"Bir Dünya Kurmak" İsimli Kitaptan Yola Çıkarak
Hüsnü Özyeğin'in İşletmecilik Eğitimine Bir Bakış
Ülkemiz iş ve eğitim dünyasının
renkli simaları arasında yer alan Hüsnü Özyeğin'in hayatı "Bir Dünya
Kurmak-Hüsnü Özyeğinin Yaşam Öyküsü" ismi ile kitaplaştırıldı. Oldukça
akıcı bir dille kaleme alınan eser, çok renkli bir yaşamdan önemli kesitleri
gözler önüne sermektedir. Kitabı okudukça, "bu kitap başta lise ve
üniversite öğrencileri olmak üzere herkese ulaşmalı" demekten de kendimi
alamadım açıkçası. Bu kapsamda da kısa bir mektup yazarak Hüsnü Özyeğin
Vakfı'ndan destek istedim. Eğer talebime olumlu yanıt verilirse de bu destek
kapsamında sözkonusu eseri Erzincanlı öğrencilere ücretsiz olarak dağıtmak
istiyorum. Eğer nasip olursa da derslerimde öğrencilerimizle tartışabileceğimiz
yerli ve milli bir örnek olarak yerini alacaktır.
Bu yazının konusu elbette kitap
dağıtımı değil. Asıl konu kitabın içeriğinde bizlere nelerin dağıtıldığı...
Ailecek hüzünlü bir göç hikâyesine sahip olan Hüsnü Özyeğin'in dedesinin ve
babasının yaşadığı olaylar da oldukça dikkat çekici. Rıdvan Akar, yaşananları
elinden geldiğince güzel bir şekilde anlatmayı başarmış kitapta... Hüsnü
Özyeğin'in eğitim hayatı ise iş hayatı kadar ilginç bir şekilde geçmiş. Robert
Koleji öncesinde başlayan bu koşuşturmanın zamanla Amerika'ya doğru yönelmesi
ve bu ülkedeki macerası ibretlerle dolu...
Kurduğu üniversitede ülkemizin
ilk Girişimcilik lisans programını da açan Hüsnü Özyeğin'in hayatındaki
girişimcilik ve işletmecilik adımlarında aldığı eğitimin önemli bir yeri
olduğunu Bir Dünya Kurmak isimli kitapta görmek mümkündür. Bu yazının konusu da
esas olarak budur. Girişimcilik ya da İşletmecilik açısından Hüsnü Özyeğin'in
ya da onun gittiği güzergâhtan gidenlerin aldığı eğitim nasıl bir
eğitimdir? Haydi daha yakından bakalım!
Hüsnü Özyeğin’in ilkokulu bitirmesi ile
eğitim süreci yeni bir aşamaya gelmiştir. Bu süreçte ailesi artık yeni bir okul
için karar vermek durumundadır. Bu sırada Özyeğin’in kızkardeşi ile sınıf
arkadaşı olan Edi Placi’nin Robert Kolej’de hazırlık sınıfına başlaması ve
bundan duyduğu gururu çevresine fazlası ile hissettirmesi ailenin de dikkatini
çeker. Özyeğin’i de bu pahalı okula göndermeye karar verirler. Yaz dönemi
boyunca okulun sınavlarına hazırlanan Özyeğin, hiç özel ders almadan sınavı
kazanan 100 kişi arasında yer almayı başarır. Bu başarı için okul saatlerinden
sonra günlük 1 saat ders çalışması yetmiştir. Sınıf arkadaşları arasında Mehmet
Emin Karamehmet, Vural Işık, Muammer Ünlüer gibi isimler de yer almaktadır.
Robert Kolej’in dikkat çeken özelliği
öğretmen-öğrenci ilişkisi olarak ifade edilmektedir. Amerikalı öğretmenler
İngilizce, matematik, fen derslerini verirken, Türk öğretmenler de tarih,
coğrafya ve Türkçe derslerine girerdi. Kolej bünyesinde spora ve akademik
eğitim dışı aktivitelere de çok önem verilirdi. Bu tür aktivitelerin
öğrencileri geliştirdiğine, sosyal hayatlarında onlara faydalı olacağına
inanılırdı. Bu kapsamda İstanbul’un en büyük basketbol sahalarından bir tanesi
kolej bünyesinde bulunmaktaydı.
Amerikan sistemi, girişkenliği ve başarıyı
teşvik eden bir sistem olarak öne çıkmaktaydı. Okulda sadece dersler değil spor
ve kulüp çalışmaları da teşvik edilmekte idi. Bütün bu etkinlikler ise
girişimci, popüler, yaratıcı bir öğrenci portresinin oluşumu için gerekli
unsurlardı. Hüsnü Özyeğin de okula uyum
sağladıktan sonra derslerinde başarılı sonuçlar elde etmeye ve okul içi sosyal
faaliyetlere katılmaya başladı.
Hüsnü Özyeğin’in hem sporda hem de insani
ilişkilerde var olma çabası onun girişimci ve iletişimci yönünün güçlenmesine
neden olmuştu. Özyeğin, kolejde Talebe Birliği’nde görev alırken lise son
sınıfta da okul yönetimine katılma fırsatını yakaladı. Bütün bu girişimleri ise onun Amerika’ya gidişini sağlayacak ve orada elde edeceği imkânlara kapı
aralayacaktı. Başarı sıralamasında ilk on öğrenci arasında yer alması, voleybol
takım kaptanlığı, okul basketbol takımı oyunculuğu, piyeslerde oynaması ve
talebe birliği başkanı olması ne kadar sosyal olduğunu gösteriyordu.
Özyeğin’in 1963 yılındaki mezuniyet
töreninde Talebe Birliği Başkanı olarak yapmış olduğu konuşmada kullandığı
ifadeler dikkat çekiciydi;
“Bütün sınıf arkadaşlarıma mutlu bir gelecek,
başarılı bir hayat dilerim. Okulumuzda iki ayrı kültürün neticesi olan sorumluluklarımızı
bilmek ve ailemize, okulumuza, memleketimize ve insanlığa borçlu olduklarımızı
ödemek şuurunun içimizden eksilmemesi en büyük dileğimiz. Bu bizim umudumuz ve
ödevimizdir.”
Rober Kolej’in 100. Yılında yaptığı bu
konuşmadan tam 50 yıl sonra tekrar kolej kürsüsüne gelen Özyeğin, bu defa ise
150. mezuniyet töreninde şu ifadeleri kullanacaktır:
“Siz gençleri karşımda görünce artık
sizlerden 50 yaş büyük olmanın verdiği avantajı kullanarak benim hayatımda
öğrendiğim ve sizlere hayata atılacağınız bugünlerde faydalı olacağını umduğum
birkaç şey söylemek istiyorum:
-Hayal kurmaktan asla vazgeçmeyin. Hayal
kurdukça ulaşmak istediğiniz hedeflere yaklaşırsınız.
-Hayat bir maratondur. Zaman zaman düşüp
kalkacaksınız. Kısa dönemli değil, uzun dönemli başarılara ulaşmaya çalışın.
-Başarısızlıklarınızı gizlemeyin, onları
arkadaşlarınız ve büyüklerinizle paylaşın. Onlardan ders alın.
-İyi arkadaş, bilhassa iyi takım
arkadaşları seçin. Sizinle sadece gülen değil ağlayan arkadaşlar da seçin.
-Hep kendinizden daha üstün gördüğünüz
gençleri örnek alın.
-Derslerde başarılı olmak hayatta başarılı
olmak değildir. Hayattaki sürdürülebilir başarıyı genç yaşınızda edineceğiniz
farklı alanlardaki tecrübelerinizin getireceğini unutmayın.
-Mutlaka ama mutlaka sizi heyecanlandıran
ve sevdiğiniz işi yapın. Bu zaten sizi başarıya götürecek olan ilk adımdır. Ve
o sevdiğiniz işinizde çalışın, yılmayın. Bunun karşılığını mutlaka alacaksınız.”
Özyeğin, kolej yıllarında aldığı eğitimi
ise şu ifadelerle değerlendiriyordu:
“En çok özgüven verdi. Sosyal bir kişiliğe
sahip olmamı sağladı. Liderlik vasıflarımı çok geliştirdi. Özellikle spor çok
önemli bir araçtı. Aktif bir insandım. Kolejde çok yönlü bir eğitim aldım.
Hocalarımızla kurduğumuz arkadaşça ilişki olgunlaşmamız açısından önemliydi.
Çok şey öğrendim. Şimdi kurduğum üniversitede de aynı değerleri geliştirmeye ve
kurumsallaştırmaya gayret ediyorum.”
Lise eğitimi sonrasında ABD’de eğitim
almak için SAT (Scholastic aptitude test) sınavına giren Özyeğin, bunun için
yazma, İngilizce, matematik ve eleştirel okuma bölümlerinden başarılı sonuçlar
aldı. ABD’da başvurduğu okulların hepsinden kabul alan Özyeğin’in asıl istediği
burslu kabul ise gerçekleşmemişti. Bu durumda ise ailesinin eğitiminin
maliyetini karşılaması pek mümkün gözükmüyordu. Bu durumu matematik öğretmeni
Grady Hobson ile paylaşan Özyeğin, hocasından Oregon State Üniversitesi ismini
aldı. Hocasının yüksek lisans yaptığı bu üniversite, mühendislik alanında iyi
bir okul olarak görülüyordu. Asıl önemli olan ise, Oregon State Üniversitesi’nde
yabancı öğrencilerin gelmesini teşvik etmek amacıyla okul ücreti çok düşük
olarak belirlenmişti. Yıllık okul ücretinin 96 dolar olması ve Kardeşlik
Konseyi olarak bilinen Inter Fraternity Council’in her yıl 2 yabancı öğrenciye
bir yıl boyunca oda ve yemek giderlerini karşılayan bir burs vermesi de işin
cabasıydı.
Hocasından aldığı bilgi ve tavsiyeler
ışığında Oregon State Üniversitesi’ne başvuran Özyeğin’in referans mektubunu da
hocası Grady Hobson yazmıştı. Okula başvurusu kabul edilen Özyeğin, sözkonusu
bursu da almaya hak kazanmıştı.
Okula başlamadan önce hocalarının
tavsiyesi ile American Experiment in International Living adlı program
kapsamında Amerikalı bir ailenin yerleşerek Amerikan hayat tarzını öğrenecek
olan Özyeğin, Oregon’a gitti. Okul başlamadan önce program kapsamında 5-6 hafta
bir Amerikalı ailenin yanında Amerikan kültürüne, yemeklerine adapte olarak
çevreye uyum sağlanması amaçlanıyordu. Programa müracaat eden Amerikalı aileler
ile yabancı öğrenciler merkez tarafından eşleştiriliyordu.
Üniversite eğitimi başladığında aileden
ayrılan Özyeğin, burslu geçen eğitim yılı sonrasında yaz döneminde American Experiment
in International Living Programı kapsamında tanıştığı ailenin yanında kaldı. Bu
sayede hem tasarruf edebilecek hem de iş bulması kolaylaşacaktı. Özyeğin, bu
sayede garsonluk yaparak para kazanmaya başlayacaktı. Bu süreç onun için önemli
bir tecrübe olmuştu. İleriki dönemlerde ise okulda erkek öğrencilerin barındığı
yer olan Fraternity’nin muhasebecisi olma imkanı elde ederek gelirini artırmayı
başaracaktı.
Üniversite eğitiminin üçüncü yılında
üniversite başkan yardımcılığına seçilen Özyeğin, okulunda tanınır hale
gelmişti. Bu arada yine kendisine “yemek tatma”, “turnikelerde bilet kontrolü”
gibi ek gelir getirecek işler yapıyordu. Daha sonra ise yaz döneminde Kanada’nın
Vancouver eyaleti sınırında yer alan Metalline Falls baraj inşaatında çalışarak
önemli bir kazanç elde etmişti.
Öğrenciliğinin dördüncü yılında Özyeğin,
Oregon State Üniversitesi’nin Öğrenci Birliği Başkanı seçilmeyi başardı. Ciddi
bir seçim kampanyası yürütülerek girilen seçilmede sevinen taraf Özyeğin’in
kurmuş olduğu “The Party” oldu. Bu başarı sayesinde bir ofisi, iki sekreteri ve
ayda 100 dolar maaş imkânını hak etmişti. Özyeğin’in üniversitedeki başkanlık
serüveni sırasındaki çalışma temposu çalışma hayatındakinden daha yoğun bir
mesai içermekteydi. Özyeğin, başkanlık çalışmaları kapsamında ünlü ABD devlet
başkanı J. F. Kennedy’nin kardeşi ve Adalet Bakanı olan Bobby Kennedy’yi
üniversitede ağırlamayı başaracaktı.
Özyeğin, inşaat mühendisi olarak mezun
olurken mezuniyet konuşmasını yapan kişi olarak 10 bin öğrenci karşısında
üniversitenin öğrencileri gerçek hayata hazırlarken sadece akademik
gelişmelerini değil, sosyal gelişmelerini de sağlayacak ortamı oluşturmasının
önemine dikkat çekmişti. Çünkü üniversitenin öğrencilerine aşıladığı özgüven,
hayat boyu kendilerine fayda sağlayacaktı.
Oregon State Üniversitesi’nden mezun
olduktan sonra ABD’de bir belediyede teknik ressamlık yaparak çalışma hayatına
atılan Özyeğin, ikinci bir iş olarak da çağrı merkezinde görev yapıyordu.
Alemünyum siding (kaplama) satışı için yapılan bu görev ise pazarlama elemanları
için vatandaşlardan randevu almayı gerektiriyordu. Bu çalışma temposu sırasında Özyeğin, aslında
inşaat mühendisi olmak istemediğini fark ederek yeni bir kariyer basamaklarını
tırmanmaya yöneldi.
Özyeğin’in aldığı karar, yüksek lisans
eğitimine gitmesi doğrultusundaydı. Yüksek lisans eğitimi için başvurduğu
okullar ise Stanford ve Harvard Business School oldu. Ortalamasının düşük
olması ve iş tecrübesinin yok denecek kadar az olması Özyeğin’e başvurularının
olumlu sonuçlanmayacağını hissettiriyordu. Ancak, 2 bin mezun arasından sadece
Özyeğin için referans mektubu yazmayı kabul eden Oregon State Üniversitesi
rektörü Dr. Jensen’in de etkisi ile her iki başvuru da kabul edilmişti.
Amerikan eğitim sisteminde tek kriterin öğrencinin not ortalamasının olmaması,
öğrencinin sosyal sorumluluk projelerine katılımı, spora olan katkısı ve en
önemlisi girişimci ve yaratıcı projelerdeki varlığı önem verilen değerler
olarak sıralanıyordu. Özyeğin de bu konularda kendisini öne çıkarmayı
başarmıştı. Bu kapsamda, başvuru mektubunda dönemin Adalet Bakanı Robbert
Kenedy’yi ağırladığı toplantıya yer vermiş ve onunla çekilmiş olduğu bir
fotoğrafı da dosyaya eklemeyi unutmamıştı.
Özyeğin, Harvard’da iki yıllık işletme
master programına kabul edilen ikinci Türk olmuştu. Harvard’da eğitim alan
Nijeryalı öğrencilerin sayılarının bile Türk öğrencilerden az olması konusunda
yıllar sonra dönemin başbakanı olan merhum Turgut Özal’a konuyu açtığında, “Eğitimde
Türkiye’nin önünde uzun ve meşakkatli bir yol olduğu” cevabını alacaktı. Özal,
Japonya ile Güney Kore’nin endüstrileşmedeki ve ihracatlarındaki başarılarının
sırrının eğitimden geçtiğini düşünmekteydi. Her iki ülke de eğitim
seferberliğinden sonra ekonomik gelişmeyi sağlayabilmişti. Özal, “Daha çok
öğrenciyi Harvard ile tanıştırmalıyız” demişti.
Harvard Business School bünyesinde eğitime
başlayan Özyeğin,100 kişilik sınıfta derse başlamıştı. Bu sınıflarda dersler
vaka analizi metodu ile öğretiliyordu. Bu vakalar hocalar tarafından
şirketlerin gerçek sorunları, fırsatları, uygulamaları, stratejileri göz önüne
alınarak hazırlanıyor, sonra öğrenciler kendilerini bu şirketlerin yöneticileri
yerine koyarak, derse konu olan vakada alınan kararlar hakkındaki görüşlerini
belirtiyorlardı.
Harvard hocaları hiç kürsülerinde
durmazlar, hep anfi şeklinde olan sınıflarda öğrenci sıralarının arasında
dolaşıp dersleri interaktif bir şekilde yönetirlerdi. Her öğrencinin önünde adı ve soyadının
bulunduğu bir kart vardı. Öğrenciler, isim kartlarını katıldıkları sınıflara
beraberlerinde götürürlerdi. Hocalar, öğrencilere söz verdiklerinde isimleri
ile hitap ederlerdi. Öğrencilere verilen notlar ise Low Pass, Pass, High Pass
şeklinde verilirdi. Numaralı not sistemi kullanılmazken derslere devam ise bir
zorunluluktu.
Sınıfta inanılmaz bir atmosfer
bulunmaktaydı. Genelde Harvard Üniversitesi’ne alınan öğrenciler mezuniyet
sonrasında 3-5 yıllık bir iş tecrübesine sahip olan kişilerden oluşmaktaydı.
Özyeğin gibi iş tecrübesi olmayan öğrenci nerede ise yoktu. Bu nedenle
derslerde ilk zamanlar kendisini çok acemi olarak görüyordu.
Sınıfta vaka tartışması olduğunda,
öğrenciler ellerini kaldırarak “ben olsam şöyle yapardım” diyebiliyor, özgüveni
yüksek ve bilgi ile donanmış analizler yapabiliyorlardı. Bu durum, Özyeğin’e
işinin zorluğunu gösterirken çok okuması ve çok çalışması gerektiğine işaret
ediyordu. Bu okul gerçekten çok farklıydı.
Harvard Üniversitesi’nde verilen eğitim
Özyeğin’in ufkunu tamamen değiştirmişti. Burası sadece bir üniversite değil
aynı zamanda bir atölye idi. Özyeğin, bir mühendis olarak eğitime başlamışken
artık iyi bir iş idarecisi ve iktisatçı olarak eğitimini tamamlıyordu.
Harvard’da bir sömestr boyunca yaklaşık
400 farklı durum analizi yani iş dünyasında karşılaşılabilecek farklı
senaryolarla ilgili vaka incelemeleri yaparak benzersiz bir tecrübe elde etme imkânını
yakalamıştı. Bu analizler, krizden büyümeye, vizyondan projelere kadar hemen
her boyuta ilişkin düşünmeyi, analiz etmeyi ve karar vermeyi öğretiyordu.
Harvard’ın özelliklerinden bir tanesi de
öğrencilerin vakaları tartışmasına müteakip vaka olarak analiz edilen
şirketlerin yöneticileri de derse geliyor ve analiz edilen sorunları veya
fırsatları gerçek hayatta nasıl yönettiklerini anlatıyorlardı. Ayrıca, haftada
bir iki defa Washington’dan önemli politikacılar, dünyanın en önemli
şirketlerinin başkanları veya genel müdürleri Harvard’a gelip konferans
verirlerdi. Bu sayede Amerikan iş çevrelerinin bu önde gelen isimleriyle
öğrenciler konuşma ve tanışma fırsatı elde ediyorlardı.
Haftada 5 gün ders olan Harvard’da günde 5
ders yapılırdı. Öğrencilere Cuma günü bir vaka dağıtılır ve Cumartesi akşamı
saat 18:00’e kadar o vaka hakkında 200 kelimelik bir analizin yapılması
istenirdi. Öğrenciler, hazırladıkları analizleri bir zarfa koyarak Baker
Library girişinde bulunan posta kutusuna atarlardı. Bu posta kutusu da saat
18:00 itibariyle kapanırdı. Öğrenciler, vaka analizinin “Yönetici Özeti”ni
çıkararak kısa bir tahlilini yazılı hale getirme eğitimini bu şekilde
alıyorlardı.
Özyeğin, aldığı bu eğitim ile çok boyutlu
düşünmeyi öğrenmişti. Buradaki eğitimi sırasında da sosyal faaliyetlerden geri
durmayan Özyeğin, sporla meşgul oldu ve öğrenci derneğinde görev aldı. Ayrıca, eğitimi sırasında kısmi zamanlı
olarak çalışmaya da devam etti. Buradaki
çalışma hayatı sırasında üniversitenin kantin ihalesine girerek garsonluktan
patronluğa ilk adımını atmış oldu.
Girdiği ihalede, okul yönetimine bir rapor
sunarak menüdeki yiyecekleri kaça satacağını, kantini hangi saatlerde açık
tutacağını, temizliğe nasıl özen göstereceğini bildirdi. Bu rapor sayesinde
yeni ihaleyi kazanan isim Özyeğin olmuştu. Özyeğin, buraya hazır pizza satışı,
sabah kahvaltısı çeşitleri gibi birçok yeniliği getirdi. Kantinin temizliğini
de kendisi üstlendiği için hem tasarruf ediyor hem de daha çok para kazanma
imkanı elde ediyordu.
Kazandığı para ile okul borcunu ödeyen Özyeğin,
2 bin dolar civarında bir parayı da kendisine ayırmayı başarmıştı. Bu para ile
de Pan Amerikan Hava Yolları ve General Motors’un hisselerini satın almıştı.
Daha sonra ise karlı gördüğü başka hisselere yöneldi.
Harvard’a eleman arayan şirketlerin özel
bir ilgisi bulunmaktaydı. Bankalar ve şirketler, yılın ilk ayından itibaren
Harvard Business School’a gelir, Haziran’da mezun olacak ikinci sınıf öğrencileri
ile tanışır ve mülakat yaparlardı. İkinci aşamada da beğendikleri öğrencileri
genel merkezlerine davet ederek çeşitli yöneticilerin öğrencilerle görüşmelerini
sağlayarak uygun görülen kişilere iş teklifi yapılırdı. Amerika’nın en büyük
yatırım bankaları, danışmanlık şirketleri, sanayi şirketleri gibi dünyanın en
büyük 200-300 şirketi Harvard Business School mezunlarını transfer etmek için
yarışırdı. Özyeğin de Citibank, J. P. Morgan, Bankers Trust gibi bankalardan gelen tekliflerin arasında
bulunan Arthur D. Little isimli Cambridge merkezli danışmanlık şirketini tercih
etmişti. Özyeğin, Harvard Business School’u bitirdiği Cuma günü eşyalarını
toplamış ve Pazartesi sabahı yeni işine başlamıştı.
Özyeğin, Arthur D. Little danışmanlık
şirketi tecrübesi sonrasında şu tavsiyede bulunmuştu:
“ABD’de okuyan gençlere
mutlaka çalışmalarını öneriyorum. Çünkü, asıl görgüyü çalışarak kazanıyorsunuz.
Büyük kurumsal şirketlerde çalışan Amerikalıların inanılmaz bir temposu ve
disiplini var. Dolayısıyla, o tecrübeyi edinip dönmeleri doğru olur. Ama
biliyorum ki belli bir sürenin üzerinde kalırsanız da hayatınızı orada kurmaya
başlıyor ve neticesinde orada kalıyorsunuz. Takım halinde çalışma çok önemli.
Benim çalıştığım danışmanlık şirketinde, başta 20-25 yıl, onun altında ise 6-7
senelik iş tecrübesi olan iki uzman ve onların altında da bizim gibi
üniversiteden yeni çıkmış 2-3 kişi vardı. Finansal analist dedikleri bu
elemanlarla beraber takım halinde çalışmak, belli bir projeyi belli bir süre
içerisinde bitirmek ve o takımın başındaki takım liderinin işleri dağıtması,
sonra toplaması… Çok önemli tecrübeler edindim. Özellikle yatırım bankacılığı
açısından çok önemli bir deneyimdi. Sonraları oğluma da aynı tecrübeleri
yaşamasını tavsiye ettim. ”
Özyeğin, yurtdışında çeşitli konumlarda
görev aldıktan sonra ülkesine dönmeye karar verdi. Çünkü gelecek tahayyülü ve
kariyer planında başka bir ülke yoktu. Pırıltılı bir eğitimin ve edindiği
mesleki tecrübenin ardından şimdi onu Amerika’da tutacak bir gerekçe
kalmadığını düşünmüştü.
Hayat sadece kariyer ve başarıdan ibaret
olmamalıydı. Kendini en iyi hissettiği yerde yani vatanında, ailesiyle,
sevdikleriyle birlikte yaşamalıydı. Genç bir adamın idealizmi ile “artık ülkeme
bir yararım dokunmalı” diye düşünüyordu.
Bir Dünya Kurmak isimli bu değerli kitapta
verilen bilgiler ışığında bakıldığında, Özyeğin’in işletmecilik eğitimi
konusunda en önemli adımlardan bir tanesinin kolej yılları olduğu
görülmektedir. Özyeğin, bu dönemde akademik anlamda kendisini geliştirme imkânı
bulmanın yanında sosyokültürel olarak da kendisini gerçekleştirmeyi
başarmıştır. Onun gösterdiği bu çabalar ise öğretmeninin de kendisine doğru bir
rehberlik etmesi sayesinde Oregon State Üniversitesi’nin kapılarını
aralamıştır.
Oregon sıralarına hazırlık yaparken yapmış
olduğu çalışmalara arkadaşları da şahitlik etmektedir. İngilizce öğrenme
konusunda kelime ezberlemek için yazdığı kâğıtları sürekli yanında gezdirdiği
ve fırsat oldukça da o kelimelere bakarak kelime dağarcığını zenginleştirmeye
çalıştığı arkadaşları tarafından aktarılmaktadır.
Bu şekilde azimli bir öğrenciliğin yanında
sosyal ilişkileri sağlam tutması da iyi bir girişimci olmasının kapsını
aralayacaktır. Eğitimi sırasınca yanında kaldığı Amerikalı aile ile arasındaki
bağlar öğrencilik ve iş yaşamı açısından çok önemli bir rol oynamıştır.
Üniversite yıllarında da akademik
hayatının yanında hem çalışma hayatına yönelik dem de sosyal faaliyetler
açısından yoğun tempolu bir dönemi takip etmiştir. Üniversitesi ile arasındaki
sıkı bağlar sayesinde kendisine Harvard’ın kapısını açacak olan referans
mektubu üniversite rektöründen gelmiştir.
Harvard dönemindeki eğitim hayatına
ilişkin detayların önemli bir kısmı yukarıda ifade edilmiştir. Ülkemizdeki
üniversitelerin önemli bir kısmının aksine Harvard, vaka analizleri ile
öğrencilerin becerilerini artırmayı tercih etmiştir. Bu sayede teorik kapsam
içerisinde öğrenciyi boğmak yerine gerçek hayatta karşılaşılabilecek ve
karşılaşılan senaryolar masaya yatırılmakta ve bu süreçte öğrencilerin derse
aktif katılımı teşvik edilmektedir. Derslere devam zorunluluğu da bu süreçte
dikkat çekmektedir.
Üniversitenin öğrencilere kazandırdığı bu
bilgilerin yanında iş dünyası ile arasındaki sıkı bağlar da sektördeki güncel
gelişmelerin derslerde anlık olarak tartışılmasına imkân vermektedir. Mezuniyet
aşamasına gelen öğrencilerin istihdamı sırasında da oldukça etkili olan bu
bağlar, ülkemizdeki işletme eğitimi alanında atılması gereken adımlara işaret
etmektedir. Özyeğin’in kısmen aile özlemi, kısmen kariyerini ülkede devam
ettirmesi olarak görünen yurda dönüş tercihi de ülkemiz için bir kazanç
olmuştur.
İşletmecilik eğitimi anlamında ülkemizdeki üniversitelerin yeniden yapılanma ihtiyacı gayet aşikârdır. Bu durumu en açık olarak ortaya koyan durum ise, son ÖSYM tercihlerinde ortaya çıkan tablodur.
İşletmecilik eğitimi anlamında ülkemizdeki üniversitelerin yeniden yapılanma ihtiyacı gayet aşikârdır. Bu durumu en açık olarak ortaya koyan durum ise, son ÖSYM tercihlerinde ortaya çıkan tablodur.
Hazırlayan: Muhammet Negiz
Kaynak:
Akar, Rıdvan., Bir Dünya Kurmak: Hüsnü
Özyeğin’in Yaşam Öyküsü,
ÖzÜ Kültür Yayınları, Mayıs 2017, İstanbul, 2. Baskı, S. 42-85
ÖzÜ Kültür Yayınları, Mayıs 2017, İstanbul, 2. Baskı, S. 42-85
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder