KALİTE KÜLTÜRÜ OLUŞTURULMASINDA BİR TKY SERÜVENİ: 2007-2018 YILLARI
ARASINDA ÇIKAN BİR GAZETE KÖŞE YAZILARININ İNCELENMESİ
****
Tam metin için linke tıklayınız :DOWNLOAD/İNDİR/SKACHAT
***
ÖZET
Örgütler
gün geçtikçe daha çetin bir hal alan rekabet koşullarında öne geçebilmek,
müşterilerine kaliteli mal ve hizmet sunarak kendilerine sadık bir müşteri
kitlesi yaratmak için çağın gereklerine uygun bir örgütsel yapılanmayı tesis
etme çabasındadır. Bu çabalar, son 30 yıl içerisinde önemli kazanımların
sağlanmasına aracı olan Toplam Kalite Yönetimi (TKY) uygulamalarının
yaygınlaşmasına ve farklı sektörlerdeki kurum ve kuruluşlar tarafından tercih
edilmesine neden olmuştur.
Bu
çalışmada TKY’nin gelişim süreci ve Türk eğitim sistemindeki kalite sorunları
incelenmiştir. Bu süreçte nitel araştırma yöntemlerinden yararlanılmıştır. Hürriyet
gazetesinin Haziran 2007-Nisan 2018 dönemleri arasında yayımlanan köşe
yazılarından eğitimde kalite konusuna odaklanan 50 adet köşe yazısı içerik
analizi yöntemi ile incelenmiştir. Ayrıca, TKY hakkında hazırlanan ulusal
tezler incelenmiş ve birincil ve ikincil kaynaklara müracaat edilerek, TKY
anlayışının uygulanması ile elde edilen kazanımlar tespit edilmiş ve literatüre
katkı sağlanması amaçlanmıştır.
TKY
uygulamaları hakkında yapılan mevcut araştırmalar incelendiğinde kamu ve özel
sektörden farklı alanlarda çalışmalar yapıldığı gözlemlenmiştir. Elde edilen
bulgular, Türk eğitim sisteminde Toplam Kalite Yönetimi anlayışının bütüncül
olarak uygulanabilmesi için makro ve mikro düzeyde iyileştirilmesi gereken
alanları ortaya koymuştur.
Anahtar
Kelimeler: Türk Eğitim Sistemi, Kalite,
Kültür, TKY, Toplam Kalite Yönetimi
GİRİŞ
Günümüzde
ulusal ve uluslararası düzeyde artan rekabet koşulları içerisinde örgütsel
yapılarda yoğun bir biçimde yeniden yapılanma arayışı sürdürülmektedir. İşletme
ve kurumların içerisinde bulunduğu karmaşık ve dinamik çevrede başarılı bir
rekabet için müşteriye sunulan ürün ya da hizmette kaliteyi yakalayarak sadık
bir müşteri kitlesi yaratmak gerekmektedir (Halis, 2010: 45). İşletme ve
kurumlar bu bağlamda Toplam Kalite Yönetimi uygulamalarına müracaat etmektedir.
Gelişmiş
batı ülkelerinde kalitenin yükseltilmesi daha çok araştırma ve geliştirme
çalışmalarından yani modern teknolojiden beklenmiştir. Günümüzde ise, uzun
dönem batıda ihmal edilen “insan faktörü”nün ağırlıklı rol oynadığı ve
Japonların önemli katkıları ile dünyada uygulanmaya başlayan TKY anlayışının
kurumlardaki yarattığı değişim, çeşitli araştırmaların konusunu oluşturmaktadır
(Yolcuoğlu, 2001: 11).
Bu
çalışmada da Toplam Kalite Yönetimi (TKY) anlayışının tarihsel gelişimi,
öğeleri, yararları, amaçları üzerinde durulmakta, ulusal düzeyde
gerçekleştirilen TKY tez araştırmaları, TKY’nin uygulama sürecinde yaşanan
güçlükler, toplam kalite kültürü ve kamu kurumlarında TKY uygulamaları hakkında
bilgi verilmektedir. Son olarak ise Hürriyet gazetesinin Haziran 2007-Nisan
2018 dönemleri arasında yayımlanan köşe yazılarından eğitimde kalite konusuna
odaklanan 50 adet köşe yazısının içerik analizine tabi tutulması sonucunda elde
edilen bulgular ortaya konulmaktadır.
1.TOPLAM
KALİTE YÖNETİMİ
Tüm
faaliyetlerinde müşteri memnuniyetini temel alan bir yönetim sistemi olan
Toplam Kalite Yönetimi, Amerika’da ortaya çıkmış, Japonya’da geliştirilmiş ve
şu anda birçok ülkedeki işletme ve kamu kurumlarında rekabet üstünlüğü elde
etmek amacıyla kullanılmaktadır (Güleş, 2000: 104). Toplam Kalite Yönetimi’nin
farklı birçok tanımı bulunmaktadır. Feigenbaum, en ekonomik düzeyde tam bir
müşteri tatmini sağlayacak ürün ya da hizmet üretmek için kalite geliştirme,
koruma ve iyileştirme çabalarının bütüncül hale getirildiği bir sistem olarak
tanımlamaktadır (Halis, 2010: 47).
Dar
anlamda mal ve hizmet kalitesini, geniş anlamda ise kurum ya da işletmenin
kalitesini sürekli olarak iyileştirmek için örgüt düzeyinde yapılması gereken
tüm çabalar TKY olarak ifade edilmektedir. Buradaki “toplam” ifadesi,
örgütsel performansı artıracak tüm alanlarda kalite geliştirilmesini
amaçlamaktadır (Yatkın, 2007: 134).
TKY,
müşterinin istediği kalitede mal ve hizmet üreterek daha ucuza ve daha kısa
sürede müşteriye ulaştırmayı gerektirmektedir (Tekin, 2004: 34). TKY, kalite
yönetiminde üst yönetimin sorumluluğu, her aşama ve alanda kalite yönetimine
ilişkin faaliyetler, kalite yönetiminin sürekli olması, kalite kontrol
çemberleri içerisinde işgücünün kalite geliştirme faaliyetlerine katılımının
sağlanması olarak ifade edilmektedir (Efil, 2010: 75-76).
TKY,
bir kurumda verimliliği maksimize etmek, sıfır hataya yaklaşmak ve müşteri
tatminini tam anlamı ile sağlamak için benimsenmesi gereken ve kurum içi tam
katılımı sağlayan bir yönetim anlayışıdır (Bayram, 2017: 137). Bir yönetim
sistemi ve felsefesi olarak TKY, firmalar için mükemmelliğe uzanan bir köprü
şeklinde tasvir edilmiştir (Efil, 2010: 179).
TKY,
bir felsefe olmanın ötesinde pratik bir yönetim uygulamasını ifade etmektedir. Saraph
ve Sebastiyan’a göre, bu uygulama içerisinde işe ilişkin mantıksal bir düşünce
biçimi geliştirmek, kaliteyi geliştirmek için çalışanları motive etmek ve
pazarlama şansını artırıcı bir şirket kültürü meydana getirmek şeklinde üç
temel unsur bulunmaktadır (Diken, 2009: 12).
TKY,
hataların ortadan kaldırılması için müşterilerin şikâyet ettiği ya da hataların
tespit edildiğinden sonra tepki verilen reaktif kalite anlayışı yerine,
proaktif kalite anlayışına sahiptir. Bu anlayışa göre, hatalar ortaya çıkmadan
gerekli önlemleri almak, kalitenin gerekli iyileştirme ve geliştirmesi
sağlanarak ürün ya da hizmetin pazara giriş sürecini en kısa süreye indirmek
amaçlanmaktadır (Türk vd., 2004: 13).
Toplam
Kalite Yönetimi, Japonlar tarafından geliştirilen bir sistem olarak ifade
edilse de, Japonlara has bir sistem değildir. Fikirler toplumlararası geçiş
sürecinde bir taraftan sistemleştirilirken, diğer taraftan da uygulama
aşamasında dönüşüme uğramakta ve bütün kültürlerin kendilerine has bir uygulama
şekli olabilmektedir (Halis, 2000: 101). Bazı işletmelerin TKY’yi, her sorunu
çözen ve örgütün bütün rahatsızlıklarını tedavi eden mucizevî bir ilaç gibi
gördükleri ve bunun bir değerlendirme yanılgısı olduğu ifade edilmektedir
(Taner ve Kaya, 2005: 355).
TKY’yi
Türkiye’de yayma sürecinde rol alan TÜSİAD ve KALDER’in bu anlayışı benimsetmek
için izledikleri retoriksel söylem, Özen (2000) tarafından küresel, ulusal
ve örgütsel olmak üzere üç ana başlık altında toplamıştır. Küresel düzlemde
TKY, küreselleşme, değişim, rekabet gibi koşullarda varlığını sürdürebilmenin
tek geçerli yolu olarak sunulurken; ulusal düzeyde TKY’nin Türk toplumu için
toplumsal barış, ekonomik kalkınma, Atatürk’ün koyduğu çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşma hedefini gerçekleştirme aracı olma gibi özelliklere sahip kültürel ve
dinsel açıdan en uygun yönetim anlayışı olarak tanıtılmıştır. Üçüncü ve son
olarak, örgütsel düzlemde ise, TKY’nin mevcut yönetim yaklaşımları içerisinde
en rasyonel, en bilimsel, en modern, en insancıl, en demokratik ve hatta insan
haklarına en saygılı yönetim anlayışı olarak örgütleri başarıya götürdüğü
vurgusu yapılmıştır.
1.1.TOPLAM
KALİTE YÖNETİMİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Toplam
Kalite Yönetimi’nin geçmişi II. Dünya Savaşı sonrasında Japonya’nın yeniden
kalkınması hamlelerinin olduğu döneme kadar uzanmaktadır. Deming ve Juran’ın
ABD sınırları dışında süreç kontrolü, kalite yönetimi, istatistiksel kalite
kontrolü uygulamalarını yayma girişimleri neticesinde bu kavramlar Japonya’da
uygulanmaya başlamıştır. Feigenbaum tarafından kullanılan “Toplam Kalite
Kontrolü” kavramı, Ishikawa tarafından Japon kalite hareketi ile
bütünleştirilerek “Toplam Kalite Yönetimi” yaklaşımı ortaya konmuştur (Özgener,
2011:5-6). Edwards Deming tarafından 1980 yılında hazırlanan “Japonlar
yapıyorsa biz neden yapmayalım” adlı televizyon programı ile firmalar ve
ülkeler kalite konusunun öneminin farkına varmışlardır (Aydın, 2017: 140).
Savaş sonrası Japonya’da ABD’nin bir etkisi sonucunda ortaya çıkan TKY
uygulamaları, yaygın eğitimler ve grup dinamizmi çabaları ile kurum ve
şirketlerde yaygınlaştırılmıştır (Özdemir, 2011: 189). Bu süreçte sanayi
kuruluşlarında yaygın olarak benimsenen TKY, kamu kurumları, eğitim ve hizmet
sektöründe ilgi görmesi ise daha yakın zamanlara dayanmaktadır (Çalışkan, 2006:
67).
Son yirmi yıl içerisinde Japonya, Güney Kore
ve Tayvan gibi ülkeler, kazandıkları yüksek rekabet gücüyle tüm dünyanın
dikkatini üzerlerine çekmeyi başarmıştır. Özellikle Japonya’nın elde ettiği
başarıların sebeplerini ortaya koyan birçok eser kaleme alınmıştır. Bu sebepler
arasında korumacılık, makro ekonomik politikalar, milli özellikler, sosyal ve
kültürel değerler, ömür boyu istihdam politikası, eğitim düzeyi ve çalışkanlık
gibi unsurlara dikkat çekilse de asıl neden, batıdan öğrendikleri yaklaşımlarla
klasik yönetim modelini reddeden bir yönetim modeli geliştirmelerinden
kaynaklanmaktadır (Özdemir, 2011: 190). 1980’li yıllarda yaşanan iki önemli
gelişme bu süreci destekler niteliktedir. ABD’de kapanan şirketleri satın alan
ve yönetici ve çalışanların Amerikalı olduğu bu şirketlerde TKY uygulamaları
ile başarılı sonuçlar elde edilmiştir. ABD, Avrupa, Güney Kore ve Tayvan
şirketlerinin de bu uygulamalarda başarılı sonuçlar elde etmeleri TKY’nin
önemine işaret etmektedir (Diken, 1998: 24).
Türkiye’de
ilk TKY uygulamaları, ya uluslararası kuruluşların Türkiye’deki şirketleri ya
da bunların yerel sermaye ile ortak kurduğu şirketler (Oyak-Renault, Brisa,
Simko, Türk Siemens Kablo, Çayırova, Türkiye Şişe ve Cam Sanayi A.Ş. ve Netaş) tarafından
ve yabancı ortaklarının inisiyatifleri ile gerçekleştirilmiştir (Özen, 2000: 3).
Türkiye’deki TKY serüveninin 1980’lı yılların başında yaşanan ekonomik ve
politik değişimlerin iş sistemine yansımaları yani ithal ikamesi politikasından
dışa açık büyüme politikasına geçişin neden olduğu tetikleyici yapısal
değişimin, iç talebin azalması, rekabetin artması, ihracatın teşvik edilmesi
gibi sonuçlar doğurması ve bunun neticesinde Türk sanayi kuruluşlarının kalite ve
verimliliği artırarak rekabet avantajı elde etme arayışına sürüklenmesi ile
başlamış ve 1990’lı yılların başında uygulama deneyimleri gerçekleşmiştir
(Özen, 2000: 2; Özen, 2002: 60). Türk yönetim uygulaması tarihinde belki de ilk
kez, yönetici ve işadamları gibi uygulayıcıların uluslararası alanda
geliştirilmiş bir yönetim modeline bu denli yoğun ilgi gösterdiği görülmüştür (Özen,
2002: 48). Aynı yıllarda kamu kurumlarında da TKY uygulanmasına dair yasal
düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu düzenlemeler de hükümetlerin sürece
verdikleri öneme bağlı olarak günümüze kadar gelmiş ve bir kısım
güncellemelerle varlığını sürdürmektedir.
TKY’nin
ülkemizde ilk gündeme geldiği yıllarda TÜSİAD ve KALDER birer değişim ajanı
gibi davranarak TKY’yi yayma rolünü üstlenmiş, bunu da Türk sanayisinin uluslararası
piyasalardaki rekabet gücünü artırma, işçi-işveren arasında ve genel olarak
toplumsal barışı sağlama, 1980’li yıllarda
yaşanan yolsuzluklardan dolayı aşınan işadamı imajını yeniden inşa etme ve
toplumsal gelişmeye önderlik etme şeklinde gerekçelendirmiştir (Özen, 2002:
65). TÜSİAD ve KALDER’in TKY’yi küreselleşme, ulusal kalkınma ve örgütsel
başarı şeklindeki üç temel retorik yoluyla meşrulaştırdığı belirlenmiştir
(Özen, 2002: 70).
Şekil 1: TKY’nin Türkiye’de Yayılım Sürecinin Kavramsal Çerçevesi
Kaynak: Özen, Ş. (2002), Bağlam, aktör, söylem ve kurumsal değişim: Türkiye’de toplam kalite yönetiminin yayılım süreci, Yönetim Araştırmaları Dergisi, 2(1), 55.
Özen
(2002), TKY’nin Türkiye’deki yayılım süreci incelemiş ve kavramsal çerçevesini
Şekil 1’de olduğu gibi ulusal, kurumsal ve örgütsel olmak üzere üç bağlam
ekseninde ifade etmiştir. Ulusal bağlamda, ulusal iş sisteminde yer alan
kurumlar, kurumsal girişimcilerin (çok uluslu şirketler, medya, danışmanlık
şirketleri, TÜSİAD ve KALDER) değişime yönelik eylemlerine dayanak olma ve
kısıtlar/fırsatlar sunma, değişime dönük söylemlerini kurmada yararlanırken;
kurumsal bağlamda TKY’nin benimsenmesi için baskı oluşturan ve TKY’yi yaymaya
yönelik bir yaklaşım söz konusudur. Örgütsel bağlamda ise, örgütlerin kurumsal
bağlam içindeki davranış şekilleri, TKY’yi benimseme kararını veriş biçimleri,
TKY’yi uygulama yaklaşımları ve kurumsal değişimin boyutları gibi hususlar
üzerinde durulmaktadır.
Türkiye’deki
örgütlerin TKY’yi kurumsal girişimcilerin yarattığı normatif baskı ve teknik
verimlilik baskısını dikkate alarak “pragmatist-törensel” biçimde
benimsedikleri ve TKY’nin Türkiye’de yayılım sürecinin doğurduğu kurumsal
değişimin kökten değil kısmi bir değişim olduğu düşünülmektedir (Özen, 2002:
80).
TKY
uygulamaları çeşitli sektörlerde denenmiş ve bir kısmında ciddi başarılara
neden olmuştur. Kamu kurumlarındaki uygulamalar da dönemsel olarak değişim
gösteren bir seyir izlemiştir. Son dönemde yükseköğretim kurumları gibi çeşitli
kamu kurumlarında kalite uygulamalarının yeniden zorunlu hale getirilmesi ile
TKY’nin daha fazla gündeme gelmesi beklenmektedir.
******
2007-2018
YILLARI ARASINDA ÇIKAN BİR GAZETE KÖŞE YAZILARININ İNCELENMESİ
Çalışmanın
bu bölümünde, Hürriyet gazetesinin Haziran 2007-Nisan 2018 dönemleri arasında
yayımlanan köşe yazılarından eğitimde kalite konusuna odaklanan 50 adet köşe
yazısı içerik analizi yöntemiyle incelenmiş ve Toplam Kalite Yönetimi süreci
hakkındaki mevcut durumun tespit edilmesi amaçlanmıştır.
2.1. YÖNTEM
Çalışma
kapsamında Hürriyet gazetesinin Haziran 2007-Nisan 2018 dönemleri arasında
yayımlanan köşe yazılarından eğitimde kalite konusuna odaklanan 50 adet köşe
yazısı belirlenmiştir. Bu köşe yazıları eğitimde kalite ve TKY bağlamında
içerik analizine tabi tutulmuştur.
İçerik
analizi sosyal bilimler alanında sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Bu analiz
türü, belirli kurallara dayalı kodlamalarla kitap, kitap bölümü, mektup, tarihsel dokümanlar,
gazete başlıkları ve yazıları gibi bir metnin bazı sözcüklerinin daha küçük
içerik kategorileri ile özetlendiği sistematik, yinelenebilir bir teknik olarak
ifade edilmektedir (Sert vd., 2012: 353). İçerik analizi, söylemin görünen,
kolayca yakalanan, sergilenmiş ve ilk bakışta algılanan içeriği yerine, gizil,
üstü örtülü içeriğini ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla içerik
analizi, mesajda, bireyi görünmeden etkileyen öğelerin belirlenmesine yönelik
“ikinci bir okuma” olarak görülmektedir (Bilgin, 2006: 1).
İçerik
analizi tekniklerinin ortak paydası, çıkarsama/çıkarım esasına dayanmalarıdır.
Bu teknikler, mesajlarda gözlenen ve betimlenen öğelerden hareketle bir yorum
getirme amacını taşıdıkları için objektiflik-sübjektiflik uçları arasında
uzanan bir doğru üzerinde farklı noktalarda yer almaktadır (Bilgin, 2006: 1-2).
2.2.BULGULAR
Hürriyet
gazetesinin Haziran 2007-Nisan 2018 dönemleri arasında yayımlanan köşe
yazılarından eğitimde kalite konusuna odaklanan 50 adet köşe yazısı ilgili
yapılan içerik analizi belirli temalar altında değerlendirilmiştir.
2.2.1.Eğitime Bakış
Yapılan
inceleme sonucunda yazarların eğitime olan bakış açıları bir tema olarak
belirlenmiştir. Eğitim, ülke çapındaki birçok sorunların hem kaynağı hem de
çözümü olarak görülmektedir.
Berkan
(2015), eğitimi “toplumda yaşanan bütün sorunların anası” olarak
tanımlanmıştır. Dolayısı ile mevcut sorunların çözülmesi için eğitimde
kalitenin sağlanması gerekmektedir.
Bayer (2007), eğitimde kalitenin sağlanabilmesi için “bireysel farklılıkları yok
sayan fabrikasyon üretim anlayışından vazgeçilmesi” gerektiğini şu şekilde
ifade etmiştir:
“Asıl hata bireysel farlılıkları yok sayan fabrikasyon
üretim anlayışı değil mi? Eğitim hatalarını düzeltmenin hiç kolay olmadığını,
hatta sağlık hatalarından bile ölümcül olduğunu bilerek ‘insan yaratma’ya daha
ne kadar uğraşacağız.
Başka bir köşe yazısında ise özel bir eğitim kurumunun müdürü, eğitimin
‘fabrika işi’ olmadığını ve uzun soluklu bir süreç olduğunu aşağıdaki
ifadelerle belirtmiştir (Omur, 2018):
“Bir
okulun rüştünü ispatlayabilmesi için 15-20 nesil yetiştirmesi gerekir. Eğitim,
sanayideki gibi ‘hammaddeyi azalt-çoğalt ve sonucu değiştir’ gibi olmaz. Eğitim
fabrika işi değil.”
Eğitim, birçok sorunun çözülmesinde önemli bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’nin reform yorgunu bir ülke olduğunu ifade eden Prof. Dr. Erinç Yeldan, ekonomik reformların kalıcı sıçramalar yapamadan bittiğine ve Kore gibi kendi markalarını, kendi teknolojilerini yaratan bir sanayi yaratamadığına dikkat çekmiştir. Cari işlemler açığı, ithalata bağımlılık gibi unsurların yurt içi sanayiciyi ithal mallarla rekabet edemez duruma düşürdüğünü ifade eden Prof. Yeldan, Türkiye’nin ‘orta gelir tuzağı’ tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını ve bu durumdan kurtulmanın tek yolunun teknoloji üreten ülke olmak olduğunu belirtmiştir. Bunun için de kaliteli eğitim almış nesiller yetiştirmek gerekmektedir (Türsen, 2013).
Akyol
(2014), eğitim kalitesinin üretim süreçlerine de yansıdığını ifade ederek, iyi
eğitim alan toplumların farkını aşağıdaki gibi açıklamıştır:
“İyi eğitimli
nüfus akıllı telefon yapıyor, bilgisayar, tıbbi cihaz, uzay araçları yapıyor ve
çok kazanıyor... Eğitimi iyi olmayan nüfus ise daha ziyade tekstil yapıyor,
betonarme binalar dikiyor!”
Türkiye’nin
eğitimden önemli bir davası olamayacağını belirten Akyol (2014), milli onur,
aktif dış politika ve demokrasinin kalitesinin hem eğitimin yaygınlığı, hem kalitesi,
hem de sanayi ile ilişkisine bağlı olduğunu vurgulamıştır.
Akyol (2015),
eğitim ve öğretim politikalarında yaşanan başarısızlık ve eğitim kurumlarındaki
kalite sorunu nedeniyle 2023 Hedefleri’ne ulaşmanın gerçekçi olmadığına dikkat
çekmiştir. Aynı şekilde, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu “orta gelir
tuzağı”ndan çıkabilmesi için eğitim ve demokraside ortanın üstündeki kalite
göstergelerine ulaşmak gerektiğini belirtmiştir.
2.2.2.Eğitimde Kalite Politikalarının Belirlenmesi
Haziran
2007-Nisan 2018 tarihleri arasında yayımlanan eğitimde kalite konusundaki köşe
yazılarının incelenmesi sonucunda Türk eğitim sisteminin kalitesini artırmak
için politikaların belirlenmesi sürecinde kararlara katılım, milli uzlaşma,
gelecek vizyonun belirlenmesi, ihracat odaklı kalkınma, uluslararası rekabeti
dikkate alma, eğitimin yerelleşmesi, erişim reformları ve kalite reformları
gibi konular öne çıkmıştır.
Eğitimde
kaliteyi sağlamak ve hataları gidermek amacıyla iki farklı reform adımlarının
izlendiği ifade edilmektedir. Bolat (2010), erişim reformu ve kalite reformu
olarak ifade edilen bu iki reform türünden ilkinin politika yapıcılar tarafından
daha çok tercih edilmesinin sebebini aşağıdaki gibi ifade etmiştir:
“Hükümetler
eğitimi düzeltmek için genelde erişim reformları yapar. Örneğin, okul yapar, üniversite açar, alt
yapı çalışmalarını hızlandırır, bütçeyi artırır, bilgisayar alır, ekipman alır,
okulları fiziksel olarak geliştirir, kitap dağıtır, vs.
Hükümetler genelde bu tür erişim reformlarını
tercih eder çünkü bu tür reformların sonuçları somuttur ve kamuoyu tarafından
açıkça görülebilir. Hükümetler de bu reformlar sayesinde toplumun desteğini
alır.”
Bolat (2010)’a göre, erişim reformları kısa vadede olumlu etkiler yaratsa da uzun vade beklenen sonuçları sağlamamaktadır. Eğitimin kalitesinde istenen sonuçların elde edilmemesi, alınan teçhizatın kullanılmaması ve bütçenin yanlış harcanması muhtemel sonuçlardır. Bolat (2010), eğitimde kalitenin sağlanması için kalite reformlarının hayata geçirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Kalite reformlarının politika yapıcılar tarafından tercih edilmemesinin nedenlerini ise aşağıdaki şekilde belirtmiştir:
“Kalite reformları;
verimliliği artırma, etkililiği artırma, sorumluluk verme, performansı
geliştirme, öğretmen davranışlarını değiştirme üzerine inşa edilir.
Ama hükümetler
bunu yapmaya yanaşmaz çünkü risklidir. Kaliteyi artırmak zaman alır ve
hükümetler o kadar bekleyemez. Daha kısa vadeli düşünürler.
Sonuçları
kamuoyu tarafından hemen gözle görülmez. Kalitesizleri ayıklamak gerektiği için
iş kaybı olur ve toplum da buna karşı çıkar. Toplumdan yeni çalışma yöntemleri
beklenir. Toplum başımıza iş açtın diye tepki gösterir.
Bu risklerden
dolayı hükümetler kalite reformlarından uzak durur.”
Eğitim
politikalarının belirlenmesinde ve reform süreçlerinde milli uzlaşının
sağlanması ihtiyacı gündeme gelmektedir. Köşe yazılarına yönelik yapılan
incelemede eğitim sisteminin değiştirilmesi sırasında en öncelikli hususlardan
bir tanesi olarak “milli uzlaşma” kavramının altının çizildiği görülmüştür.
Gümüş (2012), milli uzlaşma kavramı konusuna şu ifadelerle açıklık getirmiştir:
Milli uzlaşma. Eğitim reformunda anahtar kelime işte tam da bu
olmalıydı. Kızlarımıza, oğullarımıza nasıl daha kaliteli ve sağlam bir eğitim
verebileceğimizi tartışmalıydık. Siyah-beyaz televizyondan iPad’e sıçramış bir
kuşak olarak, nasıl teknoloji tüketen değil, üreten bir topluma
dönüşebileceğimizi konuşabilseydik. Her liseliye, mezun olduğunda nasıl anadili
gibi İngilizce konuşturabileceğimizi dil bilimcilerle, öğretmenlerle
tartışsaydık.
Madem tarih yazılıyor, bu sadece toplumun bir bölümünün değil, tüm
ülkenin tarihidir. Yeni dönemde, yeni yapılanmada herkesin endişelerine yanıt
verecek, eğitimin içeriğinin nasıl olacağına dair milli bir tartışma
başlatılmalıdır.
Gümüş (2012), milli uzlaşma konusunda dönemin Türkiye-AB
Karma Parlamenter Komisyonu Eş Başkanı Afif Demirkan’ın AB’ye yolladığı mektuptan
alıntı yaparak konunun önemine dikkat çekmiştir. Demirkan, darbe döneminin izi
olarak tanımladığı mevcut eğitim sisteminin Türkiye’nin ilerleme ve küresel
rekabet gücü doğrultusundaki hedefleriyle uyuşmamakta olduğunu ifade etmiş ve insan
haklarını temel alan eğitim reformunun, demokratik mekanizmaları güçlendirerek,
çoğulcu, demokratik, liberal ve şeffaf bir sistem olarak 21’nci yüzyılın
gereklerine cevap vereceğini belirtmiştir. Mektupta milli uzlaşının gerekliliği
ise şu ifadelerle belirtilmiştir:
“Mevcut ideolojik
sistemi daha esnek, piyasa eksenli ve katılımcı bir modelle değiştirme
noktasında milli bir uzlaşma oluşturması Türkiye’nin önceliklerinin başında
gelmelidir.”
Eğitim
politikalarının belirlenmesi konusunda Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği’nden
de karar sürecine katılım adına iletişim kanallarının açık olması gerektiği
ifade edilmiştir. Dernek başkanı beklentilerini şu şekilde dile getirmiştir
(Çakmakçı, 2013):
“Çağımızın
kalite ve verimlilik aracı iletişimde kanalları kapatmanın kimseye faydası yok.
Eğitim konusundaki fikir alışverişini gözetmek hepimizin görevi. Özel okullarla
ilgili düzenlemelerde sivil toplum kuruluşlarının görüşü alınmalı. Dernek
olarak özel okullarla ilgili kritik kararların alınması aşamasında iletişim
daha kuvvetli gerçekleşsin. Aksi durumda tahammül sınırlarımız zorlanıyor.”
Benzer bir
şekilde Küçükşahin (2014), 4+4+4 sistemine geçildiği dönemde de karar
süreçlerine katılım konusunda beklenen performansın sergilenmediğine işaret
etmektedir. Karar alıcılar arasında koordinasyon eksikliği de politika
belirleme sürecinde yaşanan önemli sorunlardan birisi olarak ifade
edilmektedir.
Eğitim
politikalarının belirlenmesi sürecine yöneltilen eleştirilerden bir tanesi de
Bayer (2012) tarafından aktarılmaktadır. Buna göre, eğitim politikaları ve
reformlarının belirlenmesi ve uygulanması sürecinde gerekli hazırlıkların
yapılması bir zorunluluk iken bunun aksi bir davranış sergilenmektedir. Eğitim
adına belirlenen politikaların sık sık değişikliğe uğraması ise “yap-boz”
metaforu ile eleştirilmektedir. Yap-boz bir eğitim sisteminin hiçbir topluma fayda
getirmeyeceği, aksine büyük sorunlara neden olacağı ifade edilmektedir.
Bolat (2013), eğitim politikalarının siyasi çekişmelerden
uzak olması gerektiğine şu ifadelerle dikkat çekmiştir:
“Şunu unutmayalım eğitim, siyasi
çekişmelere alet olursa taraflardan biri kazanır, ama bu arada bir nesil
kaybolur.”
Berkan (2013), eğitimde kalite
sorunlarının çözülmesi için, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bürokratik işlerden
daha çok eğitime odaklanan bir yapıya kavuşturulması gerektiği ihtiyacının
altını çizmektedir:
“Bizim eğitimi baştan sona ele almamız gerek. Milli Eğitim Bakanlığı’nı bina yapan ve her yıl yüzbinlerce öğretmenin ataması/tayini/işe alımıyla uğraşmaktan eğitime vakit ayıramayan bir bakanlık olmaktan kurtarmamız gerekiyor.”
Berkan (2015), eğitim
kalitesinin hızla düşüşe devam ettiğine vurgu yaparak, kalitenin artırılması
için köklü adımların atılması gerektiğine işaret etmiştir:
“Bu
adımların bir bölümü idari, bir bölümü ise eğitimin kalitesiyle ilgili olmak
zorunda. İdari adımlar, atılması görece kolay şeyler. Bunların başında eğitimin
merkezi niteliğini törpülemek, kontrollü ve belli standartlar dâhilinde yerel inisiyatife
eğitimde yer açmak geliyor.
Çok daha zor ve meşakkatli olan ise eğitimin kalitesiyle ilgili standartlar belirlemek ve bunları uygulamak. Kalite çıtasını yükseğe koymak ve öğrencileri bu yüksek çıtaya getirmek için öğretmenlerimizi yeniden eğitmek/motive etmek zorundayız.”
Akyol (2015a), eğitim politikalarının en önemli
sorunlarından bir tanesinin “istikrarsızlık” olduğunu dile getirmiş ve ülkenin
bütün geleceğinin eğitime bağlı olduğunu belirtmiştir. Eğitim alanında
gerçekleştirilenleri görmezden gelmeyen Akyol, asıl sorunun dünyanın gerisinde
kalmak olduğuna vurgu yapmış ve bu süreçte politika yapıcıların otoriterleşmesi,
otokontrol mekanizmalarını işletememesi, eleştiri ve uyarı mekanizmalarına
karşı olumsuz tepki vermeleri gibi sorunların olduğuna değinmiştir.
Berkan (2015a), Milli Eğitim Bakanlığı’nın ülke
çapında eğitim kalitesinin artması için önlemler alması ve hedefler koyarak bu
hedeflerin yerine gelmesini sağlaması gerektiğine işaret etmiş ve öncelikli
olarak üç temel beceri alanının altını çizmiştir:
“En önce üç temel beceri alanında,
yani çocuklarımızın anadillerinde yazılanı okuyup anlamasını ve kendilerini
yazarak ifade edebilmeleri, matematik ve fen alanında merkezi sınavlarda
ortalama başarıyı yüzde 50’nin üzerine taşıyabilmeliyiz.”
Yelçe (2016), ‘Fırsatları
Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi’ anlamına gelen “Fatih Projesi”
ile eğitim ve öğretimde fırsat eşitliğinin sağlanması amaçlanmasına rağmen
proje kapsamında üretilen tablet ve akıllı tahta gibi teknik donanımların ve
bunlar için hazırlanan eğitim içeriklerinin görme engelli öğrencilere uygun
olarak hazırlanmadığını belirmiştir. Bu durum, Fatih Projesi’nin
erişilebilirlik, verimlilik, eşitlik, ölçülebilirlik ve kalite şeklindeki
ilkeleri ile de çelişmektedir. Dolayısıyla, eğitim politikalarında eşitlikçi
bir yaklaşım sergilenerek eğitim kalitesinin artışının sağlanacağı
öngörülmektedir.
Türsen (2016), internet yardımı
ile makinelerin birbiriyle konuşması ve yapay zekanın geliştirilmesini öngören Endüstri
4.0’ın verimliliği artırırken maliyetleri düşüreceğini ve yeni iş alanları
yaratacağını ifade ederek yeni teknolojilere uzak olan ve eğitimde geri
kalanların istihdam sorunları ile muhatap olacağına dikkat çekmiştir. Eğitim
politikalarının gelecek odaklı olarak gerekli nitelik ve niceliğe sahip bir
şekilde güncellenmesi söz konusudur. Türsen (2016), Avrupa’nın Almanya
önderliğinde Endüstri 4.0’a geçmekte olduğunu, İngiltere’de 1 milyon ilkokul
çocuğuna program yazmayı öğrenmeleri için ücretsiz makine dağıtıldığını
aktarmıştır.
Türkiye Özel Okullar Derneği
(TÖZOK) Başkanı Cem Gülan, eğitim kalitesinin daha sorgulanabilir hale gelmesi
için devletin eğitimi özel sektöre devretmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Bu
sayede eğitimin kalitesi daha fazla sorgulanabilir hale gelecektir (Çakmakçı,
2017).
Akyol (2017), eğitimde ideoloji
ve sadakati öncelemek yerine bilimsel ve liyakat esaslı bir yaklaşımın
benimsenmesi gerektiğini belirtmektedir. Uzakdoğu kalkınmasının başarı
sırlarından birisi olarak görülen “ihracata dönük büyüme” olduğunu ifade eden
Akyol (2017), ihracatın kalkınmada lokomotif olabilmesi için teknoloji ile
eğitimli işgücüne ihtiyaç duyulduğunu ve bütün bunların da kaliteli eğitime
bağlı olduğunu vurgulamaktadır.
Eğitim politikaları ve sisteminde
yaşanan değişimin hızı köşe yazılarında incelenen bir konu olmuştur. Değişimin
hızını Şirin (2017), şu şekilde dile getirmiştir:
“Malum ben bu köşede
haftada bir yazabiliyorum, ama Türkiye’de eğitim haftada iki kere değişiyor.
Yetişemiyorum!”
2.2.3.Eğitimde Kalite Ölçme ve Değerlendirme
Eğitimde kalitenin ölçme ve
değerlendirme işlemleri, PISA (OECD destekli), TIMSS (Dünya Bankası destekli),
TEOG (yeni adıyla LGS), Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS), bilimsel araştırmalar
ve yayınlar, Uluslararası Bakalorya Diploma Programı (IBDP), uluslararası ya da
ulusal sıralamalar, akreditasyonlar, izleme raporları (OECD, Eğitim Reform
Grubu vb.), ölçme kurumları, yurtdışı üniversitelerden burs ya da kabul alma,
yabancı öğrenciler, mezuniyetten sonra işe yerleşme, akademik personel sayısı, okul
notları ve karne dönemi gibi birçok araç vasıtası ile gerçekleştirilmektedir. Yapılan
ölçme ve değerlendirme işlemleri sonucunda elde edilen veriler, kurumların eksiklerini
görme, çıktılarını değerlendirme ve kendilerini çağa uygun bir biçimde
güncellemeleri için fırsatlar sunmaktadır. Ayrıca, bu sonuçları takip eden
öğrenci ve velilerin ilgili kurumları tercih edilmesinde de önemli bir rol
oynamaktadır.
2.2.3.1.Karne
Dönemi
Karne dönemi, eğitim kurumları
tarafından bir dönem boyunca sunulan eğitimin bir değerlendirmesi olarak
görülmektedir. Bir dönem boyunca gerçekleştirilen eğitim faaliyetleri sonunca
elde edilen çıktılar, yeni döneme ışık tutucu niteliktedir.
Eğitim sisteminin kalitesi
konusunda karne döneminin rolü Bayer (2007) tarafından aşağıdaki gibi sorgulanmaktadır:
Bir eğitim yılı daha sona erdi. Karneler
alındı. Kurumlar sınıf ve okul başarı ortalamaları hesaplanıyor. Bir bakıma kar
zarar hesabı yapılıyor. Karnesinde kırığı olanlar defolu ürünler mi sayılacak
şimdi? Eğer öyleyse defolu ürünleri ne yapacağız? Sınıflandırıp ikinci kalite
muamelesi mi yapacağız? İşe yaramaz deyip gözden mi çıkaracağız? Yoksa hataları
gidermenin yollarını mı arayacağız? Peki hataları nerede arayacağız? Hammaddemi
kötü, malzemeyi işleyen mi, yoksa işleme yönteminde mi hata var?
2.2.3.2.Yabancı
Öğrenciler
Eğitim kurumlarının yabancı
öğrencilere eğitim ve araştırma imkânı sunması, yabancı öğrenciler tarafından
tercih edilmesi de bir kalite ölçme ve değerlendirme kriteri olarak
görülmektedir. Ülsever (2008), yükseköğrenimde kalite ölçümleri için en önemli
unsurlardan bir tanesinin yükseköğrenimdeki yabancı öğrenci sayısı olduğunu
ifade etmiş ve yabancı öğrencilerin önemini şu şekilde açıklamıştır:
“Bir de yükseköğrenimde kalite meselesine
bakalım. Yükseköğrenimde kalite ölçümlerinden belki de en önemlisi,
yükseköğrenimdeki yabancı öğrenci sayısıdır. Size ne kadar dış talep olduğudur.
Yine OECD verilerine göre, bugün itibarıyla dünyada 132 milyon üniversite
öğrencisi global bazda eğitim görüyor ve 300 milyar dolarlık bir pazar
yaratıyor. 2.7 milyon öğrenci kendi ülkeleri dışında bir ülkede eğitim
görüyor.”
Malezya’nın 50 civarındaki
üniversitesi ile 60 bin yabancı öğrenciye ev sahipliği yaptığını ifade eden
Ülsever (2008), 150 dolaylarında üniversiteye sahip olan Türkiye’de bu rakamın
2 bin civarında olduğuna dikkat çekmiştir.
2.2.3.3.Eğitim
Kurumlarından Kabul/Burs Alma
Eğitimde kalite ölçme ve
değerlendirme kriterleri arasında gösterilen unsurlardan bir tanesi de
mezunların yerli ya da yabancı eğitim kurumlarından öğrenciliğe kabul edilmesi
ya da burs hakkı elde etmesidir. Ortaöğretim kurumları, mezunlarının
üniversitelere kabul edilmesini bir kalite ve başarı ölçütü olarak sunarken,
üniversiteler de mezunlarının Harvard, MIT, Yale, Brown, Stanford gibi dünyanın
önde gelen üniversiteleri başta olmak üzere üniversitelerin master, doktora ya
da araştırma programlarına kabul edilmesini kalitelerinin bir göstergesi olarak
öne sürmektedirler.
Bir ortaöğretim kurumunun
yöneticisi, mezunlarının üniversitelerden kabul ve burs almasını şu şekilde
ifade etmiştir (Dikmen, 2015):
“Mezunlarımıza gelince yalnızca
Türkiye’nin en iyi üniversitelerine değil, dünyanın en iyi ilk 250
üniversiteden kabul ve burs alıyorlar. Örneğin en son aldığımız haberlerden
birini paylaşayım, ODTÜ Elektrik Elektronik Bölümü’nü bölüm, fakülte ve
üniversite birincisi olarak bitiren mezunumuz doktora için MIT, Harvard ve
Stanford’dan kabulü aldı.”
2.2.3.4.Sınavlar
PISA (OECD destekli), TIMSS (Dünya
Bankası destekli), SAT, TEOG (yeni adıyla LGS), Yükseköğretim Kurumları Sınavı
(YKS), eğitim kurumlarının kendi sınavları gibi çeşitli sınavlar aracılığı ile
kurumların sunduğu eğitim kalitesini ölçme ve değerlendirmenin mümkün olduğu
belirtilmektedir. Özellikle PISA ve TIMSS gibi sınavlardan elde edilen veriler,
ülkelerin eğitim sistemlerinin kalitesi hakkında bilgi vermekte ve küresel
ölçekte bir kalite sıralaması yapma imkânı sağlamaktadır.
Akyol (2014), Uluslararası Öğrenci
Değerlendirme Programı (PISA)
sıralamalarından yola çıkarak eğitim sisteminin kalitesini şu ifadelerle
sorgulamaktadır:
“2023’e dokuz
yıl kaldı... PISA sınavlarında öğrencilerini 42. sırada bırakan eğitim
kalitesiyle ve ihracatında teknoloji payı yüzde 3.3 olan ekonomik yapıyla dokuz
yıl içinde Almanyaların yanına ulaşabilir miyiz?!”
LGS ve YKS gibi sınavlar ise
ulusal düzeyde eğitim kurumlarının kalitesi hakkında bilgi vermekte ve buna
göre bir sıralama yapmaktadır. TEOG sisteminin yerine gelen LGS sınavında
öğrenciler, devlet tarafından “nitelikli” olarak sınıflandırılan liselere
girebilmek için çaba sarf edeceklerdir. YKS sınavı ile de kaliteli olarak
tanımlanan üniversitelerde eğitim görmek için adayların daha fazla puan alması
gerekecektir. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından yapılan düzenleme gereği
belirli fakültelerde eğitim hakkı kazanabilmek için belirlenen baraj puanını
aşma zorunluluğu bulunmaktadır.
Akyol (2015), yükseköğrenim
kurumlarına giriş için uygulanan LYS sınavı verilerinden yola çıkarak eğitim
kalitesi hakkında şu ifadeleri kullanmıştır:
Eğitim her alanda
alarm veriyor. LYS sonuçları açıkça gösteriyor ki, özellikle matematikte 2010
yılından beri sürekli bir düşüş var. “Türkçe-Sosyal” alanında bile. En kötüsü
matematik ve geometri.
LYS’de 2011 yılında
matematik testlerinin yapılma ortalaması 15.12 iken, 2015 yılında 9.2’ye indi.
Geometride 8.53’ten 3.78’e düştü. Türk dili edebiyatında büyük bir düşüş yok.
Öğrenci sayısı ve
okullaşma oranı artarken kalite düşüyor. Türkiye’nin yarınları için bir
alarmdır bu.
Berkan (2015), YGS ve LYS sınav
sonuçları üzerinden bir kalite değerlendirmesi yapmış ve bu sonuçların Milli
Eğitim Bakanlığı için de bir ölçüt olduğuna işaret etmiştir:
“Yıllardır her yılın bugünlerinde
aynı yazıyı yazıyorum. Bana göre üniversiteye giriş sınavlarının ilk aşaması
olan YGS veya Yükseköğretime Geçiş Sınavı da, ikinci aşaması olan LYS veya
Lisans Yerleştirme Sınavı da, sadece bireylerin girip kişisel başarılarını
aradıkları sınavlar değil. Bu sınavlara bir de devasa bir kurum katılıyor,
Milli Eğitim Bakanlığı.
Biz çocuklarımızı en az 12 yıl bakanlığa
emanet ediyoruz, bakanlığın bu 12 yılda neyi ne kadar başarabildiğini de YGS ve
LYS sonuçları sayesinde öğreniyoruz.
Son altı yılın rakamlarına baktığımızda bakanlığın giderek daha çok çocuğumuzu liseden mezun ettiğini ama mezun olan bu çocuklarımızın akademik başarısının giderek daha düştüğünü net biçimde görüyoruz.”
Son altı yılın rakamlarına baktığımızda bakanlığın giderek daha çok çocuğumuzu liseden mezun ettiğini ama mezun olan bu çocuklarımızın akademik başarısının giderek daha düştüğünü net biçimde görüyoruz.”
Berkan (2015a),
yükseköğretim kurumlarına getirilen baraj puanı uygulamasının geçici bir önlem
olduğunu ve asıl sorunun ortaöğretim kurumlarının kalitesi ile alakalı olduğuna
işaret ediyor:
“Baştan söyleyeyim,
YÖK’ün yaptığı yerinde bir şey ama bu çözüm tabiatı gereği kısa vadeli ve
geçici bir çözüm olmak zorunda. Çünkü YÖK’ü böyle bir önlem almak zorunda bırakan
şey, Türkiye’de lise eğitiminin kalitesizliği. Ve bu kalite sorunu çözülmezse,
bir gün gelecek üniversite sınavını ilk 10 binde bitiren öğrenciler bile
aslında tıp okumak için yetersiz hale gelebilecek.
O yüzden YÖK’ün bugün
girdiği sokak çıkmaz bir sokak. Bu sorunu çözmek YÖK’ün elinde olan bir şey
değil. Bu ülkenin bir sorunu ve çözecek olan da siyaset kurumu.”
2.2.3.5.
Bilimsel Araştırmalar ve Yayınlar
Eğitim
kurumları bünyesinde gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar ve yayınlar, kalite
ölçme ve değerlendirme sürecinde dikkate alınan unsurlardan birisi olarak görülmektedir.
Özellikle, üniversitelerde gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar ve yayınlar
ulusal ve uluslararası sıralamalarda dikkate alınmakladır. Ayrıca, ilk ve orta
dereceli okullar da çeşitli proje, yayın ve yarışmalar aracılığı ile bu rekabette
yer alabilmektedir.
Yükseköğretim
kurumlarının akademisyenleri tarafından gerçekleştirilen bilimsel yayınlar,
ulusal ve uluslar arası indekslerce taranmakta ve yayın sayısına göre
üniversitelerin kalite sıralaması yapılmaktadır. Bu konuda Akyol (2015), şu
şekilde bir değerlendirme yapmaktadır:
“PISA sınavlarına benzer bir sonucu üniversite öğretim
üyelerinin uluslararası indekslere giren yayın sayılarında da görüyoruz.
Bilimsel indekslere giren yayın sayısında İran’ın 2010 yılında Türkiye’yi
geçtiğini daha önce yazmıştım.
Yine matematiğe bakarsak, SJR verilerine göre, matematik alanında bilimsel indekse giren yayın sayısı 2000 yılında İran için 164, Türkiye için 427 idi. Fakat 2013’e geldiğimizde Türkiye 2.447’ye çıkarken, İran 3082 yayınla Türkiye’yi geçti!”
Yine matematiğe bakarsak, SJR verilerine göre, matematik alanında bilimsel indekse giren yayın sayısı 2000 yılında İran için 164, Türkiye için 427 idi. Fakat 2013’e geldiğimizde Türkiye 2.447’ye çıkarken, İran 3082 yayınla Türkiye’yi geçti!”
2.2.3.6.İzleme
Raporları
Eğitim kalitesinin
ölçme ve değerlendirmede, OECD
gibi uluslar arası kuruluşların hazırlamış olduğu raporların yanında Eğitim
Reform Grubu (ERG) vb. ulusal düzeydeki kurumların raporları da
dikkate alınmaktadır. Bu raporlara göre eğitimde kalitenin geldiği nokta belirlenmekte,
sürecin artı ve eksilerinin tartışılması ve politika yapım sürecine katkı
sağlaması açısından önemli bir rol oynamaktadır.
Ergin (2011), Eğitim Reform Grubu’nun
hazırladığı izleme raporunu aşağıdaki ifadelerle aktarmaktadır:
Eğitim alanında
Türkiye’nin en önde gelen düşünce-araştırma kuruluşlarından biri olan Eğitim
Reform Grubu’nun (ERG) dün açıkladığı dördüncü izleme raporu, ülkenin bu
alandaki hal ve gidişinin son derece objektif bir fotoğrafını çekiyor.
Sabancı Üniversitesi İstanbul
Araştırmaları Merkezi bünyesinde çalışan ERG’ye aralarında üniversite, vakıf ve
şirketlerin bulunduğu toplam 17 kuruluş destek veriyor. ERG’nin dördüncü yıllık
raporu, eğitim sistemimizle ilgili bir dizi olumlu gelişmeye işaret ediyor ama
sorunlu gördüğü başlıkların altını çizerken de sözünü esirgemiyor.
İzleme raporları ve ölçüm
işlemlerini gerçekleştirilen kurumların bulgularının önemine işarete eden Akyol
(2017), bir anısını şu ifadelerle aktarıyor:
“Dün (Eski Bakan) Dinçer’le
konuştum, o anlattı: Hollandalı Eğitim Ölçme Kurumu CITO, Türkiye’de bir ölçme
çalışması yapmış. Okul öncesi çocuklarımız çok meraklı, soruyorlar, öğrenmek
istiyorlar. İlköğretimin 5. yılına geldiklerinde merakları, zihinlerindeki soru
işaretleri artacağına azalmış! Sonuçları ‘ölçmek’ ne kadar önemli,
görüyor musunuz?”
2.2.3.7. Diğer
Ölçme Değerlendirme Unsurları
Yukarıda ifade edilen eğitimde kalite ölçme ve
değerlendirme araçları dışında, Uluslararası Bakalorya Diploma Programı (IBDP) ve
benzeri programlar, uluslararası ya da ulusal sıralamalar, akreditasyonlar,
mezuniyetten sonra işe yerleşme, akademik personel sayısı gibi unsurlar da
eğitimin kalitesini ölçme ve değerlendirmeye katkı sağlamaktadır.
2.2.4.Öğretmenler/Akademisyenler
Eğitimde kalitenin sağlanmasında
eğitim kurumlarında bulunan öğretmenler ve akademisyenler önemli bir role
sahiptir. Eğitim ve araştırma faaliyetlerini gerçekleştiren bireyler olarak,
kurumsal kalitenin en önemli yansıtıcılarından bir tanesi öğretmenler ve
akademisyenler olarak görülmektedir.
Öğretmenlik mesleğinin diğer
meslek gruplarından farkı, Bayer (2017) tarafından aşağıdaki cümlelerle ifade
edilmiştir:
“Öğretmenlik mesleği, sıradan bir
memurluk değildir. Salla başını al maaşını denilemeyecek kutsal bir meslektir. Hammaddesi insan olan öğretmenlik özel alan bilgisi
gerektiren, uzmanlık isteyen bir alandır.”
Bayer (2017) öğretmenlik
mesleğinin taşıdığı sorumluluk ise aşağıdaki ifadelerle sorgulamıştır:
“Okulları ‘insan’ üretmekten
sorumlu sayarsak, üretenler yani eğitimciler veya eğitim sistemi öğrencileri
neye dönüştürdüklerinin ne kadar farkındalar? Ürünlerinin sorumluluğunu ne
kadar taşıyorlar?”
Öğretmenlik mesleğinin zorluğu ve
taşıdığı riskleri Bayer (2017), şu ifadelere dile getirmiştir:
“Her çocuğun ayrı bireyler olduğu bilinciyle işimizi
yapmak zorundayız. Hiçbir çocuk malzeme değildir, eğitimde de üretim hatasına
yer yoktur. Eğitim sistemi içinde kaybettiğimiz her çocuk toplumda karşımıza
katil, hırsız, kapkaççı, zorba, tecavüzcü, seri katil vb. olarak çıkacaktır.
Gerçekten de sağlık veya tıbbi hatalardan bile tehlikeli değil mi?
Okullarımız
da bugün şiddet varsa en büyük suçlardan biri biz öğretmenlerindir. Çünkü
işimizin öneminin farkında değiliz. Öğretmenlik layıkıyla yapıldığında en zor
meslek; ama klasik memur anlayışıyla hareket ederseniz en kolay ve en zahmetsiz
meslektir. Ne mutlu öğretmen olabilen eğitimcilere...!”
Atanamayan öğretmenler, sözleşmeli öğretmenlik uygulamaları gibi sorunların yanında öğretmen yetiştirme konusunda da çeşitli sorunların olduğu ifade edilmektedir. Çakmakçı (2012), öğretmen yetiştirme sorununu aşağıdaki şekilde açıklamaktadır:
“Türkiye’de öğretmen yetiştirme
konusunda 20 yıldır sorun yaşanıyor. Akademi ile uygulamanın birbirinden kopuk
olması her zaman eleştiriliyor. Öğretmeni yetiştiren (YÖK) kurumla, öğretmeni
atayanın (MEB) birbirinden farklı ve bugüne kadar kopuk olması da bu sorunları
daha da büyütüyor.”
New York Üniversitesi’nden Prof.
Dr. Mary Brabeck, öğretmen yetiştirme konusunda ABD’de de sorunların olduğunu
belirterek süreç hakkında şu bilgileri vermiştir (Çakmakçı, 2012):
“Öğretmenle ilgili ABD'de ciddi sorunlar yaşıyoruz. Öğretmenin toplumda bizde de itibarı yok. Kalite sorunu da ayrı mesele. Öğretmen kalitesi her toplumda tartışılıyor, ama önemli olan öğretmen yetiştiren fakültelere başarılı, zeki ve istekli öğrencileri çekmektir. Zaten sonuç olarak öğrencinin öğretmenden neyi, ne kadar aldığı en önemli unsurdur.”
Washington Üniversitesi’nden Prof.
Dr. Tom Strikus, uygulama ve bilim arasında köprü kurmak gerektiğine dikkat çekmiştir
(Çakmakçı, 2012):
“ABD'ye baktığınız zaman
ülkemizdeki potansiyel gençliğin önemi ortaya çıkar. Yerel problemlere
uluslararası çözümler bulmalıyız. Öğretmen eğitiminde pedagoji çok önemlidir.
Öğretmen öğrenci pratiği gerekli. İyi soru sormak, zengin bir tartışma ortamı
yaratmak.
California Üniversitesi’nden Prof.
Dr. Jane Close Conoley, pedagojik ve uygulamalı eğitim alması ve eğitimcilerin
seçilmiş olmasına işaret etmiştir (Çakmakçı, 2012):
“Sağlıklı olarak eğitimin
gerçekleşebilmesi ve öğrenci davranışlarının gelişimi için öğretmenlerin
pedagojik ve uygulamalı eğitim alması önemlidir. Eğitimciler seçilmiş
olmalıdır.”
Bolat
(2013a), öğretmenlerin okulda müfredatla kısıtlı bir alanının olmasının
öğrencilerin gireceği sınavlar açısından bir dezavantaj olarak yorumlamakta ve bu
durumun öğrencilerin dershane, etüt merkezi gibi yardımcı kuruluşları tercih etmesine
neden olduğuna dikkat çekmektedir:
“Okulda öğretmenin çok özgürlüğü yok. Ona yüklenen misyon müfredatı bitirmek. Müfredatın hedefi ile sınavın hedefi örtüşmüyor her zaman. Hedef kayması yaşanıyor.”
Berkan (2013a), Türkiye’de sınıf
öğretmeni olarak görevli olan 211 bin 527 kişinin 117 bin 420’sinin gerçekte
başka alanlarda öğretmenlik yapmak üzere eğitim alan kişiler olduğunu, 23 bin 288 Fen ve Teknoloji öğretmeninin 17
bin 443’ünün de bu alanda eğitim almamış kişiler olduğunu belirtmiştir. Buna
göre, Türkiye’deki öğretmenlerin önemli bir kısmı uzmanlık alanı dışında görev
yapmaktadır.
Öğretmen eksiğinin hissedilen
boyutta olmaması, 48 bin norm fazlası öğretmen olması ve 51 bin civarında
dışarıdan çalıştırılan öğretmenin varlığına dikkat çeken Berkan (2013a),
bakanlığa bakışını ise şu şekilde ifade ediyor:
“‘İşe öğretmen alacağım’ dediğinde 40 bin-50 bin kişiyi
alan bir kurumun böyle plansızlıklar yaşamasından daha doğal bir şey yok. Bu
kadar devasa bir bürokrasiyi idare etmek ve adil olmak imkânsıza yakın bir şey.
Zaten o yüzden bizim bakanlığımız ‘eğitim’den çok ‘atama’ ile
uğraşıyor.”
2.2.5.Öğrenciler
Eğitim sektörünün en temel unsurlarından
birisi olan öğrenciler, kalite süreçlerinin de ayrılmaz bir parçasıdır. Eğitim
sürecinde öğrencilere bilişsel, duyusal ve sosyal yetkinliklerin kazandırılmasının
yanında; fırsat eşitliği, engelli öğrencilere uygun eğitim ortamının
sağlanması, mevsimlik işçilerin çocuklarının eğitime kazandırılması, ailelerin
eğitimine engel olduğu kız öğrencilere ulaşılması, devamsızlık sorunun
çözülmesi gibi çeşitli sorunlar eğitimcilerin gündeminde yer almaktadır.
Ülkemizin sahip olduğu öğrenci
potansiyeli, hem fırsat hem de tehdit olarak görülmektedir. Bir eğitim vakfının
yönetim kurulu başkanı, konuya bakış açısını şu ifadelerle açıklamıştır (Şakır:
2008):
“Ülkemiz eğitim alanında hem nicelik hem
de nitelik açısından çok derin sorunlarla boğuşmakta. Sahip olduğumuz genç
insan potansiyeli, eğitimle fırsata dönüşebileceği gibi, tersi durum, bizim
için önemli bir tehdit.”
Yalazan (2008), her eğitim yılının başında
okula gönderilmeyen kız çocuklar, okulda şiddet, alınmaması gereken kayıt
ücretini ödemek zorunda olan veliler ve mevsimlik işçi ailelerin çocukları ve
sokaklarda çalışan çocukların varlığı gibi sorunların gündeme geldiğini ve bu
problemlerin henüz tam anlamıyla çözülemediğini ifade etmektedir.
Çözülmesi beklenen bir diğer sorun da PISA
sonuçlarıdır. Eğitimin kalitesini değerlendirmek için 15 yaşındaki öğrencilerin
ilköğretim çağında edinilmesi gereken yaşam becerilerini ne kadar
kazandıklarını ölçerek ulusal eğitim sisteminin durumunu görmeyi amaçlayan PISA
(Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) verilerine göre, OECD
sıralamasında Türk öğrenciler son sıralarda yer almaktadır. Türkiye’den bu
sınava katılan öğrencilerin yüzde 30’unun “temel beceri düzeyinin de altında” kaldığı
gözlemlenmiştir. Bu durum, Türkiye’nin öğrenme alanında çok önemli bir kalite
sorunuyla karşı karşıya olduğunu göstermektedir (Ergin, 2011).
Prof. Dr. Erinç Yeldan, çağdaş eğitim
anlayışında yaşanan değişimi ve üniversite öğrencilerinden beklediği
özellikleri şu şekilde aktarmıştır (Türsen, 2013):
“Üniversite öğrencisi yaratıcı fikirlerini rahatlıkla açıklayabilmeli. Hem anadilini çok iyi bilmeli, hem de en az bir yabancı dili konuşabilmeli. Düşünebilen, şüphe duyan, araştıran, soran, bilgiyi nereden öğrenebileceğini öğrenen, çok bilen değil, bilmeyi öğrenen gençler yetiştirmeliyiz.
Çağımız
artık uzmanlaşma değil esneklik çağı. Yepyeni meslekler ortaya çıkıyor,
mesleklerin tanımı değişiyor. Bunları takip eden, bunların arkasından giden
değil onları sürükleyen, ezbere dayalı değil araştıran bir eğitim sistemi
olmalı. Örneğin bir çok teknik işlemi artık hesap makinelerinde, cep
telefonunda yapabiliyoruz. Önemli olan teoremlerin ispatlarını değil, ana
fikirlerini öğretebilmek. Yeni teoremler geliştirip mevcutlara kuşkuyla bakan
yaratıcı nesiller geliştirmek gerek. Böyle nesiller yaratabilirse Türkiye
sıçrama yapıp orta gelir tuzağını aşabilir.
2.2.6.Veliler
Veliler, özellikle ilk ve
ortaöğretim sürecinde eğitimin önemli paydaşlarından birisi olarak
gözlemlenmektedir. Kaliteli eğitim sürecinin sağlanması için velilerin sürece
katılımı önem arz etmektedir.
Bir okul yöneticisi, veliler ile
eğitim kurumu arasındaki ilişkiyi şu şekilde belirtmiştir:
“Ben
aslında ailelerin bilincine çok güveniyorum. İnanın bazı yanıltıcı mesajlara
rağmen onlar çocukları için önce kendilerinin bilinçli ve bilgili olmaları
gerektiğini çok iyi biliyorlar. (kurumumuzda)… yalnızca öğrenci ve
öğretmenlerimiz ile değil, velilerimiz ile de gurur duyuyoruz. Onların
işbirliği ile ortak hedeflere birlikte yürümemiz çok önemli. Başarılarımızın,
yenilikçiliğimizin önemli bir paydaşı da velilerimiz. Benim ailelere genel
olarak önerim ise özellikle okul öncesinden başlayarak okulun vaat ettiği her
olanağı, her etkinliği, yabancı dil programını, uluslararası çalışmaları, sınav
başarılarını, müfredatı, öğretmen deneyimini “kendi çocuğunun sınıf grubunu baz
alarak” net veriler ile sorsunlar. Kısacası aileler sloganlara değil, gerçekten
yapılan çalışmalara odaklanmalılar.”
2.2.7.Eğitimde Kalite Sorunları
Türk eğitim sisteminde ilkokul, ortaokul,
lise ve üniversiteden mesleki hayata kadar bütüncül bir kalite sorunu
bulunmaktadır. İncelenen köşe yazılarında bir ‘kısır döngü’ olarak nitelenen bu
durum mevcut kalite sorunlarının temeline işaret etmektedir.
Berkan (2015), TEOG sınavı sonuçları ve üniversiteye giriş sınavı sonuçlarına bakıldığında, kendi anadilinde yazılanı anlamayan, kendisini anadilinde ifade edemeyen, temel matematik ve fen becerilerinden yoksun milyonlarca öğrencinin okula devam ettiğini belirtmiştir. Berkan (2015), sürecin devamını ise aşağıdaki gibi ifade etmektedir:
“Üç temel alanda,
yani Türkçe, matematik ve fen alanlarında yeterliliği sınırlı öğrencilerimiz
liseden öğretmen yetiştiren üniversitelere geçiyor. Öğretmen yetiştiren
üniversitelerimize giriş için aranan taban puanlar oldukça düşük. Dolayısıyla
bu okullardan mezun olan öğretmen adayları da aslında hayli kötü eğitimden
geçmiş oluyor, yetersiz mezun oluyor. Sonra bunlar iki sınava giriyor; biri
genel ve devlet memuriyetine girişteki yeterlilikleri ölçen sınav, diğeri her
öğretmen adayının kendi alanında girdiği sınav.
Öğretmen alan sınavın sonuçları gerçekten dehşet verici derecede düşük. Onlar içinde belli bir seviyeyi tutturanları devlet işe alıyor. Ve sonra bu öğretmenler başka çocukları eğitiyor, onların bir bölümü de öğretmen olmak istiyor. Kısırdöngü tam da bu. Ve bu döngüyü kırmak, lise eğitimini en azından üç temel konudaki yeterlilikleri dünya seviyesine getirecek hale yükseltmemiz lazım.”
Türk eğitim sisteminde karşılaşılan kalite
sorunlarından bir tanesi de sosyal ve ekonomik dengesizliklerden kaynaklanan
fırsat eşitsizliğidir (Şakır, 2008). Ülkenin farklı bölgeleri arasındaki eğitim
kurumlarının kalitesinin yanında, bir şehir içinde bulunan kurumların eğitim
kalitesinde bile farklılıklar bulunmaktadır.
Okullar, iller ve bölgeler arası eğitimde
kalite farklılığının büyük olması nedeniyle, adrese dayalı yerleştirme
sisteminin uygulanması sonucunda fırsat eşitsizliğinin yaygınlaşacağı ve maddi imkânları
yeterli olmayan öğrencilerin eğitim aracılığı ile sosyal mobilitesinin yani
sınıf atlamasının daha da zor hale geleceği öngörülmektedir (Şirin, 2017).
Fırsat eşitsizliği konusundaki bir diğer
eğitim alanı da okul öncesi eğitim olarak öne çıkmaktadır. Okul öncesi eğitim imkânı
olmadığı durumda çocukların okula büyük bir dezavantaj ile başladıkları
gözlemlenmektedir (Benmayor, 2010).
Prof. Dr. Üstün Ergüder, Prof. Dr. Mehmet
Şahin, Prof. Dr. Tosun Terzioğlu ve Prof. Dr. Öktem Vardar tarafından kaleme
alınan “Neden yeni yükseköğretim vizyonu?” başlıklı raporda, üniversiteler arasında
kalite eşitsizliği, bilimsel araştırmaların yetersizliği, devlet
üniversitelerinin hesap verme sorumluluğu ve rekabetçiliği, YÖK’ün yetersiz
kalması gibi sorunlar ortaya konulmuştur (Benmayor, 2009).
Eğitim Reform Grubu (ERG) tarafından
hazırlanan 2011 tarihli raporunda, eğitime ayrılan bütçenin Türkiye’nin
ekonomik büyümesi ile orantılı bir biçimde gerçek anlamda artmadığı ve bir
düşüş eğrisine girdiği ifade edilmiştir. Raporda bu durum şu şekilde
değerlendirilmiştir (Ergin, 2011):
“Türkiye’de her kademede okullaşma
oranları hızla artarken ve eğitimde nitelik sorunu günden güne belirginleşirken
yapılan bu planlama gerçekçi değildir. Maliye ve Milli Eğitim bakanlıkları
eğitim sektörü için gerçekçi ve cömert bir mali planlama süreci başlatmalıdır.
Eğitime ayrılana kaynaklar birkaç yıl içinde GSYH’nin yüzde 6’sı düzeyine
çıkarılmalıdır.”
Aynı raporda, eğitimin kalitesini değerlendirmek için 15 yaşındaki
öğrencilerin ilköğretim çağında edinilmesi gereken yaşam becerilerini ne kadar
kazandıklarını ölçerek ulusal eğitim sisteminin durumunu görmeyi amaçlayan PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı)
verilerine dayanarak niceliksel anlamda sağlanan olumlu gelişmenin niteliksel
yani kalite anlamında sağlanamadığı ortaya konulmaktadır (Ergin, 2011). Rapora göre, Türkiye’de öğrenme alanında çok
önemli bir sorunla karşı karşıya kalındığı açıkça görülmektedir.
ERG raporuna göre, okul öncesi
eğitimde okullaşma alanında önemli oranda bir iyileştirme sağlanırken, bölgesel
ve iller arası eşitliklerin giderilememiştir. Okul öncesi eğitimde en
dezavantajlı 6 ilin Ağrı, Hakkâri, Mardin, Şırnak’ın yanında Gaziantep ve
İstanbul’un bulunması önemli bir tartışma konusu olarak görülmektedir (Ergin,
2011).
Türk eğitim sisteminin en
öncelikli sorununu “öğrenme ve düşünce becerilerinin istenen boyutlardan çok
uzakta olması” şeklinde belirten ERG raporu, bu sorunun çözümü için Milli
Eğitim Bakanlığı tarafından atılan adımların yetersiz olduğunun altını
çizmektedir. Acil olarak çözülmesi beklenen sorunların başında ise öğretmen
politikalarının gözden geçirilmesi ve öğrenme çıktılarının geliştirilmesi yer
almaktadır (Çakmakçı, 2011).
Uluslararası Okuma Becerilerinde
Gelişim projesi kapsamında gerçekleştirilen TIMMS sınavının sonuçları
doğrultusunda hazırlanan uluslararası rapora göre, Türk öğrencilerin
ortalamanın altında başarı elde etmeleri sorunu Türkiye’de eğitimin
çıktılarının uluslararası rekabet edebilirlikten çok uzak olduğunu göstermiştir
(Berkan, 2013). Bu durumu destekleyen TED’in 2016 raporuna göre, Türkiye’de
üniversite mezunu yetişkinlerin “özel beceri” ortalaması, lise mezunu olmayan
Japon yetişkin düzeyindedir (Akyol, 2017a).
Eğitimde kalite sorununu ortaya
koyan bir diğer unsur da öğrencilerin okulda aldıkları eğitimle orta ve
yükseköğretim kurumları sınavlarına kendilerini hazır hissetmemeleri ve etüt
merkezi gibi çeşitli yardımcı kurumlardan destek alma zorunluluğu
hissetmeleridir. Devlet okullarının kalitesinin düşük olması, okulda verilen
eğitimin sınava hazırlanmada yeterli olmaması, sınavların eleştirel düşünme ya
da akıl yürütme yerine ezberi ölçmesi, kariyer planlaması gibi nedenlerle
öğrencilerin takviye edici kurumlara müracaat ettiği gözlemlenmektedir. Bu
durumun ortadan kalkmasının tek yolu ise öğrencilerin okullarında aldıkları
eğitim kalitesinin artırılması olarak görülmektedir (Bolat, 2013).
Eğitim kalite sorunları kapsamında
ele alınması gereken bir diğer nokta da eğitimin içeriği ve müfredat olarak öne
çıkmaktadır. Eğitim müfredatının dünyanın gereklerine uygun hale getirilmesi,
eğitim içeriğinin öğrencilere sunulma kalitesinin artırılması ve öğrencilerin
okulda geçirdiği sürenin uzatılması gerekmektedir (Berkan, 2012). Öğrenme
motivasyonlarının önceki kuşaklardan farklı olduğu ifade edilen Z kuşağına
yönelik modern öğrenme platformlarının oluşturulması, teknoloji iyi kullanan bu
öğrenci kitlesine yönelik uygun teknik donanım ve dijital materyallerin
hazırlanması ihtiyacın eğitimciler tarafından dile getirilmektedir (Dikmen,
2015).
Okullaşma ve üniversite sayısının
artırılması konusunda önemli adımlar atılmasının yanında bu kurumların
akademisyen, laboratuar, teçhizat, bina, tesis, donanım, ana bilim dalı, bölüm
gibi çeşitli eksikliklerinin telafi edilmesi gerekmektedir. Söz konusu
eksikliklerin giderilememesi durumunda eğitim ve araştırma faaliyetlerinin
istenen kalite standartlarında gerçekleştirilmesi mümkün görünmemektedir. Tıp
fakülteleri örneğinde olduğu gibi öğrenciler yüksek puanlarla yeni açılan
fakültelere yerleşmelerine rağmen, anatomi laboratuarı olmadan ve kadavra
görmeden mezun olmak gibi tablolarla karşı karşıya gelebilmektedir (Ergin,
2013). Özel okullarda da kalite yerine öğrenci sayısını artırma çabası gibi bir
sorun olduğu görülmektedir (Dikmen, 2015). Genel olarak eğitim ve öğretimin her
kademesinde yaygınlaşma olurken, vahim bir kalite kaybının yaşanmakta olduğu
ifade edilmektedir (Akyol, 2015).
Eğitimin kalitesi ile ilgili
sorunların çözümünde köklü adımların atılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu
adımların başında ise eğitimin merkezi niteliğinin törpülenmesi, kontrollü ve
belirli standartlar çerçevesinde yerel inisiyatiflere eğitimde yer açılması
gelmektedir (Berkan, 2015).
Kalite sorunlarına sebep olan
diğer unsurlar; planlama olmadan enstitü, fakülte, bölüm ve kontenjan
belirlenmesi, personel seçiminde liyakate yeterince dikkat edilmemesi,
sorunların hasıraltı edilmesi, politika belirlemede yap-boz mantığının
işlemesi, fırsat eşitsizliği, engellilere uygun eğitim ortam ve içeriklerindeki
eksiklikler, kalite kültürünün karar ve uygulama mekanizmalarında tam anlamıyla
yerleşmemesi şeklinde sıralanmaktadır. Eğitim sorununun çözümü için bir zihniyet
değişimine ihtiyaç duyulmaktadır (Akyol, 2017).
SONUÇ
Örgütlerin
yaşanan değişim ve gelişimi yakalaması, örgüt yapılarının müşteri istek ve
beklentileri çerçevesinden şekillendirilmesi için örgüt kültürünün Toplam
Kalite Yönetimi anlayışına uygun bir biçimde şekillendirilmesi gerekmektedir.
Bu zihniyet dönüşümü kolay olmadığı gibi yönetim kademesi ve liderlerin TKY
uygulamalarına destek olmaları ve sürecin bir parçası olarak hareket etmeleri
gerekmektedir. Türk eğitim sistemi açısından bakıldığında henüz makro düzeyde
bir kalite anlayış ve kültürünün yerleştirilememiş olduğu görülmektedir.
Eğitim
Reformu Girişimi tarafından her öğretim yılı sonrasında yayımlanan Eğitim
İzleme Raporu’nun 2010 yılı sonuçlarına göre eğitimde kalitenin sağlanabilmesi
için birtakım çözüm önerileri sunulmuştur. Bu önerilerden bir kısmı aşağıdaki
gibi sıralanmıştır (Çakmakçı, 2011):
-Eğitimde kalite standartları oluşturulmalı ve uygulanmalı
-Okulöncesi eğitimde dezavantajlılık tanımlanmalı ve uygun
politikalar geliştirilmeli
-İlköğretime devamsızlık sorunun çözümü için mevsimlik işçilerin
çocuklarının yarattıkları devamsızlıkla mücadele edilmeli
-Mevcut birikimin üzerine, veriye dayalı ve katılımcı bir süreçte
yeni bir ulusal eğitim stratejisi geliştirilmeli ve bu süreçte Milli Eğitim
Şurası yeniden yapılandırılarak işlevsel hale getirilmeli
-Milli Eğitim Bakanlığı yeni teşkilat kanunu taslağı katılımcı bir
süreçte geliştirilerek TBMM’ye sunulmalı
-Eğitimde nitelik sorununun nedenlerini irdeleyen ve anlayan çözümler
geliştirilmeli, doğru hedefler bütüncül ve etkili politikalar ve yeterli kaynak
ile desteklenmeli
-Öğretmenler ve öğretmen politikaları eğitim reformunun ilk
önceliği olmalı
-Ortaöğretimde “tabela değişikliği” değil, “paradigma değişikliği”
yapılmalı
-Yeni anayasada Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu bir ders
olmaktan çıkarılmalı
-Yeni anayasada ülkede konuşulan dillerin örgün eğitimde
kullanılabilmesinin önündeki engeller kaldırılmalı
-Hakları tanımlayan ve koruyan, güncel ve iyi hazırlanmış yasal
düzenlemeleri uygulamaya geçirirken daha özenli uygulamaların yapılmasını
sağlayacak şekilde kurumsal altyapı geliştirilmeli.
Toplam
Kalite Yönetimi örgütlerin sahip oldukları sorunlar için yazılmış mucizevi bir
reçete olmamakla birlikte örgüt yapısının müşteri istek ve beklentilerine uygun
bir biçimde yeniden şekillendirilmesinde önemli katkılar sağlamaktadır. Bu
süreçte örgütün bütün unsurlarının gönüllü olarak yer alması ve karar alma
süreçlerinde inisiyatif almaları için gerekli ortamın sağlanması gerekmektedir.
Türk eğitim sisteminde ise bu anlamda bir zihinsel dönüşüm ihtiyacı
gözlemlenmektedir.
Kamu
kurumlarında yeniden başlatılan kalite seferberliği TKY’nin popülaritesini
artırıcı bir rol oynarken, bu alandaki akademik çalışmaların ve uygulamaların
artması muhtemeldir. Kamu kurumlarındaki yeni ve güncel uygulamalara yönelik
yapılacak olan çalışmalar alanyazına çeşitli katkıların yapılmasını
sağlayacaktır. Ayrıca, TKY uygulamalarının yaygınlaşması esnasında ulusal iş
sistemleri bağlamında yaşadığı farklılaşmalara (Özen, 2002a: 105) yönelik
incelemeler de gerçekleştirilebilir.
KAYNAKLAR
Akın,
S., ve Uysal E. (2011). Toplam kalite yönetimi ve kooperatif işletmelerde
uygulanabilirliği üzerine bir araştırma: Çukobirlik örneği, Harran Tarım ve
Gıda Bilimleri Dergisi, 15 (2), 39-48.
Akyol, T. (2014). Eğitim deyince.
Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/egitim-deyince-27292709
Akyol, T. (2015). Eğitimde Alarm.
Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/egitimde-alarm-29456239
Akyol, T. (2015a). Eğitimde
Halimiz. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/egitimde-halimiz-40011646
Akyol, T. (2017). Neyi
konuşuyoruz? Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/neyi-konusuyoruz-40500083
Akyol, T. (2017a). Kötü karne!
Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/kotu-karne-40353194
Bayram,
A. (2017). Toplu Ulaşımda toplam kalite yönetimi ile çalışan memnuniyeti
arasındaki ilişki: İstanbul örneği. Giresun Üniversitesi İİBF Dergisi, 3(6).
137-158.
Bayer,
Y. (2007). Eğitimde kaybettiğimiz her çocuk kapkaççı olarak geri döner.
Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/egitimde-kaybettigimiz-her-cocuk-kapkacci-olarak-geri-doner-6741977
Bayer,
Y. (2012). Siyaset yapacaksan önce cüppeni çıkar. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/siyaset-yapacaksan-once-cuppeni-cikar-21320739
Benmayor, G. (2009). YÖK neden
farklılığa karşı? Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yok-neden-farkliliga-karsi-11725645
Benmayor, G. (2010). İlkokul
öncesi eğitimde daha yolun çok başındayız. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/borusan-telekom-vodafone-kazan-kazan-evliligi-oldu-14328218
Berkan,
İ. (2013). Eğitimde bitmeyen kalite sorunumuz. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/egitimde-bitmeyen-kalite-sorunumuz-25068654
Berkan, İ. (2013a). Öğretmenler ne öğretir nasıl öğretir?
Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/ogretmenler-ne-ogretir-nasil-ogretir-24699080
Berkan,
İ. (2015). YÖK’ün girdiği çıkmaz sokak. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ismet-berkan/yokun-girdigi-cikmaz-sokak-40008097
Berkan,
İ. (2015a). Hükümetin en önemli ödevi. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ismet-berkan/hukumetin-en-onemli-ev-odevi-40015400
Bilgin,
N. (2006). Sosyal bilimlerde içerik analizi teknikler ve örnek çalışmalar.
Ankara: Siyasal Kitabevi.
Bolat,
Ö. (2010). Konu eğitimdi, ben utandım! Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/konu-egitimdi-ben-utandim-14779559
Bolat,
Ö. (2013). Dershaneler kaldırılmalı mı? Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/dershaneler-kapatilmali-mi-25168246
Can,
A. (2008). Örgüt kültürünün hastanelerde toplam kalite yönetimi uygulamalarına
uygunluğunun testine yönelik bir araştırma. Süleyman Demirel Üniversitesi
İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Dergisi, 13(3), 293-307.
Çakmakçı,
N. (2011). ÖSYM Başkanı Prof. Demir'e soruşturma kıl payı geçti.
Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/osym-baskani-prof-demire-sorusturma-kil-payi-gecti-18105544
Çakmakçı, N. (2012). Çalışan anneler için okul öneriniz
var mı? Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/calisan-anneler-icin-okul-oneriniz-var-mi-20825810
Çakmakçı,
N. (2013). Özel okullar sınav istiyor. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/ozel-okullar-sinav-istiyor-22563030
Çakmakçı,
N. (2017). TÖZOK Başkanı Cem Gülan: Çalışanlar 2030’larda işsiz kalabilir.
Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/nuran-cakmakci/tozok-baskani-cem-gulan-calisanlar-2030larda-issiz-kalabilir-40355961
Çalışkan,
G. (2006). Altı sigma ve toplam kalite yönetimi. Elektronik Sosyal Bilimler
Dergisi, 5 (17), 60-75.
Çelik,
A. (2006). Kalite yönetim sistemi ve CE işareti uygulamaları. Ankara:
Gazi Kitabevi.
De
Bono, E. (1996). Rekabetüstü, Çev. Oya Özel. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Diken,
A. (1998). Sanayi ve hizmet işletmelerinde toplam kalite yönetimi.
Konya: Sebat Ofset Matbaacılık.
Diken,
A. (2009). Toplam Kalite Yönetimi. 2. Baskı. Konya: Damla Ofset AŞ.
Dikmen,
A. (2015). Türkiye’de ilkleri gerçekleştiriyor. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ayce-dikmen/turkiye-de-ilkleri-gerceklestiriyor-30283069
Efil,
İ. (2010). Toplam Kalite Yönetimi. 7. Baskı. Bursa: Dora Yayıncılık.
Erdal,
H., ve Korucuk, S. (2016). Toplam kalite yönetimine askeri bakış açısı: toplam kalite
liderliği, Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6
(2), 465- 484.
Ergin,
S. (2011). Eğitim sistemimiz karne aldı (1). Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/egitim-sistemimiz-karne-aldi-1-18082677
Güçlü
N., ve Gülbahar B. (2006). Türk Eğitim sisteminde toplam kalite yönetiminin
uygulanması, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, 13,
226-239.
Güleş,
H. K. (2000). Bilgi sistemlerinin toplam kalite yönetimindeki yeri ve önemi.
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 15
(1), 103-113.
Gümüş,
N. T. (2012). Sinüs, kosinüs. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/sinus-kosinus-20254135
Halis,
M. (2000). Paradigmadan uygulamaya toplam kalite yönetimi ve ISO 9000 kalite
güvence sistemleri, ISO 9002 kalite belgesi çalışmaları. 1. Basım.
İstanbul: Beta Yayıncılık.
Halis, M.
(2010). Meslek yüksekokulları için toplam kalite yönetimi. Ankara:
Seçkin Yayıncılık.
Karakoç, E.
(2004). Toplam kalite yönetiminin halkla ilişkiler açısından anlam ve önemi. Selçuk
Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 3(2), 23-29.
Karasakal, N.
K. (2012). İşletmeler için sosyal sorumluluk bilincinin yerine getirilmesinde
toplam kalite yönetimi yönetim felsefesinin etkileri. Organizasyon ve
Yönetim Bilimleri Dergisi. 4(2), 157-166.
Küçükşahin, Ş.
(2014). Çaresizliğin kabullenişi. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sukru-kucuksahin/caresizligin-kabullenisi-27305215
Leblebici, D.
N., ve Ömürgönülşen, U. (1999). Kamu kesiminde toplam kalite yönetiminin
uygulanabilirliği. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi. 17(1), 63-75.
Naktiyok, A.
(2013). Örgütsel Davranış, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim
Fakültesi Yayınları.
Taner, B., ve
Kaya, İ. (2005). Toplam kalite yönetiminin başarıyla uygulanma esasları-bir
hizmet işletmesi örneği, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 14(1), 353-362.
Taş, Y. F., ve
Aksu, A. (2011). Toplam kalite yönetimi ve stratejik liderlik. Organizasyon
ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 3(2), 351-361.
Tekin, M.
(2004). Toplam Kalite Yönetimi. Ankara.
Tekin, M.
(1999). Toplam Kalite Yönetimi. Konya: Kuzucular Ofset.
Türk, M.,
Kıngır, S., ve Sucubaşı, B. (2004). Toplam Kalite Yönetimi., M. Tikici
(Editör). Toplam Kalite Yönetimi Olarak Kıyaslama. 1. Baskı. Ankara:
Nobel Yayınevi.
Türsen, S.
(2016). Gençler akıllı telefonla para kazansın. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/selim-tursen/gencler-akilli-telefonla-para-kazansin-40290345
Omur, M. T.
(2018). İzmir’e eğitim göçü de başladı. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/mete-tamer-omur/izmire-egitim-gocu-de-basladi-40818248
Özen, Ş. (2000,
25-27 Mayıs). Kurumsal kuram ışığında TKY'nin Türkiye'deki yayılım sürecinin
dinamikleri. 8. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresinde Sunuldu,
Nevşehir.
Özen, Ş. (2002).
Bağlam, aktör, söylem ve kurumsal değişim: Türkiye’de toplam kalite yönetiminin
yayılım süreci, Yönetim Araştırmaları Dergisi, 2(1), 47-90.
Özen, Ş. (2002a).
Toplam kalite yönetiminin Türkiye’de kurgulanması: koşul bağımlı türdeşleşme
tezinin bir testi. Amme İdaresi Dergisi, 35(2), 105-142.
Özgener,
Şevki (2011). Toplam kalite yönetimi., A. Bedük (Editör). Modern Yönetim
Teknikleri, İkinci Baskı. Ankara: Gazi Kitabevi.
Özdemir,
M. A. (2011). 21. Yüzyılda yönetim ve yöneticiler. 2. Baskı, Ankara:
Nobel Yayıncılık.
Sert,
G., Kurtoğlu, M., Akıncı, A., Seferoğlu, S. S. (2012). Öğretmenlerin
Teknoloji Kullanma Durumlarını İnceleyen Araştırmalara Bir Bakış: Bir İçerik
Analizi Çalışması, Akademik Bilişim’12 - XIV. Akademik Bilişim Konferansı
Bildirileri. Uşak Üniversitesi.
Şakır,
V. (2008). Hayalleri gerçek yapan vakıf: EÇEV. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/hayalleri-gercek-yapan-vakif-ecev-9519966
Şirin,
S. (2017). Çocukların kaderini ne adrese ne de notlara bağlayamayız!
Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/selcuk-sirin/cocuklarin-kaderini-ne-adrese-ne-de-notlara-baglayamayiz-40596649
Türsen,
S. (2013). Tek çıkış eğitimde devrim. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/tek-cikis-egitimde-devrim-23535060
Ülsever,
C. (2008). YÖK’ün esas derdi. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yok-un-esas-derdi-8248292
Yalazan,
A. (2008). Çıplak yalanlara alışacak mıyız? Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/ciplak-yalanlara-alisacak-miyiz-10006399
Yatkın,
A. (2007). Toplam kalite yönetiminde liderlik: Liderlikte kalite. İş-Güç
Dergisi, 9(1), 126-147.
Yelçe,
A. D. (2016). Görme engelli öğrenciler Fatih Projesi’nin kendilerine
ulaşacağı günü bekliyor. Hürriyet Gazetesi. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/aysegul-domanic-yelce/gorme-engelli-ogrenciler-fatih-projesinin-kendilerine-ulasacagi-gunu-bekliyor-40274528
Yolcuoğlu,
İ. G. (2001). İnsana hizmet veren kurumlarda toplam kalite yönetimi. İstanbul:
Golden Print.
Yükseköğretim
Kurulu Tez Merkezi, www.yok.gov.tr, Son Erişim Tarihi: 01.04.2018
****
Tam metin için linke tıklayınız:DOWNLOAD/İNDİR/SKACHAT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder