ABD ENDÜSTRİ DEVRİMİ VE BİLİMSEL YÖNETİMİN ORTAYA ÇIKMASI (BÖLÜM 5-7)
Muhammet NEGİZ
XIX. yüzyıl, ABD’de fabrika
sisteminin dinamik olarak büyüdüğü ve yaygınlaştığı bir çağdır. Büyük Britanya’nın
bir kolonisi iken, bu çağın başlamasından
ve asrın ortasında her iki taraf için de öldürücü olan 5 yıllık çatışmanın
sonlanmasından önce ABD, bu çağın sonuna kadar dünyanın önde gelen siyasi ve
endüstriyel gücü haline gelecekti. Bu bölümde ABD’deki Endüstri Devrimi’ne ve
bunun meydana getirdiği endüstrilere ve bazı İç Savaş öncesi yönetim
öncülerinin çalışmalarına odaklanılmıştır.
İÇ SAVAŞ ÖNCESİ ENDÜSTRİ VE
YÖNETİM
ABD, bir millet halini alıncaya
kadar uzun yıllar boyunca bir koloni olarak kaldı. Bu dönemde yerleşimcilerini
cezbeden unsurlar, sosyal iyileşme, ekonomik fırsat, dini özgürlük ve
siyasi ayrılıktı. Ülkede farklı sınıflardan oluşan nüfusa yeni dâhil olan
kitleler caniler, zorbalar ve adi suçlular ile gelişmekte olan
işadamlarından oluşuyordu. Bu süreçte ABD’deki üretimin önünde en önemli
engel olarak Büyük Britanya bulunmaktaydı. 1776 yılındaki iki belge ise
merkantilizmin ölümünün çanlarını çalıyordu. Bunlar Bağımsızlık
Bildirgesi ve Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği isimli
eseriydi. Yaygın oranda merkantilist bir ekonomik mirasın egemen olduğu ABD’de
bu iki belgenin deklare edilmesinin ardından ekonomik bağımsızlık ilan edilmiş
oluyordu.
1776-1787 yılları arasında Adam
Smith’in düşünceleri ABD iş ve siyaset çevreleri tarafından yaygın bir biçimde
tartışıldı. Smith’in düşünceleri devletin ekonomik meselelerdeki baskın rolünü
protesto eden bu yeni ulusun felsefi kavramlarına uygun olarak görülüyordu.
Smith’in laissez-faire eğilimi Anayasa kurucuları tarafından
kabul edilebilirdi. Kongre tarafından vergi toplama, para ödünç verme, para
basma, uygun ağırlık ve ölçüm standartlarını belirleme gibi işlerin
üstlenilmesi yanında ekonomik ilişkilerde nispeten “dokunmama yaklaşımı”
(hands-off aproach) benimsenmişti. ABD, zengin doğal kaynakları ve
büyüyen işgücü tedariğine sahip bir ülkeydi. Birçok koloni tüccarları
zenginliklerini ticaretten elde etmişti. Bu fonlar ise üretim için artan
miktarlarda sermayenin mümkün olmasını sağlamıştır. Rhode Island’dan William
Almy, Smith Brown ve Moses Brown isimli üç zengin tüccar
ABD’nin endüstri devrimi çağını açan sermayeyi sağlayan isimler olmuştur.
ERKEN ENDÜSTRİYEL GELİŞİM
Erken dönemde ABD’deki
endüstriyel gelişimi engellemek için Büyük Britanya’nın girişimleri bulunmakta
ve üretim ekipmanları ile yetenekli işgücünün ABD’ye göç etmesi
yasaklanmaktaydı. Bununla birlikte göç etmek isteyen isimler, kendi uzmanlık
alanları yerine çiftçilik vb. sözde meslekleri beyan ederek ABD’nin yolunu
tutmuştur. Üretim alanında ilk dikkat çeken girişimler tekstil alanında ortaya
çıkmıştır. Bu süreçte Büyük Britanya’nın tekstil alanında ve yönetim
konusundaki tecrübelerinden yararlanılmıştır. Bununla birlikte anonim ortaklık
bazlı şirketler kurulmuş ve profesyonel ve aile üyesi olmayan danışmanlar ve
yöneticiler istihdam edilmiştir. Ayrıca yetişkin bayanlardan bir işgücü
oluşturulmuştur. Kullanılan yönetim anlayışı, 1816’ya kadar tekstil alanında
baskın bir metot haline gelmiştir. 1827 yılında ise buharla çalışan dokuma tezgâhlarına
geçiş yapılmış ve bunda da öncü rolü Slater oynamıştır. Üretim sürecine eğirme,
örgü ve son kumaş aşamalarını entegre eden Slater, 1935 yılına kadar başarılı
sonuçlar elde etmiştir. Bununla birlikte, Slater, akrabalarının yerine
profesyonel yöneticileri istihdam etmeye başlamış ve onlara yeni otorite ve
sorumlulukları dağıtarak çeşitli imalathanelerin işlemlerini yürütmelerini
sağlamıştır. Aynı şekilde Slater, bir yard
(0,9144 metrelik uzunluk birimi) kumaşın üretim maliyetini belirlemek için veri
toplamak üzere fabrika hesap defteri kullanmanın öncüsü olmuştur. Sonuç olarak
ise Slater, faaliyetlerini dikey olarak entegre etme yoluna gitmiş, ileri yönlü
hareket ederek New York’ta bir satış operasyon birimi tesis etmiş ve geriye
giderek de bireyleri istihdam ederek kaynaklara ulaşım ve ihtiyaç duyulan ham
maddeleri satın almayı amaçlamıştır. Özet olarak Slater’ın hikâyesi erken dönem
ABD girişim dinamiklerinin ve hem yabancı hem de yerli rekabetçi baskılarda
olduğu gibi teknolojik baskılara stratejik bir yanıt vermenin mükemmel bir
örneğidir.
Tekstil atölyeleri aynı zamanda
yönetim ve organizasyon ve personel politikaları konusunda bazı erken
düşüncüleri edinmeyi sağlamıştır. Firmalar görece küçük olmasına rağmen yönetim
hiyerarşisi, sahiplerin firmanın büyümesi nedeniyle bireysel sorumluluklarından
feragat etmeleri sonucunda gelişmiştir. Slater ve diğerleri, maaşlı
yöneticileri istihdam etmiş ve orta derece yönetim seviyesi oluşturmuştur.
Bununla birlikte, bazı temel personel görevleri gelişmiştir. Atölye yöneticisi
sıklıkla nezaret eden, teknik olarak eğitimli kişilerden yardım almıştır ve
orada teknik sorumlulukları ile nezaretçi/müfettiş yer almıştır. Bunlar da atölyenin
operasyonlarının sınırını aşmıştır: tamir nezaretçisi/müfettişi ya da kayış
geçirme nezaretçisi vb… Böylece teknik olarak yeterli olan çalışanlar tamir ve
onarım işlerini izlemek üzere istihdam edilmiştir. Sorumlular hem teknik hem de
yönetim yeteneklerine ihtiyaç duymasalar da bu konularda uzmanlarına
güvenebilirlerdi. Bu erken dönem atölyelerde Frederick Taylor’un “işlevsel
ustabaşı”nın öncüllerini görebiliriz.
İngilizlerin her türlü istihdam
ve üretim engellemelerine rağmen ABD’de istihdam konusunda özel girişimlerde
bulunulmuştur. İngiliz fabrika sistemine yönelik sesli eleştirilerine rağmen
Charles Dickens, ABD’deki Waltham Sistem fabrikalarının işçilere yönelik
tutumlarını övmüştür. Burada çalışan bayan personelin temiz, sağlıklı olduğunu
ve ahlaki davranışlarını not etmiştir. Dickens, İngilizlerin ABD örneğinden
mükemmel bir öğrenim sağlayabileceklerini hissetmiştir. Buna rağmen, Waltham
planında çalışanları tutmada az başarılı olunmuş ve bayan personelin ortalama 1
yıl görevde kaldıkları belirlenmiştir. Buharla çalışan dokuma tezgâhları ile
birlikte çocuk işçilerin durumu da dramatik bir değişime uğramış ve 1820’lerin
başlarında Pawtucket’in fabrika sistemi olgunluğa erişmiş ve sonuç olarak artan
oranda yetişgin işgücüne bağlanılmıştır. İngiliz fabrikalarının aksine ABD’de
çocuk işçi yaygın değildir ve suiistimal oldukça düşüktür. Çalışanların
ücretleri de yüksek orandan ödenmekte ve çalışanları işe bağlamakta ve teşvik
etmektedir.
ABD’li işgören makineleşmeye
girişe daha az direniş göstermekteydi ve Ludditler yeni takipçiler edinmişlerdi
ama Pittsburg bunun dışında kalmaktaydı. Orada bazı el tezgâhı dokumacıları
ayaklandı ve makineleri tahrip etti. Amerikalılar
örgütlü işgücüne karşı da saygı göstererek farklı bir duruş sergiledi. Meslek
örgütlerine yönelik yasalardan miras olarak Büyük Britanya’da işçilerin
toplanması ticaretin sınırlandırılması için bir komplo olarak değerlendirildiği
için yasadışı olarak görülmekteydi. Yerel mesleki birlikler ABD’de kısmen
ilerleme sağlasa da, greve gittiklerinde sıklıkla mahkeme kararı ile karşı
karşıya kalmaktadırlar.
Kısacası, erken dönem ABD
endüstriyel gelişimi, ekonomik, sosyal ve siyasi şartlarla desteklenmiştir. Bu
da iş, tutumluluk (thrift), yenilik ve rekabeti cesaretlendirmiştir. ABD
Endüstriyel Devrimi, tekstilde başladı ama yakında daha geniş kapsamlı etkilere
doğru şekillenecektir.
AMERİKAN ÜRETİM SİSTEMİ
1851 yılında Londra’da
gerçekleşen Büyük Fuar ile ABD yapımı birçok ürün ziyaretçileri kendisine
hayran bırakmıştı. Bu makine ve cihazlar, diğer milletlere öncü olmalarının
yanında titiz standartları, birbirinin yerine geçebilmesi ve istendiğinde
parçalarının birleştirilerek ürünü bir bütün haline getirmenin mümkün olması
ile eşsiz bir moda haline gelmişlerdir. Elbette bu üretim süreci sadece
Amerikan tecrübesi ile değil, 1436 yılındaki Venedik Cephanesi’nin standart
savaş gemisi üretmesi, İsviçre ve Fransa’da farklı teknik malzemelerin benzer
şekillerdeki üretiminin sanayi alanında uygulanmasının sonucuydu. Bu girişimler
de Colonel Roswell Lee’nin 1815’te yetkili konuma getirilmesi ile başlamıştır. Parça
başı muhasebe sisteminin ücret ödemeleri için geliştirilmesi, işgücünün
kullandığı zaman ve malzemenin kontrolü ve işgücünün uzmanlaşmasındaki artış
gibi gelişmeler aynı yıl içerisinde meydana geldi. O dönemde 36 mesleki
uzmanlık bulunurken, bu rakam 1820’de 86’ya ve 1825’de de 100’e ulaşmıştır.
1851’de gerçekleşen Crystal Palace fuarı
ziyaretçileri hayran kendine hayran bırakmasının yanında erken dönem denemeleri
ile başlayan ve özel endüstriye transfer edilen gelişmelerin uzun bir
zincirinin ürünü olmuştur. Kitlesel üretim henüz tam anlamıyla mükemmelleşmemişse
de öncülleri mevcut hale gelmiştir.
ABD
YÖNETİMİNDE ÖNCÜ: DEMİRYOLLARI
Bu dönemde ABD’de tekstil, geniş
bir özel teşebbüs alanına sahip olsa da taşımacılık ve iletişim devrimi ufukta
görünüyordu. Demir rayların ve oluklu tekerin gelişimi ile buharlı lokomotif,
1830 yılı dolaylarında başladı. Kanal destekçilerinin rekabet edememe
çekincelerine rağmen demir yolu endüstrisi 1850 yılında ABD’de yeni bir yönelim
başlattı. İlk resmi demiryolu kiralama işlemi ise 1851 yılında hayata geçirildi
ama 1830’lara kadar finansal destekçi sağlanamadı. Demiryolu, taşımacılıkta bir
devrime neden oldu. İletişimdeki somut devrim ise telgraf ile geldi.
İLETİŞİM
DEVRİMİ
İnsanlar iletişimde yaşanan bir
devrimin ortasında olduklarını düşünecek kadar kronosentrik olsalar da,
telgrafın 1800’lerde icat edilmesi günümüzdeki ilerlemelerden daha fazla
şaşırtıcı bir gelişmeydi. Samuel F. B. Morse tarafından 1832’de geliştirilen ve
1837’de patenti alınan telgraf, rakiplerinin girişimlerinden kodlama ve
sembollerle ayrışmış ve zamanla da standart mesaj iletim formatı haline gelmiş
ve yurt çapında iletişim sisteminin başlangıcını sağlamıştır. Demiryolu il aynı
istikamette konumlandırılan telgraf sistemi ticari ve bireysel mesajların
iletilmesini kolaylaştırdı. Borsa bilgilerinin gönderilmesi, Atlantik Okyanusu
altından İngiltere ile ABD arasında iletişimin sağlanması, ilk e-ticaret’in
yapılması gibi yenilikler ortaya çıkmıştır. Teknoloji ve ulaşımda yaşanan bu
gelişmeler yerel ticari engellerin kaldırılması ve yerleşim için yeni alanların
açılması, pazarların genişlemesi ve dağıtım stratejilerinin yeniden
şekillendirilmesi ve yıl boyunca ucuz, hızlı seyahat ve ticareti mümkün hale
getirmiştir.
DEMİRYOLU
ÇAĞI
Demiryolları ABD’nin ilk büyük
işidir. Tekstil endüstrisi Kuzeybatı’yı büyütür ve domine ederken; demiryolu
şirketlerinin ölçek ve kapsamının büyümesine asla yardımcı olmadı ve tekstil
firmaları nispeten küçük kaldı ve sermaye yatırımı da nispeten düşüktü. Demiryolları
ise devasa bir ölçek ve kapsamda büyümüş, yaygın bir alanda hem istihdam, hem
yatırım, hem de coğrafi anlamda etkisini hissettirmiştir. Bu durum ise yerel
ölçekten büyük ve geniş bu ilk ABD endüstrisini geliştirmek için yöneticilere
ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur.
Yolcunun güvenliği, zarar ve
kargonun kaybının önlenmesi başarılı bir operasyon için gerekliydi. Ulaşım
tarifelerinin belirlenmesi planlama ve koordinasyon ile belirli kuralları
gerektiriyordu ve bunlar düşük örgütsel unsurların kararlarına rehberlik edecek
biçimde geliştirilmeliydi.
Demiryolu alanında faaliyet
gösteren işletmeler zamanla yeni yönetim ve organizasyon ihtiyaçları
çerçevesinde yapılandırıldılar. Western Demiryolları sorumlulukları somut bir
biçimde belirleme ve performansı sağlamak için otoritenin hiyerarşisini açıkça
belirleme yoluna gitti. Diğer büyük bir firma olan Baltimore ve Ohio ise,
operasyonlarla finansmanı ayırdı ve departmanlaşmayı tercih etti. Her iki
şirket de büyümeye daha kesin bir örgütsel yapı ile yanıt vermek için ABD’nin
ilk büyük işinde sistematik yönetimin öncüleri olan New York ve Erie
Demiryolları ile çalışma kararı aldı.
DANIEL
McCALLUM: SİSTEM VE ORGANİZASYON
İskoçya’da doğan ve 1822’de
ABD’ye gelen Daniel McCallum, babasının mesleği yerine başka işler yapma girişimi
kapsamında okulunu ve evini terk etti, başarılı bir marangoz ve mimar oldu ve
çok sayıda bina tasarladı ve inşa etti. 1848’de de New York ve Erie Railroad
Company isimli firmaya katıldı. Mühendislikte olduğu kadar yöneticilikte de
yetenekli olduğunu gösterdi ve Susquehanna Bölümü sorumlusu oldu. Burada ise,
bu bölümün işlerini yerine getirmeyi sağlayacak erken dönem süreçlerini
geliştirdi. Aynı zamanda yüksek oranlı demiryolu kazaları ve demiryolu
entegrasyonunun büyümesinin sorunları ile karşı karşıya kaldı. Erie şirketi
yönetimi McCallum’u 1854 tarihinde genel sorumlu olarak atadı. Aynı yılın
Haziran ayı içerisinde ise işçiler on günlük bir greve giderek daha fazla ücret
ya da daha az çalışma süresi yerine McCallum’un oluşturduğu sistem kurumuna
karşı gelmişlerdir.
McCallum’a göre iyi bir yönetim,
iyi bir disiplin, özel ve detaylandırılmış iş tanımları, sık ve düzenli olarak
performansın raporlanması, ücret ve promosyon temelli liyakat, üstlerin astlara
yönelik açıkça belirlenmiş otorite hiyerarşisi, bireysel sorumlulukların
güçlendirilmesi ve örgüte yönelik hesap verebilirliği esas almaktadır. McCallum,
sonuç olarak bir örgütsel şema geliştirmiştir. Bu şema otorite ve
sorumlulukların sınırlarını, operasyon birimleri arasında iş bölümü ve
raporlama ve kontrol için iletişim sınırlarını belirlemektedir. Ağacın kökleri
yönetim kurulunu ve başkanı ifade ederken, yapraklar 5 operasyon bölümünü ve
ilaveten personel hizmet departmanlarını (motor tamiri, araç, köprü, telgraf,
boyama, kasa ve sekreterlik ofisleri, astların sorumluları, ekipler ve en aşağı
birime kadar) ifade etmektedir.
Uzun dönem demiryolları ile
ilgilenen McCallum’un yönetim anlayışı onun ardından kaybolmadı ve Henry Poor
tarafından kamuoyu ile paylaşıldı. Yine birçok isim, McCallum’un
sistematikleştirme tarzının takipçisi oldu.
HENRY
V. POOR: YÖNETİMİN GENİŞ BİR GÖRÜNTÜSÜ
Amerikan Demiryolu Dergisi
editörü olan Henry Varnum Poor (1812–1905), ilk büyük çaplı işin bilinci olmaya
kalkışmıştır. McCallum tarafından anlatılan iç operasyon sorunlarına Poor daha
geniş bir ilkeler bütününden bakmıştır. Buna finansman, düzenleme,
demiryollarının ABD hayatındaki rolü de dâhildir. McCallum sonrasında Erie
tarafından yönetime uygun görülen Poor, kendisinden önceki yönetim pratiklerini
de inceledikten sonra 3 ilke ortaya koymuştur: Örgütleme, iletişim ve
enformasyon. McCallum’dan editörlüğü döneminde öğrendiği bilgilerden
zamanla şüpheye düşen Poor, bu üç ilkenin yönetim için yeterli olup olmadığını
incelemek üzere Büyük Britanya’yı ziyaret eder. 1858’de yapılan bu ziyarette
demiryolu sistemini gözlemler ve dönüşte, bu
tür büyük yönetim birimlerini verimli bir biçimde yönetmek için talep edilen
insanların yeteneklerini adapte edebilmenin güçlükleri, mevcut iş uygulamaları
ve kurumlar hakkında bir yazı kaleme alır. Getirilen çalışma ve örgütlenme
sistemine karşı işgücünün direnç göstermesi nedeniyle çalışanların gönüllü
olarak sürece katılması ihtiyacının altı çizilir. Bu süreçte birlik duygusunun
örgüte aşılanmasının geçer yol olduğu ifade edilir. Netice itibari ile bir
yerde birliğin olmaması halinde, orada zekâ, yaşam, hesap verebilirlik ve itaat
enerjisi de eksik kalacaktır.
ÖZET
1790’larda ABD’deki kentlerdeki
nüfus 33 binlerden aşağı doğru gelmekteydi. En önemli şehirleri New York,
Philadelphia ve Boston’du. Büyük Britanya’dan bağımsızlıklarını kazanmaları
sonrasında 1860’lara doğru ABD devasa bir ilerleme kaydetti. Tekstil
fabrikaları ucuz ürün sağlarken, demiryolları Batıya doğru genişlemeye başladı
ve bu sırada yeni fırsatlar ve topraklar açıldı. Telgrafın uzak ve farklı
mesafelere mesajları iletmeye başlaması ve mekanik aletlerin üretilmesi de
Amerikan Üretim Sistemi’nin övülmesini sağladı.
Bu değişim döneminde evde üretim
yerine merkezi ve buhar motorlu işyerlerinin üstünlüğü ortaya çıktı. Sermaye
ihtiyaçları demiryolları ile arttı, telgraf işletmelerin ölçek ekonomisini
artırdı ve bu büyüme de sahip olmayan yöneticilerin hiyerarşisini gerekli
kıldı. Bu yaşanan gelişmeler ise ABD Endüstri devriminin sadece başlangıcıydı.
Endüstri
Devriminin bir diğer aşaması 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştı. Bu
aşama, karmaşık, eşit olmayan ve teknolojik gelişmelerin etkileşimli çıktıları,
değişen güç kaynakları, evrilen işgören-yönetim ilişkileri ve bütün bu
faktörleri yönetim uygulamalarını geliştirerek bir uyum içerisinde bir araya
getirme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Henry Towne, mühendislerin teknik üretim
aşamasının ötesine bakma ve endüstriyel faaliyetlerin yönetsel verimini
artırmaya katılım çağrısında bulunmuştur. Towne tarafından yapılan bu çağrıya
yanıt veren isimlerden birisi olan Frederick Winslow Taylor bu bölümde ele
alınmıştır.
Frederick Winslow Taylor
(1856–1915), ailesinin beklediği gibi hukuk okumak yerine mühendisliği tercih
etmiş ve gelenek üzerine 4 yıl boyunca da stajyer olarak üretim sürecinde yer
almıştır. Bu süreçte çalışanlarla iç içe olan Taylor, çalışanların üretim
kısıtlaması, zayıf yönetim ve işgören ile yönetim arasındaki uyum eksikliği
gibi “kötü endüstriyel koşullar”a tanık olmuştur.
12 yıl boyunca Midvale’de çalışan
Taylor, eşsiz bir tecrübe elde etmiş ve bu tecrübe yönetime dair sonraki
görüşlerine temel teşkil etmiştir. Bilimsel eğitim eksiğinin farkına varan
Taylor, başta Harvard olmak üzere çeşitli kurumlardan eğitim almış ve 1883’te
de makine mühendisi derecesini elde etmiştir. Yönetim konusunda formal bir
eğitim almamış olan Taylor, bu konuda ise çalışma tecrübesine güvenmiştir.
Parçabaşı teşvik sisteminin uygulandığı fabrikada Taylor, bu sürecin verimsiz
olduğunu ve ayrıca çalışanlarında “soldiering” şeklinde tanımlanan bir
uygulama ile işleri yavaşlattıklarını gözlemlemiştir. Bu gözlem sonucunda,
çalışanların işleri hızlı yapması halinde iş bitiminde işten çıkarılacakları ya
da parça başına ücretlendirme uygulamasına göre daha fazla ürettikleri zaman yönetimin
parça başına olan ödeme oranını düşürebileceğinden korktuklarını anlamıştır.
Üçüncü olarak ise, bilimsel eğitim yerine uygulama ile nesilden nesile
öğretilen bir iş yapma metodunu benimsemişlerdir. Taylor, bu durumda
çalışanları değil yönetimi suçlamakta ve bunların yönetimin sorumluluğunda
olduğunu düşünmektedir. İşlerin uygun biçimde tasarlanması ve çalışanların iş
yavaşlatmasının önüne geçecek motivasyon unsurlarının teklif edilmesi
gerekmektedir. Çok çalışmak ödüllendirilmediği için çalışanlar dünden daha
fazla üretmek istememekte ve sistem çalışanları tembelliğe itmektedir. Taylor
bu sistemden vazgeçerek çalışanların daha verimli olduğu bir üretim şeklini
uygulamaya koyunca teknisyenlerin önemli bir kısmının olumsuz yanıt verdiği ve
makinelere zarar verdiğini görünce ceza (ve ödül) sistemini devreye koyarak
karşılık verir. Sonuçta teknisyenler vazgeçer ve Taylor tarafından önerilen
yöntemler uygulamaya konulur. Taylor bu acı tecrübe ile işin bir insan
işbirliği sistemi olduğunu ve başarmak için herkesin işe yönelik ortak amaç
taşıması gerektiğini anlar. Yeni endüstri sistemin bu tür acı işgören-yönetim
karşı karşıya gelmelerinin önlenmesi için esas olduğunu fark eder ve ona göre
bir sistem geliştirir.
YÖNETİMDE BİLİM ARAYIŞI
Taylor, işten kaytarmanın önüne
geçebileceğini düşünür ve bunun için her bir işin en verimli olarak nasıl
yapılabileceğini belirlemek için performans standartları belirler. Ona göre, bu
standartları gören çalışanlar, bilimsel olarak belirlenen bu kriterler ile
işten kaytarmaya yönelik bir eğilim göstermeyecektir. Buradaki sorun ise adil
olarak bir günün işini belirlemektir. Bu şekilde “bilimsel yönetim” olarak
adlandırılacak olan anlayış uygulanmaya başlanmıştır. Taylor’a göre işgören ile
yönetim arasındaki çatışmanın en önemli gerekçesi iki tarafın da cahil
olmasıdır. Yönetimin beklediği “adil günün işini” işgörenler “adil
günün ödemesi” karşılığında yapmaya hazırdır. Her iki taraf da “adil
günün işi”nin ne olduğunu bilmektedir. Taylor, zaman ve mekân etüdü de
yaparak iş görenlerin en az enerji ile işlerini yerine getirmesinin yolunu
açar. Bu da o zamana kadar yerine getirilmeyen, yanlış yönetim politikalarından
birisidir.
GELİŞMİŞ TEŞVİKLER İÇİN GÖREV
İşgörenlere yapılacak olan ödemeler
konusunda çok farklı yöntemler geliştirilmiş ve tartışılmıştır. Taylor da bu
tartışmalara katılmış ve kendisinden önceki sistemleri eleştirmiştir. Ona göre
öncelikle zaman etüdü yapılarak çıktı standartları ve ödeme oranları
belirlenmeli, kademeli parça başı sistem ile işin belirlenenden önce bitmesi
halinde yüksek ödeme oranı ödenirken, işin belirlenen zamandan geç tamamlanması
halinde düşük ödeme oranı ile işlem yapılmalı ve çalışanların konumuna göre
değil kendilerine göre ödeme yapılmalıdır. Aynı zamanda Taylor, insanlarla iş
yapmanın malzeme ve makinelerle iş yapmakla aynı olduğunu anlamıştır.
Taylor, sendikaların bireylerin
üretkenliğinin önünde bir engel olduğunu düşünürken, işgören ile yönetimin bu
süreçte birlikte kazanabileceği ortak bir çalışma hayatı olduğunu ifade
etmektedir. Ona göre çalışanlara performansları doğrultusunda yüksek ücret
ödenmesi halinde parça başına üretim maliyeti de düşecektir. Verimlilik
artacak ve yüksek ücret ödemeleri de mümkün olacaktır. Bilimsel yönetim ilkelerini
kullanarak her çalışanın işinde daha verimli bir performans göstermesinin
ampirik yolu kurulmuş olacaktır. Tarihsel olarak çalışanların çok üretmesi için
ya çok çalışmaları gerektiği ya da çok uzun çalışmaları gerektiği
gözlemlenmiştir. Taylor ise yükselen çıktı oranı için gerçek potansiyelin çok
çalışmak değil akıllı çalışmaktan geçtiğine dikkat çekmektedir. Ayrıca Taylor,
işgören yetenekleri ile iş gerekleri arasında bir uyumun gerekliliğinin
farkındadır. Bununla birlikte bilimsel yönetim yaklaşımı, günümüzde personel
seçiminde kişi-iş uyumu olarak ifade edilen kavramı öngörmüştür. Taylor o
dönemde bu kavram için birinci sınıf kişi (first-class man)
ifadesini kullanmıştır. Taylor, günümüzde insan kaynakları yönetimi olarak
ifade edilen kavramla çalışanların yetenekleri ile atandıkları işlerin uyumlu
olmasını öngörmüştür. Bu konuda en önemli sorumluluk yönetime düşmektedir. Taylor’a
göre bireyler, beyinlerinden çok ulaşmayı arzuladıkları şeylerle
farklılaşmaktadır. Birinci sınıf insanlar tutkuları olan ve işlerine uygun olan
kişilerdir.
GÖREV YÖNETİM SİSTEMİ
Taylor’un Midvale’de temellerini
attığı görev yönetim sistemi, zaman etüdü ve performans standartları geliştirme
unsurlarına sahiptir. Ayrıca, kademeli ödeme planı ile bu standartları sağlayan
çalışanların seçimi de bu sistemin öngörülerindendir. Taylor, yönetimi çalışanlarından
neyi beklediğini tam olarak bilme ve çalışanların bunu en ucuz ve kaliteli
şekilde yerine getirmesi olarak tarif etmektedir.
Taylor’un görev-yönetim sistemi
dikkatli bir planlamaya bağlıdır. Her gün çalışanlar görevlerine atanıyor ve
detaylıca talimatlar veriliyor ve o işleri yerine getirmeleri için müsaade
edilen zaman belirtiliyor. Zaman etüdü, her görev için gereken zaman miktarını
belirlemek için kullanılmıştır. Taylor’un ödeme planını takip ederek,
belirtilen işi yerine zamanında getiren çalışanlara yüksek ödemeler yapılırken,
bunları yerine getirmeyen kişilere ise sıradan ücret ödemeleri yapılmıştır.
Taylor sistemi altındaki yöneticiler,
karşılaştıkları talep, en iyi örgütlenme ve çalışma rehberliğini tamamlamaktır.
Yöneticilere yardımcı olmak için işlevsel formenlik denilen bir
form geliştirmiştir. Taylor, kapsamlı bir formeni oluşturmak için şu
niteliklerin gerekliliğine işaret etmiştir: “Beyin, eğitim, özel ya da
teknik bilgi, el becerisi ya da güçlülük, incelik, enerji, metanet, dürüstlük,
yargı veya sağduyu ve iyi sağlık.” Taylor tarafından ileri sürülen işlevsel
formenlik anlayışı hiçbir zaman yaygın bir uygulama imkânı
bulamamıştır. Taylor için bütün otorite konumu değil, bilgiyi esas almaktadır.
Ortaya koymuş olduğu istisna ilkesi de verimliliği artırmıştır.
Yöneticilere kendilerinin en çok vurgu yaptığı ve önem verdikleri endişelerine
yönelik katılımları için zaman tanıyarak bu sağlanmıştır.
Taylor, çalışma hayatının önemli
bir kısmında yönetim danışmanlığına başlamış ve birçok şirkete
danışmanlık hizmeti vermiştir. Bu süreçte yardımcı olduğu konuların başında
muhasebe sistemi gelmektedir. Taylor, maliyetler, çalışma saatleri, ödemeler
konusunda şirketlere farklılıklar getirmiştir. Çalışanların fazla çalışması
için daha fazla ödeme öngörülen bu uygulama ile şirketin maliyetleri de düşüş
eğilimine girmiştir. Taylor’un Bethlehem firmasındaki uygulamaları zamanla
kabul görmediği için danışmanlık sözleşmesi feshedilmiştir.
Taylor’un ünü yayıldıkça
öğrencileri ortaya çıkmış ve onun görev-yönetim sistemi diğer şirketlerde de
uygulanmaya başlamıştır. Harvard Üniversitesi’nden gelen ders verme teklifini
ise görev-yönetim sisteminin ancak uygulamada öğrenileceği gerekçesi ile
reddetmiştir. Dekanlık tarafından yapılan ısrarlı açıklama ile işletmecilik
eğitiminin tecrübe ile edinilebileceğine inansa da 1909’da derslere başlamış ve
ücret almadan 5 yıl boyunca devam etmiştir. Çalışmalarının TV haberlerine konu
olması ile uluslar arası tanınırlığa kavuşan Taylor, 1911 yılında yayımladığı
eseri Bilimsel Yönetimin İlkeleri ile verimlilik konusundaki
kampanyalara yeni bir ivme kazandırmıştır. Eseri kısa süre içerisinde
Fransızca, Almanca, Hollandaca, İsveççe, Rusça, İtalyanca, İspanyolca ve
Japoncaya tercüme edilmiştir.
Bunlara rağmen başta işçi sendikaları
olmak üzere, çalışanlar Taylor’un savunduğu ilkelerin kısa sürede işsiz
kalmalarına neden olacağını düşünerek bu sisteme karşı çıkmışlardır. Onlara
göre yönetim alanındaki her yenilik, işverenin lehine olurken, işgörenin de
aleyhine işlemektedir. Taylor ise ilkelerinin objektif olduğuna inanarak bu
yaklaşıma karşı çıkmakta ve önerilerinin işsizliği azaltacağını savunmaktadır.
Bu çatışma nedeniyle şirketlerin bilimsel yönetim yaklaşımını savunmaları çok
da kolay olmamıştır.
ZİHİNSEL DEVRİM
ABD Başkanı Theodore Roosevelt ve
diğerleri tarafından seslendirilen ülkenin kaynaklarının tüketimine yönelik
endişeler 20. yüzyılın ilk on yılında öne çıktı. Bu endişeler, ulusal
verimlilik sorununun bir başlangıcı olarak görüldü. Fiziki ve beşeri kaynakların
yanlış kullanımına karşı savaş açan Taylor, neredeyse 30 yıl boyunca yerine
getirdiği bu iş hakkında 1911 yılında Bilimsel Yönetimin İlkeleri
başlıklı eserini yayımladı. Bu eseri hakkında 2 noktaya işaret eden yazar,
ülkenin tamamının verimsiz olarak günlük işleri yerine getirdiğini göstermek,
verimsizliğin çaresinin sistematik yönetim olduğunu ve bunun işçin sıra dışı
kişileri aramanın boş olduğunu, en iyi yönetim anlayışının açıkça tanımlanmış
yasalar, kurallar ve ilkelere dayanan doğru bilim olduğunu ispat etmeyi
amaçladığını ve bunun her yerde
uygulanabileceğini ifade etmiştir. Taylor tarafından zihinsel devrim olarak
adlandırılan yaklaşımda ise işgören ve yönetimin endişeleri çıkar ortaklığını
esas almaktadır. Kısacası çalışan ve işveren arasındaki amaç uyumudur. Burada
ise dört ilke öne çıkmaktadır; Doğru bilimin gelişmesi, çalışanların
bilimsel seçimi, bilimsel eğitim ve geliştirme, yönetim ve bireyler arasında
samimi ve dostça işbirliği. Benzer kötü taklitleri olmakla birlikte gerçek
bilimsel yönetim işgören ve işverenin parçası olduğu zihinsel bir devrim
gerektirmektedir. Her iki tarafta da bu zihinsel devrimin tamamlanmaması
halinde ise bilimsel yönetim var olmayacaktır.
Taylor, görev-yönetim sisteminin
tamamen yerleşmesi için 2 ile 5 yıl arasında bir sürenin gerekli olduğunu ifade
etmektedir. Bilimsel yönetim yaklaşımı her derde deva olacak bir uygulama
değildir. Onun uygulanabilmesi için çalışkanlık ve başarılı olmak için yönetim
felsefesini anlamak gerekmektedir. O halde bile hiçbir zaman en iyi tek yol
yoktur.
ÖZET
Taylor, yönetim düşüncesinin
gelişmesinde merkezi bir figürdü. Amerikan endüstri sahnesine girişimci,
yönetici-sahip firma ölçeğinden geniş ölçekli ve tamamen entegre şirketlere
geçiş esnasında girmiş, onların ilerlemesini ve yönetimin bir bağımsız bilim ve
disiplin olduğu düşüncesine güvenilirlik kazandırmıştır. İleri teknoloji, Pazar
büyümesi, emek huzursuzluğu ve yönetim bilgisinin eksikliği ile karakterize
olan ABD şirketleri her boyut ve sektörde daha iyi üretim ve Pazar ürünleri
için gerekli olan yöntemleri öğrenmek isteğindedir. Bu ihtiyacı karşılayabilmek
için Taylor bir ses sunmuştur. Kamu, iş dünyası liderleri ve akademisyenlerin
hayal gücünü yakalayan bir ruh… Taylor 100 yıl önce ölmesine rağmen hala
tarihçiler tarafından “20. Yüzyılın en etkili iş gurusu” olarak
kabul edilmektedir.
Taylor’un çalışmaları halen
devrimci olarak kabul edilmektedir. Ekmiş olduğu tohumlar milyonlara etki
etmiş, kariyerinin başındaki mekanik faaliyetleri, personel seçimi, eğitimi, iş
tasarımı, envanter kontrolü, yevmiye ve ücret yönetimi her yere yayılmıştır. Taylor’un
gayretleri bir devrimi başlatmış ve endüstri çalışanlarının orta sınıf ücretler
almasını ve orta sınıf statüsü kazanmasını sağlamıştır. Bu sayede bilimsel
yönetimi uygulayarak birçok az gelişmiş ve yokluk çeken ülke bir nesilde dünya
standartlarında rakip olmuştur. Bilimsel yönetim, daha fazla verimlilik, daha
fazla satın alma gücü ve daha yüksek yaşam standardı için bir araç olmuştur. Neticede
Taylor, silinmez bir işaret bırakmıştır. Onun verimliliğe olan vurgusu günümüz
yönetim anlayışında geçerli bir değer olarak kalmıştır. Taylor, kendisinin
adımlarını profesyonel yönetim anlayışını işyerine getirmek isteyen ve görüşü
gerçek ile değiştirmek isteyen birçok kişinin takip ettiği bir kutup yıldızı
olmuştur.
DEĞERLENDİRME
ABD’nin yaşamış olduğu Endüstri
Devrimi’nde Büyük Britanya’nın engellemelerine rağmen birçok girişimci ismin
ülkeye giriş sağladığı ve liberal ekonomi anlayışını benimseyen bir sistem
içerisinde kısa sürede ilerleme kaydettikleri gözleniyor. Bu süre zarfında
Türkiye’de yaşanan sanayi sürecini eş zamanlı bir okuma yaparak incelemek
yararlı olacaktır.
Genel olarak Klasik Yönetim
Yaklaşımı içerisinde ve Taylorist yaklaşımda yer alan ve eleştirilerin odağı
olan husus, insanın sosyal ve psikolojik dünyasının görmezden gelinmesi ve
sadece bir makinenin dişlisi gibi verimlilik odaklı olarak değerlendirilmesi
önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Taylor’un ve diğer
yöneticilerin bireyden daha fazla verim alınması için ortaya attıkları ilke ve
prensipler zihinlerde Modern Zamanlar filminin görüntüsünün yansımasına neden
olmaktadır. Buna göre insan üretim çarkları arasında eriyip giden bir varlık
haline dönüşmektedir.
Taylor’un yönetici ile
işgörenlerin ortak amaçlar etrafında buluşması ile ancak başarının
sağlanabileceği görüşü ise olumlu bir perspektif sunmaya müsaittir. Bu
yaklaşım, insanın sosyo-psikolojik ihtiyaçları da dikkate alınarak
değerlendirildiğinde Taylor’un öngörüsünün yerinde olduğunu söylemek mümkündür.
Çevremizde gözlemlediğimiz birçok
işletmenin ve kurumun henüz Taylor tarafından ifade edilen ilke ve prensiplerin
de gerisinde olduğunu görmek, yönetim alanında birçok işletmemizin yüz yılların
gerisinde olduğu fikrini vermektedir. Yönetici kadronun aile fertleri yerine
profesyonel yöneticilere bırakılması hususu ise halen birçok aile şirketi
tarafından kabul edilmesi mümkün görülmeyen bir yaklaşım olarak
algılanmaktadır. Performansa göre ücretlendirme konusu ise başta kamu kurumları
olmak üzere birçok örgüt için henüz somut ve adil bir uygulama ile
neticelenmemiş ve çözüm bekleyen önemli bir sorun olarak görülmektedir. Bu
çerçevede günümüzdeki örgütsel sorunların çözümünde Taylor tarafından ortaya
konulan ilke ve prensiplerin ne kadar geçerli olduğu sorusuna verilecek yanıtın
ilginç veriler sunacağı düşünülmektedir. Bu konuda “Frederick Taylor:
Alive and well and ready for the 21st century.” başlıklı bir makale de
ekte sunulmuştur.
---------------------------------------------------
FREDERICK TAYLOR: ALIVE AND WELL AND READY FOR THE 21st CENTURY.
Published Online:13 Dec 2017https://doi.org/10.5465/ambpp.1995.17536490
Abstract
Taylor's four principles of scientific management were extremely useful in die rise of industrialism in America. Drawing upon research from a host of state quality award winners throughout the U.S., this paper illustrates how these four historical principles continue to be of practical value.
Merhaba Muhammet Bey, acaba bu yazı ile kaynaklarınızı paylaşabilir misiniz?
YanıtlaSilMerhabalar,
SilAşağıdaki kaynaktan özet çeviri yapmaya çalışmıştım:
"Daniel A. Wren ve Arthur G. Bedeian, The Evolution of Management Thought, Wiley & Sons, 2009"
İlginiz için teşekkür ederim.