Prof. Dr. Teoman Duralı I Ahlakla Yoğrulmuş Bir Ömür


Aynı devirde yaşanıldığı için şükür vesîlesi kılınabilecek insanların sayısı pek azdır. Bir yandan o insanın fikirlerinin sapasağlamlığı ve ehemmiyeti mevzûu bahisken, öte yandan kanlı-canlı yanıbaşımızda yaşadığını bilmek tarife gelmez hisler husûle getirir. Bu satırların yazarı için kıymetli Prof. Dr. Teoman Duralı bu kişilerdendir.*
  Duralı Hoca ile rûberû bilişmek imkânından mahrum kalmış olsam da zamâne teknik imkânların elverdiği ölçüde ona âşinâlığım vâkîdir. Muhtelif vâsıtalarla seyrettiğim, işittiğim ve anlamağa çalıştığım bu mümtaz şahsiyetle her karşılaştığımda zihnimde; soğuk ve puslu bir havada, büyücek bir cemâat olarak, en ufak bir hatâ ve nizamsızlığa mahal vermeden tâlim yapan askeriye mensupları canlanır. Daha doğru bir ifâdeyle, onların yeknesak ve kopmamacasına birbirine merbut hâlüharekâtı. Tabîî ki bu hâlüharekât bir gayeye mâtuftur ve fakat âtîdeki vaziyetlere rabtedilmiş bir gayeye. Azîz beğefendinin söyleyip yazdıklarından istihrac edebileceğimiz zihnî faaliyetin ne denli sıkısıkıya  örüldüğünü görebilmek kaygısıyla birkaç misâl aramağa koyulduğumuzda pek de zorlanmayacağımızı anlarız. ” Tanrısallık-Kutsallık-Dünyevîlik Çatışmasının yanı sıra, Latin-Roma-Germen Hasımlığı ” , ”Din Menşeli Medeniyet, ‘Temeddün’e Karşı Çıkan Dindışı Medeniyet: ‘Civilisation’ ve Onun Gayrıtabîî İnsan Tipolojisi ” , ” Tekrarlanır-Tekrarlanamaz Zaman Hatlarının Karşıtlığı Karşısında Kendini Belirleyebilen Varlık olarak İnsan ” , ” Ahlâkın Temeli: Ödev; Ödevin Hülâsası: ”Yapmalıyım!” Özden-Buyruğu ” , ”Ahlâkı Uygulama Gücü: İrâde ” , ” Ahlâkın ‘Benim’deki Aslı Esâsı: Niyet ” , ” Ahlâkın ‘Benim’in Dışındaki Tezâhürü: Hukuk ”. Yukarıda yatıkyazıyla yazılanlar Duralı’nın ‘Sorun Nedir? Felsefe-Bilimin Düşünce Biçimi’ isimli eserinde kullandığı bazı başlıklardır. Kaleme aldığı tüm eserlerinde felsefenin ‘asıl-öz’ arayışını hiçbir vechiyle bırakmadan o yol üzerinde ‘Felsefe-Bilim’ görüşünü temellendirip inşâa etmiştir. Peki nedir Felsefe-Bilim? Yine yazarın ifâdeleriyle: ” ‘Din ile görünürler dünyası arasında kalan kesimde akılyürütme kılavuzluğunda bilgi üretip üretileni sınayan kurumlaşmış sistemdir. ” Üstad tüm felsefe-bilim tarihine derin vukûfiyetle hâkimken husûsen Eflatun, Aristoteles, Descartes ve Kant üzerine yazdıkları insanı hayrette bırakıyor. Bir sistem olarak ortaya koyduklarıyla Hoca, Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’ndan iktibasla ‘bu ülkede batıdan veyâhut sâir mecrâlardan aldıklarını tekrar ederek felsefe yaptığını zannedenlerin aksine, kendine mahsus ve menşei ‘buralı’ bir sistem kuran yegâne filozoftur’.
  Hocaya göre felsefe-bilimden önce bilgelik vardı ve mezkûr sistemin annesi konumundaydı. Bilgeliğin felsefe-bilim sistemindeki devamı, uzantısı ve hattâ temsilcisi ahlâk düzenidir. Felsefe-bilim binâsı inşâa edilirken önce bilgelik, sonra felsefe, ardından bilim, en sonda da fen (teknoloji) inkişâf eder. Türkiyede de 1800lerin sonu ve 1900lerin başı îtibâriyle binâyı; Avrupa'nın, içerisinde debelendiği bilimden başlayarak inşâa etme gulgulesinin aksine, ahlâk düzenini esas alarak inşâa etme gayreti tebârüz etmiştir. Tam bu noktada, bu binânın malzemesi lisan olacağından, o dönem kemâle ermiş, ağırlıklarından sıyrılıp tebellür etmiş bir Türkçenin cârî olduğunun hatırlanması elzemdir. Fikir hayatımız bu inşâaya bunca elverişliyken ne kadar hayıflansak, âh u vâh etsek az gelecektir ki kısa bir sürede o lisan yerleyeksân olmuştur. İşte Duralı, ele aldığı her mes’elede olduğu üzre, bu vehâmetin ardından bugünlere düşekalka gelebilen Türkçenin de aslı-esâsını meydana çıkarma endîşesi taşıyan ender-i nâdirâttan bir zâttır.
  Duralı Hoca, yeni ve özgün bir sistem kurarken asla mâzîyi boşverme hâline cevaz vermeyip bilakis feylesofun cemiyetine karşı mes’ul olduğunu ve bu mes’ûlîyetin mâzî-yurt birlikteliğinden neş’et ettiğini savunmuştur. Hocalığını İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde sürdürmüş ve tüm akademik ünvanlarını Türkiyede edinmiştir. Yerli, millî olma gibi bugün sakız niyetine ağızlarda gevelenen cümlelerin hakîkatini onda temâşâ etmek mümkündür. Kendözüne öylesine sıkıca bağlıdır ki kaleminden yansıyan dilin cânım Türkçemizi incitmemesiçin devrin kaygan-kaypak imlâ kurallarına ve nidüğü meçhul ”Bulunmazsa aceb mi güftesinde pâk mazmunlar / Havâyî ekseriyâ sözleri işkembeden söyler” hükmünce söylenegelen lâflara kulak asmamış, bu sâhadaki gayretini şahsına mahsus imlâ kuralları ve söz dağarcığı ihdas ederek ızhar etmiştir. Fakat bunu yaparken ecnebî mefhumlara Türkçenin şâhikası dediği devr-i Osmanîde tekellüm olunan Klasik Türkçeden hareket ederek karşılık vermiştir. Bilebildiğimiz kadarıyla İngilizce, Fransızca, Almanca, Latince, Yunanca, İtalyanca, Felemenkçe, Ispanyolca, Rusça, Malayca lisanlarına, bu lisanlar içerisinde fikredebilecek mertebede hâkimdir.
  ‘Felsefe-Bilimin Doğuşu: Aristoteles’te Canlılar ve Bilim Sorunu’ adlı eserini Aristoteles’in yirmiye yakın metnini, ‘Aklın Anatomisi: Salt Aklın Eleştirisinin Teşrihi’ adlı eserini Immanuel Kant’ın yirmiyi aşkın metnini inceleyerek, Yunancadan ve Almancadan birebir tercüme etmek sûretiyle Türkçemize hediye etmiştir. Eserlerinin sonuna ilave ettiği ıstılâhlar fihristi, söz dağarı, terimler ve adlar, Yunanca-Türkçe sözlük vesâir kısımlar da üstadın lisan mevzûundaki tutku ve gayretini anlamağa kâfîdir.
  Bir bilge kişiyle karşı karşıyayız. Hayatını, fikriyât ve harekâtını sıkı düzen içerisinde tutarak idâme etmiş, ahlâklı olmayı her şeyin üzerinde görmüş hikmet ehli bir bilge. Hüdâ ömrünü uzun ve bereketli eylesin. Yaşadığımız devrin şu sığlık bataklığından bizleri de halâs etmek lutfu inâyetini atâ buyursun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Popüler Yayınlar

Son 1 Yılın Popüler Yayınları