Memleketimizin güzide holdinglerinden Doğuş Holding bir süreden beri yoğun bir biçimde bu lokantacılık işine girmeye başladı. Şimdi Doğuş Holding’in ikinci kuşaktan sahibi bir Harvard Üniversitesi mezunu. Ama bakın son dönemde, kebapçılık işine giriyor. Yani Günaydın’ı sevmediğimden değil. Hele Şarap güzelse bence Türkiye’nin en başarılı işletmelerinden biri. Ama şimdi ben yaman meraklanıyorum. Harvard Üniversitesi dünyada üniversite eğitiminin zirvelerinden birini oluşturuyor. Kime sorsanız orada okuma imkânını yakalamak ister. Oraya giriyorsunuz, mavi küremizde az sayıda faniye nasip olan bir yüksek eğitim görüyorsunuz. Sonra memlekete geliyorsunuz. İmkânınız da var. Gelip de ne yapıyorsunuz? Kebapçılık. Bunu kebapçılığı küçümsediğimden filan söylemiyorum. Güzel bir kebabın, iyi bir mekânın manasını biliyorum. Ama yine de bu kadar eğitim gördükten sonra, teknoloji içeriği bu kadar düşük, ülkenin büyüme sürecine bu kadar az katkıda bulunacak bir iş yapmayı anlamakta zorluk çekiyorum. Nedir soru? Şudur: Konu, Harvard Üniversitesi’nde verilen eğitimle mi ilgilidir, yoksa memleketin yatırım iklimi ile mi? Ben ikincisinden yanayım. Konu oğullar ile değil doğrudan babalar ile alakalıdır bana kalırsa.
Türkiye’nin yatırım iklimi teknoloji içeriği yüksek, yüksek fiyatlı üretimi teşvik etmemektedir. Bir süre önce Amerika’da ilk teknoloji şirketini sıfırdan kurup başarılı bir çıkış yapan bir genç ile tanışmıştım. İyi bir okulda okumuştu. Şirketini okurken kurmuştu. İnternet teknolojisi ile alakalı şirketinde ne iş yaptığını, sonra şirketini nasıl sattığını uzun uzun anlattı. Dinledim. Sonra parasını cebine koyup memlekete dönmüştü. Merakla “Şimdi ne iş yapıyorsun?” diye sordum. Ne beklersiniz? Bir yenilik bekliyordum doğrusu. Türkiye’de olmayan teknolojik içeriği yüksek bir aktivite filan; siz ne beklerdiniz ki? “Ben” dedi, “şimdi baba mesleğime devam ediyorum. Kapı-pencere yapıyorum”. Şaşırdığımı hatırlıyorum. İlk o vakit bu memleketin yatırım ortamında bozuk olan nedir diye düşünmüştüm. Kabul edin, var bir bozukluk.
Bozukluk olduğunun en büyük göstergesi nedir? Bence şudur: Türkiye’de toplam ihracatın içinde yüksek teknolojili ihracatın payı yüzde 4 civarındadır. Bilip de “Canım onlar daha kötü” diyerek avunmak isteyenler için söyleyeyim, İran’da bu oran binde 2 bile değildir. Sizlere müjdeler olsun. Ama aynı oran Kore’de yüzde 28, İsrail’de yüzde 24 civarındadır. O memleketlerin yatırım ortamı yüksek teknolojili üretime imkân sağlamaktadır. Bizimki sağlamamaktadır. Ortadaki bozukluk bununla da sınırlı değildir. Türkiye’deki yüksek teknolojili ihracatın kilo başına fiyatı yalnızca 12 dolar civarındadır. İran’da kilo başı ihracat fiyatı 10 dolar kadardır. Kore’de ise kilo başı ihracat fiyatı 53 dolardır. Türkiye’nin yüzde 4’lerdeki son derece az yüksek teknolojili ürün ihracatının kilo başına fiyatı Kore’ninkinin dörtte biri kadardır. İhracat içindeki payımız Kore’nin yedide biridir. İhracat fiyatı ise Türkiye’de Kore’nin dörtte biri kadardır. Türkiye yüksek teknolojili mal üretememektedir. Orta ikiden terk bir işgücü ile üretile üretile, yüksek teknolojili diye de, bir dizi ezik mal üretilebilmektedir. Ucuzdur. İyi midir? Kötüdür. Daha ne diyeyim. İran’la aynı ligdeyiz işte.
Şimdi döneyim başlıktaki soruya: Bir Harvard Üniversitesi mezunu Türk neden memlekete dönünce kebapçılık yapmayı tercih etmektedir? Böyle bir ülkede vaziyetin ne olduğunu vaktiyle en iyi Sayın İbrahim Tatlıses özetlemişti. Tahsili ile dalga geçenlere, “Şanlıurfa’da Oxford Üniversitesi vardı da biz mi gitmedik?” diye sormuş, tartışmayı kapatmıştı. Şimdi ben size sorayım. Memleketin yatırım iklimi yüksek teknolojili üretimi destekliyor. Türkiye’nin ihracat menzili Kore gibi 7 bin kilometreye yaklaşıyordu da bu Harvard mezunları memlekete gelip kebapçılık yapmayı mı tercih ettiler? Yok canım. Türkiye’nin ihracat menzili ezik bir 3 bin kilometredir ve bu memlekette yüksek teknolojili üretim yapmaktansa kebapçılık yapmak kısa vadede daha kârlı bir iştir. Sürdürülebilir olmayan iş sürdürülemez. Bu memlekette kebapçılık sürdürülebilir kârlı bir iş alanıdır. Harvard Üniversitesi’nde de öğretilen işte budur. Yatırım doğrudur. Onun için suç oğulların değil, zamanında tedbir almayan babalarındır diyorum ya!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder