“Yaşamak, bir yerde, biraz da, “haber almak” değil midir? Süreklice haberler alırız. Ve aldığımız haberlerle hayatımızı düzenleriz. Günlük hayatımız alıp verdiğimiz haberlerle yürür. Haber, umudun kesilmesidir. Haber, ölümdür. Haber diriliştir.” Böyle diyor Sezai Karakoç, bize haberin önemini anlatırken. Haber almak önemli elbette ama aldığımız haber ve haberin doğru olması da önemli. Ben de size bir haber vermek istiyorum. Bir kitap haberi.
Bir konuyu en özlü ve en kısa anlatmayı hedefleyen “fıkra” türünün modern dönem edebiyatımızdaki en seçkin örneklerinin Karakoç tarafından yazıldığı bilinmektedir. “Gün Saati”, bu türün gerçek bir şaheseri sayılmalıdır. Eser, yazarın 7 Ocak 1983 ve 16 Haziran 1983 tarihleri arasında günlük Diriliş Gazetesi’nde yazmış olduğu 295 kısa yazısından oluşuyor.
Bilindiği gibi Sezai Karakoç’un çeşitli tarihlerde gazetelerde yazdığı yazıları, birbirinden bağımsız 4 cilt halinde “Farklar”, “Gün Saati”, “Sûr” ve “Sütun” adıyla yayımlanmıştır.
Yazıların bu kısalık içinde konuyu inanılmaz güzellik ve etkileyicilikte ele alıp okuru gönülden yakalaması, onu adeta değiştirip dönüştürmesi, Anton Çehov’un “Kısalık yeteneğin kardeşidir.” sözünü akla getiriyor. Saf ve soylu şiirin büyük ustası, düzyazılarında şairliğinden de gelen bir ışıltıyla cümlelerine gerçek anlamda “aydınlatma” kudreti kazandırıyor.
Allah mum tutan adamlarımızı eksik etmesin
Kitaptaki bir yazıdan yola çıkarak Sezai Karakoç’un toplumumuz için elinde mum tutan bir adam olduğunu en başta söylemek isterim. Bir dost meclisinde sessizce oturulurken kalpten kalbe konuşulabileceğine de işaret eden ve meclisi aydınlatmaya karşılık kendini mum gibi yakarak feda eden “elinde mum tutan adam” metaforu inanılmaz güzelliktedir. “Konukların dolu olduğu, konuşmadan sessizce oturdukları, adeta birini beklerken ortalıktaki heyecanı elle tutulup gözle görülürcesine hissettikleri bir odada, elinde mum tutan bir adam ne güzeldir. Elinde mum tutan, böylece odayı aydınlatan ve böylece karanlığı kovan adam ne güzeldir. Mum tuttuğu için tepeden tırnağa aydınlanan, baştanbaşa ışık haline gelen, adeta mum haline gelen, sanki elindeki mumdan değil de kendinden ışık saçan adam ne güzeldir! Öyleyse derim ki elinde mum tutan adamları olan toplum ne güzeldir.” Biz de hamd edelim ki mum tutan adamlarımız var ve Rabbim hiç eksik etmez inşallah.
“Tesadüfle kurtuluş olamaz”
Sezai Karakoç yazılarında hem sorunlarımızdan bahsediyor hem de çözümler sunuyor ama en çok da bizi düşünmeye çağırıyor. Ruhta, düşüncede, duyarlılıkta ve gönül zenginliğinde dirilişe çağırıyor. Toplum olarak ve tek tek kültürde, ahlakta ve davranışta diriliş dönemine girmemiz gerektiğini söylüyor. “İslam dünyasının bugünkü acı duruma gelmesinin, Gazzaliler, Muhyiddin-i Arabiler, Mevlanaların artık yetişmemesinin sebebinin düşünce hayatının giderek sönmesi” olduğunu belirtiyor. Böyle bir tespitten sonra bize çözüm yolu da sunuyor:
“Tesadüfle kurtuluş olamaz. İslam dünyası, ancak açacağı çok geniş boyutlu ve yoğun bir düşünce hayatı ve çığırı ile ve o hayatı ayakta tutan saf heyecan ve idealizm ortamında, bir çıkış noktası bulacaktır. Düşünen kafalar görecektir: dirilişten, İslam medeniyet ve kültüründen, ruh ve ahlakından, manevi âleminden doğacak, kaynaklanacak dirilişten başka yol yoktur. Aklımızın eğitimini ve ayrık otlardan temizlenmesini, iç göz çapaklarının ayıklanmasını, metotlu, saf ve çıkar gözetmeyen düşünce, idealist bir amaç düşüncesi, sürekli kritik ve otokritikle sağlarız. Düşünmeyi durdurursak, düşünceden kaçarsak, karanlık mantıklardan aykırı aykırı beslenen hain düşünceler, ortalığı kaplar. Bir toplumun fikir hayatı ne kadar zengin, araştırma kafası ne kadar gelişmiş, klişelere saplanmadan sorunları inceden inceye deşme geleneği ne kadar güçlü olursa, o toplum o kadar sağlam, o kadar geleceğini güven altına almış olur.”
Gündemden hiç düşmeyen madde
Sabrı, kaderin damlalarını bir iksir gibi yudumlamak olarak tanımlayan Karakoç, sabrı siz her işe ve her programa dâhil farz etmelisiniz. O, söylenmese de her gerçekleşecek planın ilk maddesi ana maddesi, her gündemin gündemden hiç çıkmayan bu sebeple anılmasına gerek olmayan temel maddesidir, diyerek de bizi sabırlı olmaya çağırıyor.
Bir toplum, sorumluluğa duyarlı insanların topluluğu olduğu sürece yükselir ve yücelir, sorumluluktan kaçanlar fazlalaştıkça da düşer geriler, cümleleriyle toplumumuzun yükselmesi ve yücelmesi için sorumluluğun önemini anlatarak bizleri sorumlu olmaya davet ediyor. Sorumlu aydınlar, toplumu, bir bina duvar gibi örerler. Oysa sorumsuzlar, depreme uğramış bir yapıdan fırlayan taşlar gibi havaya savrulurlar, diyerek de sadece sıradan vatandaşları değil aydınları da sorumlu olmaya çağırıyor ve sorumlu aydın yetiştirmenin, bir toplum için birinci derecede hayat memat meselesi olduğuna vurgu yapıyor.
Yarım asırdır vurguluyor
Sezai Karakoç, bir mütefekkir olarak bize hem yeni kavramlar sunar, hem de öz’ü yepyeni olduğu halde biçimsel unsurları zaman tarafından eskitileni “yeniler” ve “diriltir”. “Diriliş” tüm bu çabaların bütününün adıdır. Bu kavramların başında İslam Milleti ve İslam Medeniyeti kavramları gelir. Karakoç, 1960’tan beri, dikkatleri “medeniyet” olgusuna çekmeye çalıştığını belirterek, “İslamı da öncelikle ‘medeniyet’ ve tarih perspektifinden bir bütün olarak ele alma” metodunun gereğine vurgu yapıyor. “Medeniyet, İslam açısından ve İslam, medeniyet açısından incelendiğinde, imânın, gelişe gelişe, bir tohum toprağa düştükten sonra göklere set çeken bir çınara nasıl dönüşüyorsa, öyle bir site ve bir medeniyet çevresine, sürecine ulaştığı anlaşılacaktır. Bu yüzdendir ki, dünyanın bütün aydınlarını, bütüncül olmaya, medeniyet olgusuna yeniden eğilmeye, tarihe önşartsız, saplantısız, önyargısız yeniden bakmaya ve islamı yeniden incelemeye…” çağırmaktadır. Zaten çağrısı sürekli “İmanla medeniyeti kaynaştırmış, bir özde birleştirmiş, insan ruhuyla bağdaştırmış Tanrı vergi ve armağanına dönmeğe, yani dirilişe”dir.
“İslam, cemaati değil milleti tanır”
Sezai Karakoç’un çağımızda İslam’ı yeniden bir “tez” olarak insanlığa sunduğu külliyatı içinde en sık vurguladığı, çeşitli eserlerinde yeniden yeniden hatırlattığı bir temel kavram da “İslam Milleti” kavramıdır. Günümüzde “millet” kavramının yanlış kullanıldığına dikkat çekerek, bu Kur’anî ifadeyi yeniden benimsememiz gereğinin hayati önemine işaret eder: “İslam, cemaati değil, milleti tanır. Oysa, İslam’ın millet kavramında ırk, dil unsurları etkin değildir. Millet, İslam anlayışında, aynı inancı paylaşan insanların şuurlu topluluğudur. Millet, İslam anlayışında, bir medeniyetin halkına verilen addır. Aydınlar, gerçek millet kavramı bilincine varmadıkça bir çıkış yolu da bulunamayacaktır İslam ülkeleri için.”
Hem doktor hem bekçi
“İnanç, ruhumuzun, varoluşumuzun bekçisi, koruyucusudur. Anlamımızın sağlığını gözetleyen doktordur… İnanç ve inanca göre yaşama, hayatımızın o yana bu yana sapmaması, kara düşünce ve niyetlerle çarpıtılmaması için, bir nirengi işareti, bir eksen ve bir denge çivisidir.”
“İnanmış kişi, hedefi, amacı unutmayan ve hep göz önünde tutan adamdır. Böyle olursa amaç da onu unutmaz. İnanmış kişi, hep ilerleyen ve inandığını ilerleten, başka kişilere, başka alanlara, daha derin, daha yoğun, daha etkin bir şekilde yayan, ulaştıran, erdiren kişidir.”
İnanmış kişinin sözlüğünde “yılgınlık” kelimesi bulunmamalıdır, diyerek umutsuzluğa yer olmadığını söylüyor. Kötü şartları, olumsuz zamanları işaret ederek, “Elimizdeki meşaleyi parlatıp yükseltemiyorsak, hiç olmazsa rüzgardan sönmemesi için çırpınıp çaba sarf etmeliyiz. Onu, hiç olmazsa sönmeden geleceğe devredelim. Bundan ötesi bize ait değil” diyor.
Karakoç, zamanın ruhunu kavramayı, aydın olmanın ön şartı sayar. “Zaman sezgili olmak, zaman gibi sezmek, zamandan önce zamanın yerine geçmek, işte, insan ruhu için en büyük mazhariyet. Hayatı ve ömrü dirilten, değerlendirilmiş zamandır. İyi kullanılır, tam kullanırsa ömür, yitmeyen vakit, kaybolmayan zamanın ta kendisi olur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder