğu çok dikkate sayan ve değerli eserinin
bir yerinde şöyle demektedir:
"İyi düşün,
insan dediğin böyle anasının karnında dokuz ayda gelişiveren bir yaratık değildir,
insanlık, belki 60 sene gibi uzun bir müddete ihtiyaç gösteren ve birtakım fedakârlıklar
bahasına kazanılabilen bir haslettir.”
İşte İdarecilik Milli Okulu'nun
yapmak istediği de budur. İdarenin meselelerini bilen ve onları halletmeye
muktedir eleman yetiştirmeye uğraşmaktır. Bittabi lüzumlu içtihatlar, emsal
kararları ve buna mümasil hususlar kitaplardan öğretilmektedir; fakat her
şeyden evvel okulun gayesi, hemcinslerinin (vatandaşlarının) meseleleriyle
ilgilenen insan yetiştirmektir. “İdare”den bizim anladığımız budur; yani
kendini hemcinslerinin hizmetine, amme hizmetine vakfetmek ve amme
menfaatlerini, her türlü şahıs, zümre, sosyal sınıf menfaatlerinin üstünde
tutmak; hayatını hemcinslerine, insana hizmet gibi asil bir vazifeye hasretmek.
Bu asil bir vazifedir, çünkü memleketlerimizde insan asil bir yaratık olarak
telakki edilmektedir.
İşte bütün bunları
talebelere öğretmek için okulun yaptığı ilk iş, giriş imtihanını kazandıktan hemen
sonra onları, bir sene için taşraya, valiler nezdinde, insanlarla temasa
göndermektir. Bu, garip görünebilir, fakat genç öğrenciler ve memurlar için
insanları ve bizzat kendi kendilerini tanımanın en iyi yolunun bu olduğuna kani
bulunmaktayız. Filhakika bu staj müddetince talebeler, memleketi tanımayı,
hemcinslerini tanımayı, onların muhtelif hadiseler karşısındaki davranışlarını,
aynı hadiseler karşısında bizzat kendi reaksiyonlarını tanımayı, hülasa idari
vazifenin tohumlarını hayatla, hakikatlerle doğrudan doğruya temas etmek suretiyle
öğrenmektedirler. Bu stajın ruhu, manası budur. Buna isterseniz "gurbet
stajı" da diyebiliriz.
Vatandaşlarım
hayatlarını, davranışlarını, hattı hareketlerini yakından görüp anlamak için, Devlet
Şurasında, Hariciyede, Dahiliyede, Maliyede… vs. vazife alacak genç Türk
memurlarının valiler veya kaymakamlar nezdinde, mesela şark vilâyetlerinde bir
senelik bir staja gittiğini tasavvur edelim. Zira insan 20 veya 21 yaşında vatandaşlarını
tanıyamaz. O muhitte yaşamak, davranışlarını görmek ve nasıl idare etmek lazım
geldiği hakkında düşünmek. İşte okulun ilk senesi buna hasredilmiştir.
Bu ilk sene tecrübesi
turistik mahiyette bir gezi değil, bir çıraklık devresidir. Bir oyun değil, bir
sistem, bir metottur. Bu ilk seneki stajın insanı yetiştirmek, mesuliyet
hissini aşılamak bakımından ne kadar mühim olduğunu göstermek için bir misal
vermek isterim. 1916’da Fransa'da ciddi ve tehlikeli grevler oldu. Bir
vilâyette bir pazar günü, vali gezmeye çıkmış ve mutat olduğu veçhile, stajyer
talebe vilâyette yalnız bırakılmıştı. Vilâyet umumi kâtibi ile hususi kalem
müdürü de yoktu. Grev başladı ve grevciler Vilâyet binasının polis tarafından
muhafaza edilen parmaklıkları önünde toplandılar. Polis müdürü, Valiyi ve dolayısıyla
Cumhuriyeti ve binnetice Fransız Devletini orada temsil eden genç stajyerin
önüne geldi ve vaziyeti ona izah eti. Türk vilâyet makamlarında da olduğu gibi,
onun da masasında birtakım düğmeler vardı ve grevcilerden bir delege çağırıp
müzakere etmek veya polis ve ordu kuvvetlerini toplayıp bunlar üzerine ateş
açtırma veya her istediğini yaptırmak için bu düğmelerden birine basabilirdi.
Bu stajyer 25 yaşında bir gençti. Memnuniyetle söyleyeyim ki bu tecrübeden
muvaffakiyetle sıyrıldı. Fakat zannediyorum ki, bu gencin o hâdise karşısında
geçirdiği bir çeyrek veya yarım saatlik müddet, kendisi için, mesela Devlet
Şurası hakkında bir sürü kitap okumasından daha faydalı olmuştur. İşte hayattan
alınan dersin mahiyeti, işte 'beşerî münasebetler ve tecrübeler. Çok şükür;
insanın kendini yetiştirmesi için, grev veya kanlı çatışmalar gibi
tecrübelerden başka yollar da vardır. Nitekim bir vilâyetin günlük hayatında bu
mahiyette binlerce hâdiseler cereyan etmektedir. Meselâ vali ve dolayısıyla
Fransa namına herhangi bir toplulukta -eski muharipler olsun, itfaiyeciler
olsun- genç bir stajyerin nutuk vermesi hâdisesi, idarenin ne olduğunu birçok
ders ve kitaplardan daha iyi kendisine öğretmektedir. İdare, memleketi, idare
edilenler muvacehesinde temsil etmektedir. Bunun için diyebilirim ki, bu bir
senelik staj devresi okulun tedris hayatının en önemli devresidir. Ve eminim ki
bu şeklin iyi bir usul olduğunu siz de kabul etmektesiniz.
Bir
İhtisas Okulu ile Üniversitenin Farklı Rolleri
Şimdi söyleyeceklerimin
Fransa için muteber olduğuna işaret etmek isterim. Bunun Türkiye için de
muteber olup olmadığı hakkındaki hüküm Türkiye'ye aittir. Yukarıdaki
müşahedelerin bir neticesi olarak Fransa için bilhassa şunları söylemek
isterim: acaba Fransa'da, yukarıda bahsettiğim eğitimi üniversitenin
verebileceğini düşünebilen bir kimse var mıdır? Bu stajlardan elde edilen beşerî
tecrübeyi, bir roma hukuku, bir hukuk tarihi, bir medenî hukuk dersi verir gibi
üniversite kürsüsünden öğretmek mümkün müdür? Fransa'da böyle bir usul düşünülmez
bile. Benim memleketimde üniversite memur yetiştirmek için kurulmamıştır.
Üniversite, hiçbir kimsenin şüphe etmediği yüksek ve asil bir görevi yerine
getirmektedir. Fakat kuruluş sistemi, geleneği, fonksiyonu icabı, 1959
senesinin memurunu yetiştirecek durumda değildir. Belki bu, Amerika Birleşik
Devletleri’nde böyle değildir. Çünkü orada “Üniversite” kelimesi, Fransa'da ve
herhalde Türkiye'dekinden bambaşka bir mana ifade etmektedir. Fransa’da
üniversitenin sarih olarak tayin edilmiş bir rolü vardır. Bu rol idarenin beşerî
veçhesini göstermeğe tekabül etmemektedir ve İdarecilik Milli Okulunun
kurulmasının sebebi de budur. Gayet tabii böyle bir okul kurarken üniversite
ile irtibat tesis etmemek imkânsızdır. Çünkü tekrar edelim ki üniversitenin yüksek
bir vazifesi vardır ve bazı öğretim şekilleri için zaruridir. Fakat memurların
hususi eğitimini icap ettiren pratik vazifeler için, onların intibak kabiliyetlerini
teşvik ve geliştirmek için üniversite ancak bir yardımcı rolü oynayabilir,
ayrıca bir ihtisas okulu kurmak zarureti vardır. İşte İdarecilik Milli Okulu bu
zaruretin bir neticesi olarak kurulmuştur.
Şimdi bir senelik pratik
stajdan zenginleşmiş olarak okula dönen talebelerin ikinci senesine gelelim.
Göreceksiniz ki bu devrede de üniversitenin yapamayacağını okulumuz
başarmaktadır. Çünkü hususiyle bu iş için kurulmuştur. O halde ikinci senede
talebelerimiz yeniden okul sıralarına oturmuşlardır; fakat acaba kurları
dinlemek için mi? Hayır. Profesörlerden yardım isteyecek miyiz? Aslında birkaç
üniversite hocası müstesna, yardımı genç idareciler yapmaktadır. Bu genç
idareciler talebelerimizle beraber «Konferans ve metot grupları» dediğimiz
küçük gruplar halinde çalışmakta ve yavaş yavaş onlara memurluk mesleğini öğretmektedir.
Bu «meslek» tabirinden ne anlamak lâzımdır? Talebelerimizin tabi olduğu
çıraklığı bu devresinde onlara, bir meseleyi kaleme alma, toplantılar organize
etme, toplantı zabıtlarını tutma, müdahalelerde bulunma, sentez yapma ve rapor
yazma gibi hususların öğretilmesine çalışılmaktadır. İşte daha evvel
üniversitelerde öğrendiklerini de göz önünde tutarak talebelerimize
öğrettiğimiz bunlardan ibarettir. Onlara meselâ gerek memleketinizde gerekse
memleketimde her meseleyi hukuki zaviyeden görmek gibi tehlikeli bir yola
girerek yeni bir hukuk tahsili yaptırmıyoruz. Onlara keza yeniden ekonomi
politik veya sosyoloji veya siyasi tarih okutmuyoruz. Talebelerimiz için bir
tatbikat mektebi olarak kalmak istiyoruz. Bu düşüncenin neticesidir ki, ikinci
senenin programını, pratik çalışmalar, metot konferansları ve yabancı dil öğretimi
teşkil etmektedir. Bir kelime ile memur yetiştirme için lüzumlu hususi bir
programla iktifa ediyoruz. Eğer bir üniversite profesöründen yardım istiyorsak
bu 2, 3 veya 4 derslik bir zaman içindir, yoksa üniversitedeki gibi 25, 50 veya
100 ders için değil. Büyük bir devlet adamı veya bir Türk, Amerikan, İngiliz
vs. iktisatçısı, meselâ Paris'e gelmiş ise, talebelerimizle bir konuşma
yapmasını kendisinden rica ederiz. Fakat bunlar öğretim programımızın esasını
teşkil etmezler. Şu nokta üzerinde tekrar ısrarla durmak isterim ki, bu ikinci
sene zarfındaki çalışmalarımızın esasını küçük grup faaliyetleri teşkil
etmektedir. Bu tecrübe onlara yavaş yavaş birlikte “ekip halinde” çalışmak
itiyadını kazandırmakta, birbirlerini anlamalarına yardım etmekte ve bu
toplantı ve fikir mübadelelerinden, umumi fikirler değil fakat müşahhas
neticeler; nazariyeler değil, fakat teklifler; boş fikirler değil fakat mantıki
temenniler çıkarmalarını sağlamaktadır. Okulun, bu ikinci sene çalışmalarını hülasasını
yapmak istersek diyebilirim ki, talebeler bu devre sonunda, hiyerarşik şeflerin
en iyi şartlar içinde, en kısa zamanda ve hadiseye tamamıyla vakıf olarak karar
almalarını kolaylaştıracak “hususlar”ı elde etmelidirler. Çünkü, elçi olsun,
vali olsun, Dahiliyede, Maliyede veya şurada burada çalışan memur olsun, bir
memurun mesleği budur. Başka bir ifade ile, bir memurun vazifesi, Hükümetin
çalışmalarını hazırlamak ve böylece bağlı bulundukları vekâletin başındakilerin
zaman kaybını bertaraf etmektedir.
Diğer taraftan hiçbir
zaman unutmamak lâzımdır ki, bir memur daima memleket hizmetinde,
vatandaşlarının hizmetindedir. Bu bakımdan, ikinci senede öğrenciler için
hususi teşebbüsler nezdinde de stajlar tertiplemekteyiz. Bilaistisna bütün
talebeler, müstakbel diplomatlar da dahil olmak üzere, iki ay müddetle, büyük
bir sınai veya ticari müessese veya bir banka müdürünün yanında staj görürler.
Bundan sonra -henüz mecburi değil, fakat yakında mecburi olacak- her öğrenci 15
gün müddetle "amele stajı" görmektedir. Yani bu müddet
zarfında bir maden işçisi, bir atölye, bir demirci işçisinin hayatını yaşamaktadırlar.
Hatta işçi mahallesinde onların yaşama şartlarının aynı şartları haiz evlerde
oturmak durumundadırlar. Bu tecrübeye çok önem vermekteyiz. Çünkü, az bir zaman
için de olsa aynı şartları yaşamak suretiyle vatandaşlarını, istihsal eden ve
en kötü şartlar altında çalışan vatandaşlarımı tanımayan bir memur, ileride
onları idare edecek mevkiye geldiği zaman, onlar hakkındaki fikirlerinde büyük
ölçüde aldanabilir.
Bir defa daha görülüyor
ki, İdarecilik Milli Okulu, müstakbel memurları yetiştirmek meselesinde en
ziyade beşerî unsur üzerinde durmaktadır.
Tamamlamak için şunu da
ilave etmeliyim ki, bütün talebelerin askerlik hizmetlerini yapmış ve aynı
zamanda muharip bir birliğin kumandanı olmaları lazımdır. Zira şahsen şu
kanaatte bulunuyoruz ki, bir gün vatandaşlarını idare etmek şeref ve mesuliyetini
üzerine alacak olan kimselerin, vatan tehlikede olduğu zaman insanları ateşe
sürmesini de bilmeleri lâzımdır.
Okul devresi bittikten
sonra, öğrenciler bir seri imtihana tabi tutulmaktadırlar. Bundan maada iki
yabancı dilden de lisans seviyesinde bir imtihan geçirmektedirler. Neticede
aldıkları notlara göre derecelendirilmektedirler. Staj için, etütler için, imtihanlar
için ayrı ayrı not almaktadırlar. Neticede, almış oldukları derecelere göre,
Devlet Personel Dairesince Fransız idaresinde münhal ilân edilen
memuriyetlerden birini seçmektedirler. Meslek seçimi, biraz askerî okulları
bitirenlerinkine benzemektedir. Eskiden askeri okulu iyi derece ile bitirenler
süvari sınıfını seçerlerdi. Bugün İdarecilik Milli Okulunu en iyi derece ile
bitirenler, Devlet Şurasını, Hariciyeyi, Divanı Muhasebatı, Maliye Teftiş Heyetini
vs. tercih etmektedirler. Bazı vekâletler için gönüllü bulunamadığı için
oralara tayin suretiyle göndermekteyiz. Her talebe idarede bir memuriyet alma
hakkını haizdir.
Mesleklerini seçtikten
sonra talebeler devletle 10 senelik bir hizmet mukavelesi imzalamaktadırlar. Bu
mukaveleye riayet etmezlerse okulun kendilerine ödediği maaşları ve öğretmen
masraflarını devlete iadeye mecburdurlar. Bu masraflar da oldukça kabarık bir
yekûna baliğ olmaktadır.
Netice
Okulun çalışmaları
hakkında söyleyeceklerim bunlardan ibaret. Şimdi birkaç kelime ile neticeden
niçin memnun olduğumu arz etmek isterim. Her şeyden evvel, okul idarenin bir
parçası olduğundan, müessir bir şekilde hareket edebilmek imkânına sahip olduğu
gibi, diğer taraftan da doğrudan doğruya Başvekâlete bağlı olması, valilerin,
diğer memurların ve memur yetiştirme meseleleriyle ilgili bütün teşekküllerin
yardımını sağlamak için lüzumlu olan otoriteyi müdüre temin etmektedir. Keza
müdürün aldığı (meselâ staj gören bir öğrencinin bazı sebeplerle okuldan
çıkarılması gibi) kararlar da münakaşa edilemez. Zira Başvekil namına
alınmıştır. İkinci olarak, neticeden memnuniyetin sebebi, okulun gayesine doğru
mâniasız gidebilmesidir. Burada kendimden bahsetmek zorunda kaldığım için özür
dilerim. Okul bu şekilde gayesini tahakkuk ettirebiliyorsa bunda müdür olarak,
politika ile uğraşmayan ve hiçbir zaman politika yapmamış, sadece bir idareci
olmayı deneyen birini seçmiş olmasının da tesiri vardır. Nihayet üniversiteden
ayrı oluşu, okula, insanları yetiştirme bakımından hakikaten inkılapçı bir
görüşün tatbik imkânını vermektedir. Tekrar ediyorum ki, Fransa'da bu işi ancak
bir idarecilik okulu başarabilirdi. Başında bulunduğum okul, dolaylı yollarla,
taleplerine, şahsi menfaatlerinden sıyrılabilmeyi ve bir memurun haiz olması
lazım gelen "gönül zenginliği" vasfını verebilmektedir.
İşte hususî teşebbüsler nezdinde yapılan
stajlardan bir misal: bu stajlar esnasında talebelerimiz gayet tabii olarak
müesseseye bir hizmet görmektedirler. Bazı müessese müdürleri bu hizmete
karşılık para veya hediye teklif etmektedirler. Talebelerimizden bir ikisi bunu
kabul etti diye biz onları okuldan ve Fransız idare cihazından kovduk. İnanınız
ki, bir memlekette buna benzer bir iki misal bu gibi meselelerin halli için
kâfidir. Fakat idare edenle idare edilen arasındaki böyle bir münasebete
müdahale etmek üniversitenin yapacağı iş değildir. Diğer taraftan, şu noktaya da
işaret etmek gerekir ki, İdarecilik Milli Okulu az bir talebe ile meşgul
olmakta, üniversite ise pek çok talebe ile uğraşmaktadır. Her sene vasati 70
kişi mezun olmaktadır. Okul kurulduğundan beri 15 senede yuvarlak hesap 1000
kadar mezun vermiştir. Bu miktar halen A kategorisindeki memurların 1/3’ünden
fazladır.
Acaba
Türk Hükûmeti, Amme İdaresi Enstitüsünü, bir İdarecilik Milli Okulu haline
sokacak mıdır?
Okulumuzun muvaffakiyet
sebeplerini izah ederken, bugün, bazı şartlar içinde, bu mahiyetteki
müesseselerin kurulmasının bir zaruret haline geldiğine de işaret etmek
isterim. Ben tabii Fransa'daki şartlardan ve muhitten bahsettim. Türkiye için
bu hususta bir şey söylemek salâhiyetini haiz değilim. Esasen hiçbir zaman
Türkiye'nin işlerine karışmayı aklımdan geçirmedim. Bittabi mütalâa beyan etmem
hususunda vaki müracaatlar müstesna. Ancak şunu itiraf etmek isterim ki, 1952’de
Birleşmiş Milletler Eksperi olarak Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi
Enstitüsünün kuruluşu ile meşgul olurken, kafamda İdarecilik Milli Okuluna
müşabih bir müessese kurmak fikri vardı. Son çıkan teşkilât kanunu ile geniş
ölçüde ilmî, idarî ve mali muhtariyet kazanmış olan Amme İdaresi Enstitüsünün,
Fransa'daki İdarecilik Milli Okulunun oynadığı rolü oynayıp oynamayacağı
hususundaki kararı vermek tabiatıyla Türk Hükûmetine ait bir meseledir. Tekrar
edeyim ki buraya bu konudan bahsetmek için gelmiş değilim. Söylemek istediğim
şeyi, çok muhterem Müsteşar beyefendilerin izah buyurdukları arzu üzerine
memleketimin idaresine, kaliteli bir idare ve devamlılık sağlayan ve sağlamakta
olan ve bu hususta gerek vatandaşlarımın ve gerekse diğer dünya
memleketlerindeki zevatın ittifak ettikleri bir müessesenin işleyişi hakkında
malumat vermekti. Nazik alâkanızdan ve sabrınızdan dolayı hepinize
teşekkürlerimi bildirerek sözüme son veririm.
Konferansın sonunda Fransa
Cumhuriyeti Komiseri ve İdarecilik Mili Okulu Müdürü M. H. Bourdeau de Fontenay,
kendisine sorulmuş olan soruları şu şekilde cevaplandırmıştır:
Soru 1. Okul mezunlarının
hiyerarşik ilerlemeleri bakımından bir "plafon" -azami bir yükselme
derecesi- var mıdır?
İdarecilik Milli Okulu
mezunlarının ilerlemelerine mâni olan hiçbir "plafon" mevcut
değildir. Mezunlar, Fransa’daki devlet memuriyetinin en yüksek sınıfı olan A
Kategorisinin ilk kademesine girerler. Ve zirveye çıkmalarına engel olacak
hiçbir kanuni veya fiili mâni yoktur. Meselâ; vali, fevkalade salâhiyeti haiz
müfettiş, umum müdür veya müdür, elçi vs. olabilirler. Bu kademelere memur
vermiş olmak için okulun tarihi henüz çok yenidir. Gayet tabii Fransız Hükümeti
de diğer herhangi bir hükümet gibi valilerini, elçilerini, umum müdürlerini, okuldan
yetişmiş memurlar dışından seçebilir. Fakat bu, sistematik bir şekilde böyle
yapılmaz. Ve Fransız geleneği göz önünde tutulursa, zamanı geldiği zaman, bu
gibi kimselerin okul mezunları arasından seçileceğine hiç şüphe yoktur. Netice
itibariyle, okul mezunları Fransız idaresinin en yüksek kademelerine namzettir.
Soru 2. Okulun giriş
imtihanına hangi menşelerden namzet kabul edilmektedir?
Her sene okula giriş için
iki türlü imtihan açılmaktadır. Bunlardan biri üniversite veya yüksek okul
mezunu olan gençler -kız, erkek- içindir. Meselâ, hukuk, fen, tıp, harp
akademisi, edebiyat mezunları gibi. Bunların 26 yaşını geçmemiş olmaları
lâzımdır. İkinci nevi giriş imtihanı, kendilerinden yalnız dört sene devlete
hizmet etmiş olmak şartı aranan memurlar içindir. Burada memur tabirinin içine
temizlik işçileri de dahil, en alt kademede hizmet edenler de girmektedir. Eğer
bu temizlik amelesi -en alt kademenin sembolü olarak kullandığımız tabir- iyi
hazırlanıp giriş imtihanını kazanırsa, üniversite mezunu olarak imtihanı
kazanmış olan kimse ile aynı hakları haiz olarak okulun talebesi olur.
Kanaatimce bu iki türlü giriş imtihanı gayet demokratik bir tedbirdir.
Memuriyetten gelen namzetler okula girdikleri takdirde, memuriyet maaşlarını
kaybetmedikten maada, eğer bu maaş, okulun talebelerine verdiği tahsisattan az
ise aradaki farkı okul tamamlamaktadır. Bundan başka, bütün okul müddetince
mensup oldukları dairelerdeki kıdemleri de işlemektedir. Şu noktaya işaret
etmek isterim ki, bu usul Fransız mevzuatındaki en uygun usullerden biridir.
Her iki giriş imtihanında
sorulan sorular birbirinden biraz farklıdır. Memurlar için açılan imtihanın
soruları biraz daha kolaydır. Bununla beraber 1 Ocak 1960’tan itibaren,
memurların giriş imtihanında yeni bir sistem tatbik edilecektir. Bundan böyle
B, C ve D (bilhassa C ve D) kategori memurları için, masrafı devlet tarafından
verilmek üzere, bir veya iki senelik “giriş imtihanına hazırlık kurslar” tertip
edilecektir. Bu ıslahatın gayesi, tabiatıyla entelektüel bir karakteri haiz
olan giriş imtihanında memurların çok güçlük çekmemesi ve aynı zamanda imtihan seviyesinin
düşürülmemesidir. Başka bir ifade ile -12 seneden beri Hükümetten istediğim bu
idi- Hükûmet, en küçük kademedeki memurlar arasında bile bir gün, en yüksek
devlet idaresi mesuliyetini deruhte edebilecek kabiliyette kimseler
olabileceğini kabul etmiştir. Bu fikre muvazi olarak da devletin bu küçük memur
sınıfına imtihana hazırlanabilmek imkânlarını vermesi lâzım geldiği hususu da
kabul edildi. Bu hazırlık kursları okul müdürünün mesuliyetine verilmiştir.
Halen, en küçük kademeden 70 genç memur 2 sene sonra açılacak imtihana girmek
için hazırlanmaktadırlar.
Soru 3. Okul, üniversitenin
her branşından öğrenci aldığına göre, ayrıca vekâletler bünyesinde, meselâ
maliye meslek mektebi gibi, mesleki eğitim merkezleri mevcut mudur?
Evet, çünkü okul idarenin
en üst kademelerine eleman yetiştirmektedir. Senede 70 kişi. Bunlar piramidin
zirvesini teşkil etmektedirler. Fazla olarak, meselâ doktor ve veterinerlerin
de okula girmesine hiçbir mâni yoktur, dedik. Fakat tatbikatta bunlar
gelmemekte, buna mukabil fen adamları, mühendisler girmektedir. Bununla
beraber, çoğunluğu hukuk, iktisat veya edebiyat mezunları teşkil etmektedir.
O halde vekâletlere bağlı
ve "teknik idareci" yetiştiren meslek okulları mevcuttur. Nafia’nın
"Köprü ve Yollar Mektebi", "P.T.T. Meslek Mektebi".
"Ziraat Mühendis Mektebi" v.s. gibi. Fransız Hükümetinin fikri, bütün
bu mühendis okulları talebelerinin, idare nazariyat ve tekniği ile ünsiyet
peyda etmeleri için, İdarecilik Milli Okulunda az çok uzun bir müddet tahsil
görmeleri merkezindedir. Bu fikrin tatbikatı cümlesinden olarak, 12 seneden beri
yüksek P.T.T. okulu talebeleri İdarecilik Milli Okulunda bir sene, diğer
talebelerle birlikte eğitime tabi tutulmaktadırlar.
Bunlardan başka B kategorisi
memuriyetlere tekabül eden, daha düşük seviyede meslek okulları da mevcuttur. Meselâ
Maliye Vekâleti bünyesi içinde Vergiler Meslek Mektebi, Hazine Mektebi, Gümrük
Mektebi, İstatistik mektebi gibi meslekî okullar mevcuttur. Bu okullar teknik
personel yetiştirir ki, bunlar devlet idaresinin üst kademe mesuliyetini
deruhte edecek kimseler değildirler. Bu okullardan bazıları, talebelerinin bir kısmını
en alt kademedeki memurlar arasından alırlar, böylece bunlar hem bir mesleki
eğitim merkezleri hem de sosyal terfi vasıtaları mahiyetini almaktadırlar. Bu
bakımdan da İdarecilik Milli Okulu ile bazı müşabehet arz ederler.
[1] Muhammet
Negiz | Karadeniz Teknik Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü | Ağustos 2022
[2] Yükseköğretim
Kurulu'ndan (YÖK), "703 sayılı Kanun hükmünde kararname ile kapatılarak
teşkilatı ve bütçesi YÖK'e devredilen TODAİE bünyesindeki öğretim üyeleri ve
öğrencilerin, YÖK tarafından belirlenecek bir yükseköğretim kurumuna 3 ay
içinde devredilmesi" öngörülmüştür ve bu yetki kapsamında, TODAİE, 9
Temmuz 2018 itibarıyla kapatılmış ve öğrenim gören öğrencilerin Ankara Hacı
Bayram Veli Üniversitesi'nde eğitimlerine devam etmesi kararlaştırılmıştır. https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_ve_Orta_Do%C4%9Fu_Amme_%C4%B0daresi_Enstit%C3%BCs%C3%BC
(Muhammet Negiz)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder