Türkiye'de Sevk ve İdarecilik Eğitimi'nin Durumu ve Gelişme İmkanları I Konferans Açılış Konuşması I 6 Aralık 1974 Ankara


Türkiye'de Sevk ve İdarecilik Eğitimi'nin Durumu ve Gelişme İmkanları I Konferans Açılış Konuşması I 6 Aralık 1974 Ankara


Türkiye'de Sevk ve İdarecilik Eğitimi'nin Durumu ve Gelişme İmkanları  Konferansı Açılış Konuşması (1974)

Prof. Dr. Safa Reisoğlu

Sayın Başkan, toplantıya katılan değerli üyeler...

Teknolojik alandaki büyük gelişme, Teknolojik sorunlarla beraber, Ekonomik, Hukuki ve Psikolojik sorunları da toplumlara getirmiş bulunuyor. Dolayısıyla Sevk ve İdarecilik sorunu ve "Sevk ve İdarecilerin Yetiştirilmesi ve Eğitimi" problemi, günümüzde geçen yıllara nazaran gittikçe artan bir önem kazanıyor.

Sevk ve İdarecilik Eğitim Vakfı'nın, bu önemi ve Türkiye'nin gelişen ekonomisi içinde işletmecilerin yerini dikkate alarak, Sevk ve İdarecilik Eğitimi'nin bugününü ve yarınını incelemeye teşebbüs etmesi ve son derece değerli raporlarla görevlerin ve toplumun karşısına çıkması, teşekkürle ve şükranla karşılanacak bir olaydır. Vakfın ve Derneğin değerli yöneticilerini huzurunuzda kutlamak isterim. 

Teknolojik alandaki gelişme, ekonomik ve sınai hayata, biraz önce belirttiğim gibi, sadece teknik problemler getirmekle kalmıyor. Bu teknik problemlerin yanında; işçi-işveren ilişkilerini ve çeşitli diğer açıları kapsayan hukuki sorunları, bu teknolojik gelişmeyi, ekonomik prensipler içinde düzenleme sorununu, halkla ilişkiler sorununu ve benzer çeşitli sorunları ortaya çıkarıyor.

Bu suretle probleme, yukarıda belirtilen noktaları dikkate alan bir bütün içinde bakmak zarureti doğuyor. İşte bu zarurettir ki, günümüzde bir "İşletmecilik Eğitimi" ve bir "Sevk ve İdarecilik Eğitimi" sorununu karşımıza getiriyor. Problemin hangi açıdan çıktığına bakmamız, yetiştirmek istediğimiz insanlara uygulayacağımız eğitimin, güçlüğünü de beraberce ortaya koyuyor. Öyle yetenekte ve öyle bilgide insanlar bulmak zorundayız ki, bütün bu sorunları; teknolojik, ekonomik, hukuki ve psikolojik sorunları; tepeden bir bütün içinde görebilsin. Bunlar arasındaki karşılıklı ilişkileri, tabii gerektiğinde uzman kullanarak, fakat bir açıdan yürütebilsin. Bu ilişkileri başarıyla tesis edebilsin ve sorunları bir çıkmaza sokmadan ekonomik ve endüstriyel gelişmeyi hızlandırabilsin.

Bu nasıl sağlanacaktır? İşte bu sorun bugünkü toplantının konusudur.  Öyle görülüyor ki, klasik eğitim usulleri içerisinde bu soruna başarılı bir çare bulmak belki de mümkün olmayacaktır. Sorunu çözmek için çeşitli karma metodlar kurmak gerekecektir. 

Nitekim, Vakıf tarafından bu konuda farklı tecrübelere ve teşebbüslere girişildiği görülüyor. Bazen ihtiyaçlar kendiliğinden bir eğitim sistemi yaratıyor. Bakıyorsunuz, esas ihtisasını teknik alanda yapan bir şahıs, Sevk ve İdareci olarak rol alabilmek için; bunun üstündeki tahsilini, Hukuk Ekonomi, Halk Psikolojisi ve Halkla İlişkiler açısından devam ettiriyor. Bunun yanında, çeşitli ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de doğrudan doğruya sevk ve idareci yetiştirmeyi amaçlayan okullar, fakülteler kuruluyor ve bunlar geliştirilmeye çalışılıyor. 

Bir de, tabii üzerinde durulması gereken en önemli nokta, sınai gelişim Türkiye'de gelişmiş memleketlerdeki ilerlemenin bir nevi inikası ve şekillenmesi olarak ortaya çıktığına göre, Sevk ve İdareci yetiştirmede de hiç şüphesiz diğer ülkelerdeki tecrübelerden yararlanmamız gerekecektir. Birçok teknik alanda keşfedilmiş hususları, ulaşılmış çizgileri keşfetme durumunda değiliz. Bilakis bunların sonuçlarını alarak bir sıçrama yapma yollarını araştırıyoruz. Eğer  böyle ise, eğitim alanında da aynı şekilde davranarak, diğer memleketlerin geliştirdiği metodlardan  yararlanmak, bu metodları yeniden keşfetme yerine onların ulaştıkları noktadan işe başlayarak kendi bünyemize uygun metodlar bulmak zorundayız. 

Biraz sonra, konuyu yakından inceleyen ve yöneten sayın Prof. Aysan'ın da herhalde geniş ölçüde belirteceği gibi, ülkemizde İşletme Eğitimi ile uğraşan okullar daha çok son 10-15 yılın mahsulü ve ihtiyacı olarak ortaya çıkmış bulunuyor. Yani, ekonomik hayatta ve sınai hayatta kendini gösteren gelişme, otomatikman Sevk ve İdareci ihtiyacını getiriyor. Bu ihtiyaç geldiği ölçüde de, fakültelerimiz kendi eğitim tarzlarını, bu ihtiyaca cevap verecek ölçülere doğru kaydırıyorlar. 

Ama takdir edersiniz ki, bir bölümün veya bir fakültenin kurulması ve faaliyete geçmesi, başarılı bir sonuca ulaşmak için mutlaka uzun bir zamana ihtiyaç hissettirir. Çünkü mevcut olmayan bir eğitim sistemini birden bire yaratıyorsunuz. Birden bire bir işletmecilik fakültesi yahut bir işletmecilik bölümü açıyorsunuz. Tabiatıyla elinizdeki mevcut öğretim üyelerinin hepsini, hiç olmazda ilgilileri, bu tarafa doğru kayırarak netice almaya çalışıyorsunuz. Ama, bir alandaki eğitim üyeliği, hayat boyu devam eden bir çalışmanın mahsulü olarak ortaya çıkar. Yani başka bir branşta, örneğin daha genel olan kitap branşında yetiştiğiniz zaman, bir ihtiyaç olarak işletmeciliğe kaydığınızda, başkasına öğretirken biraz da siz öğrenci durumunda bulunuyorsunuz. Dolayısıyla öğrenci-öğretim üyeliği ilişkisinin biterek öğretim üyeliğinin arzu edilen çizgide ortaya çıkması, ister-istemez bir zaman problemi olarak kendini gösteriyor. Aslında biz de, hepimiz kendi talebeliğimize dönersek hatırlayacağız, kitap branşı dahi bir yeni ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Son 15-20  yılın mahsulüdür. Hatta 20 yıl bile demek belki fazladır. Ben kendi talebeliğimi hatırlarım. O zamanlardaki çok eski bir tarih bir bakıma zaman akımı içerisinde sayılmayabilir. İktisat henüz önem kazanmamıştı ve "İşletme" söz konusu değildi. Böyle bir terim, belki de ancak kitaplarda geçiyordu; fakat bir iktisat bölümü olarak düşünülemiyordu. Önce iktisat, normal girişimine girdi. Bugün belli bir çizgiye, daha da gelişmesini  temenni ettiğimiz bir çizgiye ulaştı. İşletmecilik ise, tabiatıyla bunun üstüne gelen bir  branş oldu. Dolayısıyla yeniliğini ve noksanlığını muhafaza ediyor ve bu sahadaki hamlelerin süratlendirilmesine ihtiyaç gösteriyor. 

Bu sahadaki hamleler nasıl süratlendirilir? Her eğitimde, en önemli unsur, öğretici unsurdur. Tabii önce öğretim üyesi unsurudur. Şu halde, işletmecilik alanında mevcut mesafeyi kapatmak istiyorsak, Türkiye'deki teknolojik gelişmeye uygun bir sevk ve idareci kadrosunu arzu ettiğimiz ölçülerde yetiştirmek istiyorsak, ilk yapılacak şey; yetiştiricilerin ve öğretim üyelerinin planlanması; bu planlama yapılırken, bu alanda gelişmiş olan yabancı memleketlerle ciddi bir iş birliğine girişilmesi olacaktır. Yalnız kendi içimizde netice almaya çalışırsak, bu alanda elde edilmiş başarıları görmemezlikten gelirsek, tabiatıyla bu açığı ve mesafeyi zor kapatırız. 

Diğer önemli bir nokta, belki de Türkiye'nin bütün alanları için söz konusu olmakla beraber, burada özel bir önem taşımaktadır. O da, hangi kademelerde eğitim yapılacağıdır. Her alanda olduğu gibi, Sevk ve İdarecilik alanında da hiç şüphesiz çeşitli kademelerde elemana ihtiyaç vardır. Yani bütün sevk ve idarecilerin aynı ölçülerde yetişmesi gerekmez. Hatta farklı ölçülerde yetiştirilmesi zarureti vardır. Çünkü sınai teşebbüslerin büyüklükleri farklıdır. Sevk ve idareciden belli noktalarda istenecek yetenekler de farklı olacaktır. Dolayısıyla, küçük ölçülerde sevk ve idareci yetiştirmek, bir açıdan daha kolay çözülebilecek bir problemdir. Fakat bütün büyük ekonomilerin, gelişen ekonomilerin asıl temel ihtiyacı ve asıl zaruret hissettikleri sevk ve idareci tipi; normalin üstünde ve uzman seviyesinde bulunup bu işi benimsemiş ve bu alanda kendini yetiştirmiş insanlar olacaktır. 

Diğer bir deyişle, yalnız lisans seviyesinde yapılacak olan bir eğitim, yahut esas itibariyle bu seviyede tutulan bir eğitim, ekonominin ihtiyaç duyduğu sevk ve idarecinin üst kademesini yetiştirmek için kesin olarak yetersiz kalacaktır. Onun içindir ki, bütün alanlar için ısrarla yaptığımız bir tavsiyeyi, özellikle bu alan için, bu fırsattan yararlanarak tekrarlamak isterim. Lisansın yanında, lisansüstü yetiştirmeye mutlaka özel bir önem vermek gerekecektir. Her alanda, özellikle sevk ve idarecilikte, beynelminel ilişkilerden yararlanabilmek ve uluslararası alanda kazanılan mesafeleri Türkiye'ye de getirebilmek için lisan problemine de bir ağırlık vermek gerekecektir. Bu ağırlık, memleketimizde her geçen gün biraz daha kendini hissettirmektedir. Fakat üzüntüyle söylemek gerekir ki, bu konuda tatmine edici bir ölçüde netice alınması henüz mümkün olmamaktadır. Geçmiş yıllara nazaran lisana ağırlık veren okullarımız ve imkanlarımız gelişmiştir. Ama, bu konuya daha fazla ağırlık vermek ihtiyacında olduğumuz da şüphesizdir. 

Lisans eğitiminde ve lisans üstü eğitimde dikkate alınması gerekli metodlar meselesine, konuya eğilen uzman arkadaşlarımız, tahmin ediyorum, değineceklerdir. Benim bilhassa belirtmek istediğim nokta, bu sevk ve idarecilik eğitiminde, yalnız teorik bir çalışmayla yetinilmemesi olacaktır. Sevk ve idarecilik eğitiminin belli aşamalarında, yetişen kimselerin, pratik hayatta uygulama ile temasa gelmesi mutlaka sağlanmalıdır. Hayata atıldıkları zaman, işletmenin başına geçtikleri zaman, asgari bir tecrübeye sahip olmaları mümkün kılınmalıdır. Çünkü hayat bir teorik bilgi ile tecrübenin birlikte yürütebildiği ihtiyaçları getirmektedir. 

Türkiye'de bazen yanlış ifade edilen şu noktayı, önemle ortaya koymak isterim: Teorik olarak yetişmemiş insanların, sadece tecrübeye dayanan bir bilgi ile belli bir çizgiden yukarıya çıkabilmeleri ve başarı kazanmaları kanaatimce mümkün değildir. Teoriye, geniş bir bilgi hazinesine dayanmayan bir tecrübe, bir noktadan sonra netice vermeyecektir. Ama, unutmamak gerekir ki; Hukuk, İktisat gibi alanlardaki bilgi de; aslında o tecrübenin hizmetine, o uygulamanın hizmetine girmek için mevcuttur. Onun için her bilginin verilişinde ve programlanmasında, amaç dikkatle göz önünde bulundurulmalı, varılmak istenen amaç bakımından pek faydalı olmayacak bazı ayrıntılar ihmal edilmelidir. Buna mukabil amaç için mutlaka elde edilmesi gereken sağlam bir formasyona yer verilmelidir. Fakat bu formasyon, bir uygulama ile beraber, sevk ve idarecinin hayata asgari ölçüde yetişmiş olarak girmesine imkan sağlamalıdır. 

Bu konuda karşımıza çıkacak diğer bir problem; arzu ettiğimiz ölçüdeki bu insan tipini, yetiştirinceye kadar ne yapacağımız sorunu olacaktır. Çünkü görüyoruz ki, işletmecilik eğitimi Türkiye'de çok yenidir. Belki de öğretim üyeleri henüz doğrudan doğruya bu sahada yetişmiş insanlar değildir. Yahut doğrudan doğruya, bu sahada yetişenler henüz çok azdır. Bu ihtiyaca cevap verecek kadar sayı olarak çoğalmamışlardır. Önce onların yetişmesine imkan verilecektir. Ondan sonra onlar da, kendilerinden sonra gelen nesli yetiştirecektir. Ne kadar dikkatle planlanırsa planlansın, ne kadar süratle hareket edilirse edilsin; bir ara devre, bir ara boşluk devresi olacağı şüphesizdir. Halbuki ekonominin bekleyecek tarafı olmayacaktır. Sevk ve idareciyi arayacaktır. Ne bulursa onu kullanmak, onunla yetinmek durumunda kalacaktır. Örnek vermeden söyleyeyim, kendi fakültemizde bazı alanlar için denediğimiz bir usullü burada da denemekte fayda olacaktır. Mevcut sevk ve idarecilerin eğitim derecelerini dikkate alarak, onlar için bir eğitim metodu geliştirmekte kanaatimce kesin zaruret vardır. Yani bugünkü sevk ve idarecilerimizin tabiatıyla sorumlulukları farklıdır ve aldıkları sorumluluğa göre de çok defa yaptıkları eğitim de farklıdır. İşte bir genel kalifikasyon yaparak, onların eğitim durumlarına ve sorumluluklarına göre yetiştirilmesi için, bir özel eğitim metodu geliştirmekte büyük fayda olacaktır. Hatta eğitim imkanlarımızı, arzu ettiğimiz sayıda ve nitelikte sevk ve idareci yetiştirecek seviyeye geldiğimiz zaman dahi, mutlaka bu ara sevk ve idarecileri yetiştirecek bir ara metodun denenmesi ve inkişaf ettirilmesi zarureti devam edecektir. 

Muhterem dinleyenlerim, zamanınızı çok fazla almamak için bu meselelere daha ayrıntılı olarak girmek istemiyorum. Meseleye doğrudan doğruya eğilen sayın öğretim üyesi arkadaşım, muhakkak ki bütün ayrıntıları ile konuyu zaten bilginize getirecektir ve çok değerli fikirlerinizden bütün görevliler yararlanma durumunda olacaktır. Ben sözlerimi Sevk ve İdarecilik Eğitim Vakfı  ve İdare Derneği'nin değerli yöneticilerine  bir defa daha teşekkür ederek ve bu alandaki boşluğu doldurmak üzere Gebze'de yakında temelleri atılacak olan "Türkiye Sanayi Sevk ve İdare Enstitüsü"nün büyük hizmetler ifa edeceğine olan inancımı belirterek bitirmek isterim. Dinlemek lütfunda bulunduğunuz için hepinize tekrar teşekkür ederim.  


Prof. Dr. Safa Reisoğlu
Milli Eğitim Bakanı (1974)

-------------------------------------------------------------------------------------

Safa Reisoğlu kimdir? 

(1929, İstanbul, Türkiye), Türk akademisyen.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi, Lozan Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Doktora yaptı. Medeni Hukuk Profesörüdür. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyeliği, Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcılığı, Cumhuriyet Senatosu Cumhurbaşkanınca Seçilen Üyeliği (21 Ekim 1977 - 12 Eylül 1980), Milli Eğitim Bakanlığı yaptı. Evli ve 1 Çocuk babasıdır.

Uluslararası Boyutlarıyla İnsan Hakları, Borçlar Hukuku Genel Hükümler isimli kitapları bulunmaktadır.

Kaynak: Vikipedi














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Popüler Yayınlar

Öne Çıkan Yayın

4. Uluslararası Dijital İşletme, Yönetim ve İktisat Kongresi | 4rd International Congress on Digital Business, Management & Economics | 20-22 Eylül 2024

4. Uluslararası Dijital İşletme, Yönetim ve İktisat Kongresi | 4rd International Congress on Digital Business, Management & Economics | ...


"Başkalarının yoluna taş koyacağımıza, taş üstüne taş koyalım..."