Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Barca'dan Önemli Açıklamalar


Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Barca, “Manevî ve maddî rahatsızlıklarımızın”, “Eğitim ve kültürde bir türlü dikiş tutturamıyor oluşumuzun” sebepleri üzerine çok kafa yoran, çok çalışan bir akademisyen.*

Trump’ın bütün Müslümanları ve aslında bütün “insanları” rahatsız eden “Kudüs Kararı”nın ve bu ‘rezil’ karar karşısında “Neler yapabildiğimizin, yapamadığımızın” tartışıldığı bu süreçte, anlamlı, faydalı olduğunu düşündüğümüz bir söyleşi…

Sorularımızla ve sohbete katkılarımızla daha fazla uzatmak istemiyoruz…
Sayın Barca’nın “aydınlanmaya” katkı sağlayacak ifadelerine daha fazla yer kalabilsin diye:


“BİLİMSEL BİLGİ ÜRETİMİNDE İTHALATÇI ANLAYIŞ!”
“Bizde maalesef Batı’da üretilmiş Bilimsel Bilgi’nin ithal edilmesi gibi bir yanlış yönelim var.

Hristiyanlık, Hz. İsa’dan sonra hızlı bir şekilde bozuluyor ve ‘insan ürünü’ bir din haline geliyor.

Bilimsel bilgi üretimini büyük ölçüde yasaklayan bir tutuma giriyor Kilise ve bilimsel bilgi üretimi buna rağmen gelişiyor.

Bizde ise durum bambaşka.

Kuranı Kerim baştan sonra bir ‘araştırma çağrısı’ gibidir.

Kuran-ı Kerim, bilimsel bilgi üretiminin yolunu açar.

Batı’da ise durum bambaşka…

Sosyal bilimleri Batı’dan eleştirisiz ithal eden bizim gibi toplumlar, Batı’daki ‘dine rağmen’i bize dayatmaya kalkıyor.

‘İthal bilim’ böyle bir sakıncaya yol açıyor.

Sizin bağlamınızda anlamlı olmayan bir tepki hareketini ithal ediyorsunuz…

‘Kültür ithali’ yapıyorsunuz.

‘Bireycilik’ Batı Kültürü’nde yaygındır.

Biz de, ‘bireyciliğe’ saplanmış bir topluma doğru gidiyoruz…

Batı’da durum bu, biz de öyle olmayalım.

Bizim gibi toplumlarda tam tersine ‘toplumculuk’ vardır.

Birey, toplum içinde anlamlıdır.

Geniş aile vardır bizde.

‘Bireyciliği’ ithal ettiğinizde, toplumsal huzursuzluk, sevgisizlik, eğitimsizliği getirmiş olursunuz.

Batı’dan bilimi de, kültürü de, düşünce biçimini de, yaşam biçimini de ithal ediyoruz.

Yaşam biçiminizi, düşünme biçiminizi ithal ederseniz, ithal ettiklerinize rakip olacak kadar başkası olamazsınız.

Onlara rakip olacak kadar başkası olamazsınız, onların yönettiği başkası olursunuz!

“KENDİNİZ OLAMAZSANIZ ÖZGÜR OLAMAZSINIZ!..”
Bir ülkenin özgürleşmesi, kendi kimliğini geliştirmesi, büyük ölçüde ‘sosyal bilimlere’ bağlıdır.

Çünkü sosyal bilimler; o ‘bağlam’ın; o tarihin, o kültürün, o coğrafyanın, o Din’in, o yaşanmışlıkların bir bütünü olarak, bir kimlik inşasında rol alıyor.

Siz eğer o ‘bağlam’a ilişkin bilgi üretip, o bilgi üzerine bir kimlik inşa edemiyorsanız ve kimlik geliştirmeyi yapamıyorsanız, kimliğiniz başkalarının uzantısı haline geliyor.

İstediğiniz kadar, sağlık bilimlerinde mesafe alın, istediğiniz kadar mühendislik bilimlerinde, temel bilimlerde mesafe alın iki şeyde mesafe alamazsanız özgür olamazsanız;

‘Sosyal Bilimler ve Kültür Sanat Bilimleri.’

Bunlar o toplumun ‘özgün değerleri’dir.

Sağlık, mühendislik, temel bilimler; bunlar bizim evrensel değerlerimiz olabilir ama sosyal bilimlerde bu ‘bağlam bağımlı’ durum, bizim kendi bağlamımıza ilişkin bilgi üretmeyi ve kendi bağlamımıza ilişkin bilgiyi de, kimliğimize yansıtmayı gerektiriyor.

Bu anlamda enteresan bir durumdur;

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemi başladığından bu yana, 150 yıldır, her nedense ‘Sosyal Bilimler’ bilinçli bir şekilde baskılanmış, ikinci, üçüncü plâna itilmiş.

En zekilerimiz, sağlık bilimlerine, mühendislik bilimlerine, temel bilimlere yönlendirilmiş; üniversitelerin kaynak ve kabiliyetleri daha çok buralara tahsis edilmiş… ‘Sosyal Bilimler’de önemli bir yatırım yok, önemli bir geri dönüş de yok.

Bizim kimliğimizden uzaklaşarak ‘yabancılaşmamız’ ile ‘Sosyal Bilimler’den uzaklaşmamız aynı anlama geliyor…

“ÇOK SAYIDA SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMA ÜNİVERSİTESİNE İHTİYAÇ VAR”
“ ‘Sosyal Bilimler’de çok sayıda ‘araştırma üniversitelerimizin’ olması lâzım.

Ankara’da Sosyal Bilimler Üniversitesi, İstanbul’da İbn Haldun Üniversitesi, bunlar sevindirici ama bizim “Sosyal Bilim Araştırma Üniversiteleri”ne de ihtiyacımız var.

Dini bir sağlam anlayışa ulaşmamız, bilgi ile mümkündür.

Politikalarda, stratejilerde tutarlı ve büyük işler yapmamız bilgiye bağlıdır.

Ticarette ileriye gitmemiz bilgiye bağlıdır.

Yakın komşularımızla, uzak komşularımızla sağlam ilişkiler kurmamız bilgiye bağlıdır.

Bilgi olmadan fikir olmaz, politika olmaz, bilgi olmadan din olmaz, eğitim olmaz.

Bu olmazsa olmazımızdır, bu en büyük hayır kapısıdır.

Bir vakitler, sosyolojinin, astronominin, mühendisliğin, iktisadın bilimsel temellerini atıyorduk, bugünse ithal ediyoruz.

İslam bilmeye, sorgulamaya çağrıdır, düşünmeye çağırıdır.

Biz bu mesajı bu şekilde aldığımız sürece, İslam, bilgi ile büyüyen, bilginin hayatlara hükmettiği, bilginin toplumun her şubesine büyük katkı sağladığı bir alan olarak gelişir.

Biz bunu bilgiden koparırsak, hayata yön veren bir yanı da kalmaz.”


“GENÇLERİMİZ YANLIŞ YÖNLENDİRİLİYOR!”
“Türkiye’de bazı mesleklerin ısrarla cazip gösterilmesi, ‘paralı’ denilerek ısrarla öne çıkartılması büyük bir yanılsamadır.

Bizim iyi beyinlerimizin, ekonomi ile, sosyoloji ile, eğitimle, kültürle uğraşmasının uygun olacağı kanaatindeyim.

Sağlığın sosyal boyutları, sağlığın ‘doktorluk’ kısmından çok daha fazladır.

Mühendisliğin sosyal alanı, mühendisliğin hesap alanından daha büyüktür.

Böyle düşündüğümüz zaman, insanlarımız toplumun ihtiyaç duyduğu her meslekte kafa yorabilirler.

Sağlık sosyolojisini, sağlık psikolojisini, mühendisliğin sosyal yönlerini de çalışabilirler.

Televizyon dediğimiz cihaza salt bir mühendislik cihazı olarak mı bakarız?

Televizyonun mühendislik tarafı mı, yoksa sosyal tarafı mı ağır basar?

Hollywood’u düşünün; bununla sadece bilimi ithal etmiyorlar, kültürü de ithal ediyorlar…

Bizim sosyal bilimlere yönelmemiz, esas itibarı ile ülkenin, Türkiye’nin, İslam Dünyası’nın, İslam Dünyası dışındaki alanın kendi kimlik arayışıdır.

150 yılı aşkın bir süredir, sadece Batı’dan beslenmenin zararı olmuştur.

Toplumlar farklı, değerler farklı…

Türkiye’deki geniş aile içerisinde birçok kişi var ve bu kişiler hâlâ mutlu, bir ekonomik kriz geçirmiyor, iflas etmiyor.

Batı’da ise iki kişilik çekirdek aile, kendi ekonomisini yönetemiyor, bunalımlara giriyor.

Bizim ekonomi dinamiğimiz ile onlarınki aynı olabilir mi?

Batı’daki ekonomik döngü faiz üzerine kurulu, bizim inancımız faizle ilişkiyi nasıl yorumluyor, bununla ilişkisindeki psikolojisi nedir, bunlar yeniden gözden geçirilmeye muhtaç hususlardır.

Biz “bağlam bağımlı” bilim üretmediğimiz zaman, son derece soyutlanmış bilgiyi öne çıkartıyoruz, bunun bize faydası olmuyor, bunun üzerine politika kurmak, bununla hayata yön vermek, olmuyor.

Bilgiliymiş gibi görünüyoruz ama en temel meseleleri açıklamakta yetersiz kalıyoruz…

Bizim toplumlarımızda, en fazla ilerleme, insanların Din’e en fazla teveccüh gösterdiği dönemlerde gerçekleşmiş.

Biz bilgiyi insanlığın hayrına kullanırız.

Batı, ürettiği bilgiyi kendi yararına kullanırken, dışındaki dünya için ise tam bir ‘emperyal araç’ olarak kullanıyor.

Burada bilginin üretim amacı farklılığı var.

Siz bilgiyi gücü tahkim etmek için üretebilirsiniz, bilgiyi adaleti hakkaniyeti, mutluluğu tahkim etmek için üretebilirsiniz.

İslam’ın açık emridir, bilgiyi Şeytanî amaçlar için kullanmamak.

Batı, bilgiyi gücü tahkim etmek için kullanıyor.

Batı ile dünyanın temel sorunu budur.

Batı, kendi halkının refahını önemsiyor ama kendisinin dışındaki dünyayı sömürüyor.

Biz, ‘olgunlaşmayı esas alarak’ bilimle iştigal etmeyi isteriz.

Özgüvenimizi bilimsel bilgi üretimini arttırarak kazanacağız.

Biz toplum olarak, bilimi sahiplenirsek, toplum olarak bilimi bir değer olarak görürsek, yatırım yaparsak, ‘Bilimin Üretim Merkezi’ burası olur.

Perspektifimizi değiştirmemiz lâzım.

Gençlerimize öncelikleri gösteriyoruz; ‘Bu iş çok para getiriyor, bu çok puan kazandırıyor..’ vs. diyerek…

Bir toplumun en yeteneklerinin oranı çok yüksek değildir.

Biz bu en yeteneklileri belli alanlara kanalize edip, önlerine de çok bireysel hedefler koyduğumuz zaman, bütün toplumsal arayışımızı, yetkinliğimizi, büyük hedefler koyma isteğimizi öldürüyoruz.

Devlet olarak, birey olarak, toplum olarak, aile olarak öncelikler politikamızı yeniden gözden geçirmeye ihtiyacımız var.

Biz ancak, sosyal alanlarda bilimsel bilgi üretimine ağırlık vererek ‘kendimiz’ olabiliriz.

‘Kendimiz olmaya’ da ihtiyacımız var.

Aksi takdirde birilerinin gücünün kuklası durumunda oluruz.”

“TRUMP, ‘EVANJELİST SİYONİSTLER’İN SÖZCÜSÜ GİBİ!”
“Bakın, insanî onurumuzla oynanıyor.

Şimdi düşünün; Trump kalktı ne yaptı?

Dedi ki, ‘Ben, Kudüs’ü İsrail’in Başkenti olarak ilân ediyorum!’

Bir dakika, Kudüs’ün İsrail’in Başkenti ilân edilmesi kararını sen hangi hakla veriyorsun?..

Trump’ın güçten başka dayandığı, saygı duyacağımız bir kaynak var mı?

Dünya buna niye sessiz kalıyor?

İbrahimî dinlerin ortak kutsal şehri olan Kudüs, birilerine peşkeş çekilmemeliydi, barışın başkenti, kutsallığın Başkenti olmalıydı…

Fakat siz orada Evanjelist Siyonistlerin sözcüsü olarak dünyaya düzen vermeye kalkarsanız, arkanıza da gücü tahkim eden bilimi alırsanız, bu sorgulanmaya değer.

Bunun için diyoruz ki, sosyal bilimlerde yoğunlaşmaya ihtiyacımız var.

Trump zihniyeti, bilgiyi, üst amaçları gözetmeksiniz kullanmaya kalkışmıştır.

Adalet, hakkaniyet, özgürlük gibi kavramlara hizmet edeceğine; birilerinin menfaatine, üstünlüğüne haksız rekabetine götürecek şekilde bir kullanıma konu ediyor gücü.

Burada bilginin suçu yok, burada bilgiyi kötüye kullananların suçu var.

Bilgiyi herkes kötüye de, iyiye de kullanabilir.

Bilginin iyiye doğru kullanılması, bir inancın, bir kültürün eseri olabilir ancak.

Siz bireysel çıkarların, haksız rekabetin dayanağı haline getiren bir kültürden referans alırsanız -ki şu anda ABD’ye bu anlamda Vahşi Kapitalizm’in tipik bir ülkesi olarak bakıyoruz-, derdiniz adalet değilse, bilgiyi kötü amaçlar için kullanırsınız.

Bizde bilgi ile olgunluk arasında bir ilişki vardır.

Batıda bilgi ile olgunluk arasındaki ilişki tamamen kopmuştur.

Trump kalkıp bu kadar haksız bir girişimde bulunuyor ama karşısında önemli bir muhalefet görmüyor.

ABD’de ‘bilgi ile olgunluk’ arasında ilişki kopmamış olsaydı, Trump’ın bu hareketi bilinçli kesimler tarafından engellenirdi.

Bireyselleşmiş kişiler, adeta kendi menfaat çukurları içinde debelenip duracak duruma gelince; insanlık onuru, dinlerin onuru, tarihin onuru diye bir dertleri kalmıyor.

Biz de aynı durumda olmayalım.

Bilgi, olgunluk, insan-ı kâmil, bizim öğretimizde önemlidir.

İnsan-ı kâmil, toplumsal fayda, adalet, hakkaniyet önemlidir.

Kime karşı yapılırsa yapılsın, adaletsizliğe karşı mücadele etmek bizim görevimizdir.

Makyavelist bir anlayışa mahkum edilmişseniz, adalet, hakkaniyet gibi kavramları önemsemezsiniz.

Batı’nın sıkıntısı buradadır.

Bu süreçte, bilincin oluşması için adeta şoklar yaşıyoruz.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan ‘Dünya beşten büyüktür!’ demekle, bir uluslararası bilincin hareket geçmesinin sloganını oluşturdu.

Dünya’ya niye beş ülke düzen sağlamaya çalışsın, niye beş ülke yönlendirici olma statüsüne sahip olsun, BM niye beş ülkenin oyuncağı haline gelsin?..

Bugün Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasına karşı çıkışta önemli dayanaklarımızdan birisi burası.

Sen kim oluyorsun!

Kudüs, 1 milyar 800 milyon insanın kutsal şehridir, sen kim oluyorsun!

1 milyar 800 milyon insanın ne yaşayacağını değil; İsrail’de yaşayan 8 milyon, toplamda 17 milyon insanın duygularını, beklentilerini önemsiyorsun.

Sen adaletten değil, güçten yanasın, haksızlıktan yanasın, Kutsal’ı küçük bir kesime peşkeş çekiyorsun demektir.”

“TRUMP, YERİNİ KORUMAK İÇİN RÜŞVET VERDİ!..”
“Kudüs’e dair kabul edilemez karar, Trump’ın yerini korumak için verdiği rüşvettir.

Gerçek şu ki, bilgiyi üst amaçlarla birlikte inşa etmezseniz, bunun için gerekli kurumları ve kanalları oluşturmazsanız, bilgi, toplumu hüsrana götürecek adaletsizliğin de kaynağı olabilir.

Demek ki, bilgi bilince dayanmalı.

İslam; bilgiye, bilince, adalete, hakkaniyete, özgürlüğe çağrıdır.

Kulluk; hakkaniyet ve adalet için, hiç kimseden izin almadan, hiçbir menfaate boyun eğmeden, hiçbir güce boyun eğmeden haykırmandır, onun için mücadele etmendir, yaşamandır.

Siz, kulluk yerine menfaate taparsanız o da size bu hataları yaptırır.

ABD gibi bilimin üretildiği mekânda, bu akılsız iş yapılıyor.

ABD’deki kölelik; bireyselleştirilmiş insanlar, tek tek atoma indirgenmiş insanlar bireysel olarak güçsüz ama düzen çok güçlü.

O düzenin içinde erimiş bireyler...

Kaynakwww.milatgazetesi.com, *Röportaj Serdar Arseven tarafından gerçekleştirilmiştir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Popüler Yayınlar

Son 1 Yılın Popüler Yayınları