İNSANLAR VE ÖRGÜTLER
&
ÖRGÜTLER VE İNSANLAR (BÖLÜM 15-16)
Muhammet NEGİZ
BÖLÜM 15: İNSANLAR VE ÖRGÜTLER
Bu ve gelecek bölüm yönetim düşüncesinin iki akımını
incelemektedir. Bunlar, 1930 dolaylarından 1950’lerin erken dönemlerine kadar
olan zaman aralığında geliştirilmiştir. Bu bölümde, insan ilişkileri
hareketinin makro ve mikro aşamalar aracılığı ile geçmiş olduğu büyüme ve
gelişimi üzerine odaklanmaktadır. Mikro aşama, grup dinamiği, karar sürecine
katılım liderlik ve motivasyon gibi konulara yönelik davranışsal araştırmanın
bir dışavurumu olarak görmektedir. Makro aşama, bir sosyal sistem olarak
örgütlerin formal ve informal olarak etkileşimlerini açıklamak için çözümsel araçlar
ve kavramsal modeller için bir araştırmaya şahitlik etmektedir. Bu bölümün
başlığı olan “İnsanlar ve örgütler”, her iki aşamanın beşeri oryantasyonunu
taşımaktadır. Bunu da araştırmanın ikinci konusu olarak örgütlerin yapısal
yönleri ile birlikte yapmaktadır. Aksine, 16. Bölümde ise “Örgütler ve
İnsanlar” başlığı ile örgütlerin yapı ve tasarımlarına odaklanılmaktadır. Bu da
diğer endişelere karşın inan unsurunu göreceli bir ast olarak konumlandırma ile
birlikte yapılmaktadır.
İŞ’TE İNSANLAR MİKRO BAKIŞ
Sosyal bilimciler, iş yeri dinamiklerini 20. yüzyılın ilk 30
yılında çalışmış olmasına karşın, 1930’lar ve 1940’lar “işte insan ilişkilerinin” eşi görülmemiş bir
dışavurumunu görmüştür. Mühendisler tarafından harekete geçirilen bilimsel
yönetim hareketinin aksine, insan ilişkileri çağı sosyologlar, psikologlar ve
antropologlar tarafından gelen katkılardan oluşmuştur. Onların disiplinlerarası
çalışmalarının altında yatan ortak öncül ise Gestalt kavramı olmuştur. Buna
göre, bütün davranışlar çoklu bir etki barındırmaktadır. Böylece, grup
üyelerinin davranışları onların bireysel eylemlerinin basit bir toplamından
daha fazlasıdır. Bireyler, onların belirleyici genetik makyajlarına,
ailelerine, sosyal ve çalışma hayat tecrübeleri nedeniyle eşsizdir. Bir başkası
ile bir etkileşim için konumlandırıldıklarında
sonuç olan çıktıları öngörmek mümkün değilse bile çok zordur. Böylece,
çoklu etkiden dolayı, bireyler grup içerisinde izole bir halde çalışılamaz ama
dinamik sosyal sistemin bir parçası olarak analiz edilebilirler.
GRUP ANALİZLERİ İÇİN YAPILAR GELİŞTİRMEK
Grupların çalışmasına olan ilgi, Sosyal Müjde (Social Gospel)
hareketinin bir ürünü olarak ortaya çıkmakta ve endüstriyel iyileşmeye vurgu
yapmaktadır. 1921’de Amerika’daki İsa Kiliseleri Federal Konseyi, ulusal bir
konferansa destek olmuştur; “endüstriye olan özel ilgi ile birlikte insan
ilişkileri için Hristiyanlığın anlamı”. Bu konferans daha sonra Soruşturma
olarak isimlendirilmiştir ve grupların çalışmasında çığır açıcı bir işe
yöneltmiştir. Sosyolog Liderman (1885-1954), grup katılımını ölçmüş ve grup
üyelerinin davranışlarını sınıflandırmıştır. Liderman, Marry Follet’in çatışma
çözümleri üzerine olan düşüncelerinden etkilenmiştir. Katılımcı gözlemci
kavramını geliştiren isimdir. Linderman’ın öncü çalışması yaygın olarak
unutulsa da psikiyatr Moreno’nun (1889-1974) çalışması kalıcılığına devam
etmiştir. Moreno, sosyometri olarak ifade edilen bir terapetik bir teknik
geliştirmiştir. Maksimum verimlik ve minimum yıkıcı etkiye eğilimli sosyal grup
oluşturmayı amaçlamıştır. Moreno sosyo-psikpatolojik açıdan grupların şans
eseri yerine niceliksel yöntemlerden yararlanarak değişim, etkileşim ve
davranışları belirlemeye odaklanmıştır ve bu etkileşimi grup üyeleri arasında
sağlayan üç unsur belirlemiştir: cazibe, itme ve kayıtsızlık. Moren yine bu
üyelerin eşleştirme ve sınıflandırılmaları kapsamında sosyogram ismini verdiği
bir grafik tablo hazırlamıştır. Aynı zamanda psikodrama ve sosyodramayı da
geliştiren Moreno, bu iki teknik, gerçek yaşam durumları ya da çatışmalarının
dramatik işlerliğini kapsamakta ve birey ya da grup ilişkilerindeki sorunların çözülmesi için
hazırlanmıştır. Grup terapi ise, grupları oluşturan bireylerin sosyal ve
kültürel rollerini anlamak için kullanılmıştır. Şimdiye kadar psikoloji ve
psikoanaliz mental süreçler çalışması için birlikte endişe duymuşlardır birey
ve grup işyeri davranışını analizde yetersiz kalmışlardır.
Grup dinamiği kavramı Kurt Lewin tarafından geliştirilmiştir.
Moreno’nun Lewin’in çalışmasından etkilendiğine dair kanıt bulunmaktadır.
Lwein, Almanya’da Gestalt hareketinin kurucuları ile çalışmıştır. Onun
düşüncesi “alan teorisi” başlığı altındadır ve buna göre grup davranışı sembolik
etkileşimlerin ve güçlerin karmaşık bir ağıdır ve sadece grup yapısını değil
aynı zamanda bireysel davranışı da şekillendirmektedir. Alan teorisine göre,
grup asla sabit bir denge durumunda değildir ve sürekli bir karşılıklı uyum
süresindedir. Lewin, buna “hemen hemen durağan denge” adını vermiştir.
Bu durum için bir benzetme yapılacak olursa, kendi sahili etrafında akan bir
nehir nispeten durağan olarak görünmektedir ama orada yine de sürekli bir
hareket ve değişim vardır. Lewin, davranışın insan ve çevrenin bir fonksiyonu
olduğunu B = f (P, E) şeklinde formüle etmiştir. Ayrıca gruplara
yönelik otoriter ve demokratik davranışların etkisini inceleyen bir araştırma
sonucunda baskıcı davranışların inisiyatif almayı azalttığı ve düşmanlık ve
saldırganlık doğurduğunu; demokratik ve liberal yaklaşımların ise grup moralini
ve memnuniyetinde daha etkili olduğunu bulgulamışlardır. Maalesef tarih bunun
bir liderlik ve verimlilik çalışması olduğu şeklinde yanlış bir yorumlama ile
bırakmıştır.
Lewin, bireylerin değişime karar vermesinde grup dinamiğinin
etkisine yönelik araştırmalarında, bireylerin yapmasını istemek ya da onlara
ders vererek yönlendirmek istemekten çok,
grup kararının etkili olduğunu görmüştür. Ona göre, değişimin üç aşaması
bulunmaktadır. Çözme, değiştirme, dondurma (unfreezing, changing, refreezing). Bu
aşamalar gelecekteki “eylem araştırması” ve örgütsel değişim ve geliştirme
teknikleri için bir temel sağlamıştır.
İNSAN İLİŞKİLERİ ARAŞTIRMA VE EĞİTİMİNİN BÜYÜMESİ
1930’lar, örgütlenmiş işgücü için yükselen bir siyasi iklime
tanıklık etmiştir. Wagner Yasası ve Endüstriyel İlişkiler Kongresi, 1935’te
toplu pazarlık konusunda yeni bir aşamaya geçmiştir. Bu dönemde yönetime çağrı
yapılarak iş yerinin verimliliğini artırmak için işgörenlerin beyinlerinden
yararlanmaları istenmiştir. Bununla alakalı olarak disiplinlerarası grup
1943’te Chikago Üniversitesi’nde Endüstride İnsan İlişkileri Komitesi’ni
şekillendirdi. Üyeler arasında iş dünyasından, sosyoloji ve antropolojiden
temsilciler vardı ve bu komite, sosyal bilim araştırmasının yeni tarzını
karakterize edecekti. Yine bu dönemde Cornell Üniversitesi, Illinois ve Yale
üniversiteleri gibi çeşitli yerlerde endüstriyel ilişkiler merkezleri kurulmaya
ve rağbet görmeye başlamıştır (1945-1947).
1940’larda insan ilişkileri eğitimi de popüler hale gelmiştir.
İletişim engellerini kaldırma ve kişilerarası yetenekleri zenginleştirmeye
odaklanmıştır. Saklı işgören yeteneklerini ortaya çıkaracak olan yolların grup
odaklı tekniklerde olduğuna inanan bu eğitim, rol oynama, yönlendirmesiz
danışmanlık, grup tartışması yöntemleri ve hassasiyet eğitiminden
yararlanmıştır. Bunların sonucu olarak yöneticiler katılımcı karar verme
süreçlerine ve grup odaklı tekniklerine işgören bağlılığını artırmak için
teşvik edilmiştir. İşletme okullarında da tanıtımı yapılan insan ilişkileri
eğitimine yönelik birçok kitap basılmıştır. Eğitimli idareciler ve takım
çalışmasına olan vurgusu 2. Dünya Savaşı, grup liderliğinin revaçta olmasını sağlamıştır.
Üniversiteler verimli ve memnun işgörenleri yönetebilecek mezunlar için
çağrıları karşılama arayışına girmiştir.
Hawthorne araştırmalarının vurgusunu sosyal yetenekli yöneticilerin
önemi üzerine çekerek, Moreno ve Lewin’in düşünce ve tekniklerince
zenginleştirilerek ve üniversite temelli merkezler ve sendikaların dâhil
edilmesi ile popüler hale getirilerek insan ilişkileri araştırmaları ve eğitimi
1950’lerde kendisinin zirvesine ulaşmıştır.
İŞ’TEKİ İNSAN HAKKINDA DEĞİŞEN
VARSAYIMLAR
Disiplinlerarası bir yaklaşımla gelen insan ilişkileri çağında,
işgören motivasyonunun doğası ve işgören işbirliğini ortaya çıkarmada
yöneticilerin rolü, işgören duyarlılığının önemi ve informal iş yeri
aktiviteleri üzerinde farklı bakış açıları gelmiştir. Bu yaklaşımlar, işyerinde
insana yönelik yaygın olan varsayımlara karşı meydan okumuştur. Hawthorne
sonrası dönemdeki soruşturmalar, şu sorulara yönlendirmiştir: İşgören
motivasyonunu derinden anlama; işbölümünün faydaları hakkındaki sorular; ve
karar vermede işgören katılımını aracılığı ile örgütsel amaçlara personel
bağlılığını elde etmedeki çıkar.
İNSAN VE MOTİVASYON
İnsan sürekli tekrar eden ihtiyaçlarını karşılamak için memnun olma
girişimindedir. İhtiyaçlar teorisi bağlamında Murray, bu durumu 27 ihtiyaç ile
ifade etmiştir. Bu ihtiyaçların üç
tanesi; güç, bağlılık ve başarıdır.
Maslow, Murray tarafından ortaya konan çalışmayı geliştirmiş ve en
tanınan motivasyonun ihtiyaçlar teorisini geliştirmiştir. Maslow, yüksek
seviyedeki ihtiyaçların karşılanmasına odaklanırken; insan ilişkileri düşüncesi
çalışanların sosyal ihtiyaçlarına vurgu yapmaktadır. Çağdaş motivasyon
gayretleri işyeri davranışı ve grup içi ilişkilerin sosyal yaklaşımlarına
odaklanmıştır. Mayo’nun tezine göre, endüstri işbirliği ve dayanışmayı teşvik
etmelidir. Bireysel teşvik planları daha az önem sahibi olurken, grup planları
daha fazla önem görecektir. Bu konuda en çok bilinen çalışma Scanlon planıdır.
Bazı şirketleri iflasın eşiğinden döndüren bu plana göre, işgören maliyetlerini
azaltmak için aranan araç ve yöntemler için öneri sistemi ve üretim sorunlarını
çözmek için ortak yönetim-işgören komiteleri. Geleneksel öneri sistemleri
bireysel esaslı iken, Scanlon planında çalışanlar tesis ya da şirket olarak
öneri ödüllerini almaktadır. Scanlon planı, öneriler için grup ödülleri;
problem çözümlerine işgören-yönetim ortak komiteleri ve maliyet azaltmada
çalışanların payı her biri için karı artırmamaktadır. Incentive Management
isimli kitabın yazarı olan James F. Lincoln, çalışanların güvenlik ya da para
tarafından değil, onların yeteneklerinin tanınmasından dolayı motive
olduklarını ifade etmiştir. Kendi şirketinde de yeteneğe göre istihdam sağlamış
ve ayrıca katkılarından dolayı çalışanları primle ödüllendirmiştir. Lincoln, bunun
sonucunda asla iş stopajı olmadığı, işgören devir hızı neredeyse yok olduğu,
bireysel verimliliğin diğerlerine göre 5 kat fazla olduğu, kar payının hisse
başına sürekli olarak arttığını, ürün fiyatlatırının sürekli düştüğünü ve
işgören primlerinin yüksek kaldığını yazmıştır.
İŞ GENİŞLETME
Adam Smith, 1776’da ekonomik avantajlarına rağmen işbölümü yapmanın
çalışanlar için bir takım işlevsel olmayan sonuçları olduğunu ve bunların
entelektüel, sosyal ve mücadeleci erdemlerde gözlemlenebileceği şeklinde
uyarıda bulunmuştur. Neredeyse 175 yıl sonra sosyal bilimciler Adam Smith’in bu
öğüdünü ciddiye almaya başlamışlar ve 1944’te IBM’in bir tesisinde iki ya da
daha fazla çalışanın işini bir işte birleştirmişlerdir. IBM, bu eyleme “iş
genişletme” adını vermiştir. Bu girişimin yüksek ürün kalitesine
yönlendirdiğini belirlemişlerdir. Böylece, çalışanların ve makinelerin daha az
boş vakti kalmış ve yetenek çeşitliliği ve bireysel sorumlulukları tanıtarak
işler zenginleştirilmiştir.
KARAR VERMEYE KATILIM
İşyerinde güç ilişkilerinin doğasına yönelik endişelere meydan
okuyarak, çalışanların işyeri kararlarında seslerinin olması için büyük bir
onay yükseldi. İşgören katılımının örgütsel amaçlara bağlılığı artıracağı,
birey ve grup memnuniyetini sağlayacağı görülmektedir. Dolayısıyla
araştırmacılar, çalışanların karar süreçlerine katılımını sağlayacak iş
düzenini tasarlama arayışına girmişlerdir. C. Worthy (1910–1998),
tecrübelerinden yola çıkarak örgüt yapısının yatay ya da dikey olması konusunda
tartışmıştır. William B. Given ve Charles P. McCormick, iki idareci olarak, “aşağı-yukarı
yönetim” olarak ifade edilebilecek bir sloganı kullanarak bir katılım sistemi
arayışı çerçevesinde düşünceyi serbest bırakma ve inisiyatif almayı teşvik etme
ve böylece düşüncelerin ve ivmenin aşağıdan yukarıya doğru akışı sağlanmış
olacaktır. Bununla birlikte bazen “tepeden itme” de gereklidir.
McComick tarafından uygulanan çoklu yönetim planında da alt düzey
yöneticiler, öneri sistemine dahil edilmek için genç yönetim kurulu
oluşturularak söz sahibi olmuşlardır. Bu öneri sistemleri Pazar
araştırmalarından da benzer sonuçlarla teyit edildikçe öneriler uygulamaya
konulmaya başlamış ve daha sonra fabrika yönetim kurulu ve satış yönetim kurulu
oluşturulmuştur. Bu sayede genç yöneticiler arasında bir iletişim kanalı
oluşmuş, fikirlerini ifade edebilmeleri sağlanmış, gelecek üst düzey
yöneticiler için bir belirleme ortamı hazırlanmış ve çalışanlar arasında
örgütsel bir kenetlenme imkânı sağlanmıştır.
LİDERLİK: İNSAN VE ÜRETİMİN BİRLEŞTİRİLMESİ
Nazi Almanyası’ndan kaçan Kurt Lewin’in Yahudi olması şüphesiz onun
demokratik ve otoriter lider konusundaki araştırmalarını etkileyen önemli bir
husustu. Lewinin otoriterlik karşıtı çalışmalarına daha sonra Theodor Adorno ve
arkadaşlarının araştırmaları katkı sağlamıştır. Kişilik yapılarını
değerlendirdikleri F ölçeği (Faşist skalası) ile Otoriter Kişilik isimli bir
eser ortaya koymuşlardır. Liderlik biçimleri üzerine olan araştırmalar Michigan
Üniversitesi’nde devam etmiş ve Rensis Likert tarafından öncülük edilen
çalışmalarda yüksek çalışan verimliliği ve düşük personel devri ve liderlik
ilişkisine yönelik çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Sonuç olarak, iş odaklı
lider ile personel odaklı lider kavramları elde edilmiştir. Araştırmacılar bu
iki liderlik arasında kesin bir çizgi çekmenin mümkün olamayacağına da dikkat
çekmiştir. İkisi de verimlilik için önemlidir. O dönemlerde Ohio
Üniversitesi’nde gerçekleştirilen çalışmalarda ise liderliğe durumsal yaklaşım
geliştirilmiştir. Liderin iş performansı ve çalışan memnuniyeti üzerine olan
etkisinin araştırıldığı çalışmada iki sonuç elde edilmiştir: göz önüne alma
(consideration) ve inisiyatif alma yapısı. Bunlardan göz önüne alma; personel
odaklı yaklaşıma benzemektedir. İnisiyatif alma yapısı ise, iş odaklı olma
yaklaşımına benzemektedir. En etkili liderler ise her iki konuda da yüksek
sınıflandırılan kişiler olmuştur ve bu her zaman sözkonusu değildir.
İŞ’TE İNSANLAR: MAKRO BAKIŞ
İnsan ilişkileri hareketinin makro tarafında çözümlemeci araçlar ve
kavramsal modeller örgütlerin formal ve informal yaklaşımlarının
etkileşimlerini açıklamak için araştırılmaktadır. Örgüt içi işleyen sosyal ve
teknik sistemlerin etkileşimini anlama çabalarından elde edilen sonuçlar örgüt
kuramlarının temelini oluşturmuştur.
BİRLEŞMEK İÇİN ARAŞTIRMA
Makro açıdan ilk araştırma restoranlar üzerine olurken, bir
ikincisi de bir telefon şirketindeki ampirik bir araştırma olmuştur.
Araştırmada, şirket ve sendikanın çalışanlarını nasıl temsil ettikleri ve
sosyal sistem içerisinde birlikte bağlı tuttuklarını incelemişlerdir. Sonucunda
ise 5 unsurdan oluşan bir sosyal sistem ortaya konulmuştur: İşlevsel
özellikler, statü sistemi, iletişim sistemi, ödül ve ceza sistemi, örgüt
tüzüğü. Bunun dışındaki unsurlar da ortaya konulmuş fakat tartışılmamıştır:
teknoloji, hizmetler ve düşünce biçimleri. Başka bir çalışmada ise Bakke,
birleşme sürecini iki unsurla açıklamıştır: Sosyalleşme süreci ve
personelleştirme süreci.
Tavistock Enstitüsü de örgütleri hem sosyal sistemler hem de
onların geniş toplumunun bir parçası olarak gören çok sayıda araştırmada
sorumlu olmuştur. Elliott Jcques, bir metal şirketinde Lewins’in alan teorisini
esas alan bir çalışmasında teknolojideki değişimler incelenmiştir. Eric L.
Trist (1909–1993) ve Kenneth W. Bamforth, teknolojide yaşanan değişimlerin
örgütün sosyal sistemini nasıl bozduğuna dair klasik bir örnek vermişlerdir. Teknolojinin
değişimi ile birlikte kömür ocaklarında çalışanların otonomlukları sona ermiş
ve çalışanlar arasındaki sosyal bağlar zarar görmüştür. Bu durum çalışanlarda
bağlılığı ve verimliliği düşürmüş, çalışanlar arası yabancılaşma artmıştır.
MAKRO ANALİZ İÇİN YENİ ARAÇLAR
Carnegie Mellon Üniversitesi’nden Nobel ödüllü Herbert Simon’un
katkılarından bahsetmeden insan ilişkileri hareketinin makro tarafı tamamlanmış
olmayacaktır. Simon, karar vermenin akılcı bir modelinin geçerliliğini
sorgulamıştır. Simon, yönetsel kararların sınırlı zihinsel kapasite ile kısıtlı
olduğunu ve bireylerin duygularının dahil olduğunu ve ayrıca çevresel faktörler
üzerinde herhangi bir kontrolün olmadığını ifade etmiştir. Bu durumu ise sınırlı
rasyonellik olarak ifade etmiştir. Bu nedenle en iyi muhtemel kararı
ifade eden “optimum kararlar” neredeyse asla verilememektedir. James G. March
ve Herbert A. Simon tarafından kaleme alınan “örgütler” isimli esere göre,
örgütleri anlamak için çalışan tercih ve davranışlarını etkileyen karar
süreçleri ağını çalışmak gerekmektedir. George C. Homans ise, bir grubun iç ve
dış sistemlerinde karşılıklı bağlı unsurları, aktiviteler, etkileşimler ve
duygular olarak sınıflandırmıştır.
BÖLÜM 16: ÖRGÜTLER VE İNSANLAR
Mary P. Follet ve Chester I. Barnard’ın yazıları ile birlikte eş
zamanlı olarak Batı Elektrik çalışmalarının gelişimi ve davranışsal
araştırmanın grup dinamiği, karar vermeye katılım, liderlik ve motivasyon gibi
konulara katılımı 15. Bölümde değerlendirildi. Yönetim düşüncesinin bir ikinci
akımı örgütlerin yapı ve tasarımı üzerine odaklanmaktadır. Bu düşünce akımı
yanlışlıkla örgütlerdeki insan faktörünün görmezden gelindiği şeklinde
suçlanmıştır. Gerçekte ise, bu “onları geçici olarak tutan pozisyonların yapısı
ve bireylerin davranışı” arasında bilinçli bir biçimde yapılan bir ayrımdır.
Böyle yaparak “verimli bir biçimde örgüt çalışmak için onu kişiliklerden ve
belirli bir zamanda belirli girişimlerin politikalarından ayırmak için tek bir
yol” tutulmuştur. Neticede, insan
unsuru bu düşünce akımından tamamen ihmal edilmemesine rağmen, göreceli olarak
diğer endişelere bir alt rol şeklinde konumlandırılmıştır. Bu bölüm, Büyük
Bunalım’un geldiği dönemden 1952’e kadar olan dönemi kapsamakta ve insan
ilişkileri hareketinin büyüme ve geliştirilmesindeki değişimi üç başlıkta
göstermektedir:
-Örgüt yapısı, otorite, koordinasyon, kontrol aralığı ve örgüt
tasarımına yönelik diğer konular için ilgi ve endişe,
-Üst yönetimin bakış açısı için artan bir endişe,
-Üst yöneticilerin rolü ve firmaların doğası hakkında sonraki
düşüncelere öncüller.
ÖRGÜTLER: YAPI VE TASARIM
Bu dönemin sözde klasikçileri herhangi bir bireyin performansından
ayrılan örgütlerin işlevleri ve güçlerini araştırmışlardır. Onlar, örgütlerin
ilgili konumlarını meşgul eden yöneticileri aracılığı ile yükümlülükler
doğurduğunu kabul etmişlerdir. Bu tür yükümlülükler belirli bir süre o konumu
meşgul eden yöneticinin artık çalışmadığı ya da gittiği gibi basit mazeretleri
ile baştan savılamaz. Klasikçilerin görüşünde, örgüt ve o konum tarafından
ortaya konulan yükümlülükler önemlidir, geçici olarak o konumda oturan yönetici
önemli değildir. Klasikçiler burada bir örgütün tasarım ve kadrolaması
arasındaki ayrımı incelemektedir. Böyle yaparak, geçici olarak o konumları
işgal eden insanların performansından ayrı olarak örgüt içindeki farklı
konumların işlev ve güçlerini çalışmaktadırlar.
JAMES D. MOONEY: DOSTÇA BİR İRLANDALI
“Endüstri ileriye!” isimli eseri ile bilinen General Motors
yöneticisi, iyi niyet elçisi ve diplomat. Ona göre endüstriyel çabanın amacı
insanın istencinin ve yoksulluğunun hafifletilmesidir. Mooney’e göre, verimli
örgüt formalizmine sahip olmalıdır. Bu da bütün ilişkilerde verimli
koordinasyon için bir yöntem anlamına gelmektedir. Yönetim ve organizasyon için
beden-zihin kıyasını kullanan Mooney, örgütün üç prensibini geliştirmiştir:
koordine edici prensip, basamaklı (scalar) prensip ve işlevsel prensip.
Geçmişe bakıldığında Mooney ve Reily’nin prensipleri Weber’in
yönetsel hiyerarşisine benzemektedir. Onun otoritenin yasal kavramı ve formal
kurallar ile diğer kontroller için çağrısı (Bkz. Bölüm 10). Mooney ve Reily, o
dönemde Weber’e atıf yapmamışlardır. Çünkü o dönemde Weber’in eserleri henüz
Almanca’dan tercüme edilmemiştir. Bu nedenle Mooney ve Reily’nin kendilerinin
örgüt prensiplerini bağımsız bir biçimde geliştirdikleri varsayılabilir. Mooney,
yazdıklarını General Motors tecrübesinden alırken; Reily’nin ordular ve Katolik
Kilisesi çalışmaları kuşkusuz Mooney’in verimli örgütlerin kendi
formalliklerine sahip olması gerektiğine dair çıkarımlarını etkilemiştir. İkisinin
örgüt kuramına yapmış oldukları katkı ise, temel olarak kabul edilen ilkelerin
bir hedefle etkileşiminin olduğunu göstermeleridir.
METİNLER, ÖĞRETMENLER VE TRENDLER
Mooney ve Riley öncesinde Henry Dennison (1877-1952), Örgüt
Mühendisliği isimli kitabı ile Taylor sisteminin Massacusetts temsilcilerinden
birisi olarak dikkat çekmektedir. Dennison, örgüt mühendisliğinin amacının grup
yaşamının başarısını inşa etmek olarak ifade etmiş ve bir örgütün gücünün
üyelerinden kaynaklandığına inanmıştır. Örgüt yapısını tasarlamadan önce,
hemfikir insanları tartışmış ve onların bir takımda toplanmaları gerektiğini ve
daha sonra bir topyekûn bir örgüt yapısının oluşturulması gerektiğini ifade
etmiştir. 1940’ların sonunda da iş genişletmeyi öngörmüştür. Ona göre bir
örgütün yapısı, grubu güçlendirmek için esnek olmalıdır. Kemikleştirmek ise
yanlıştır. Mary P. Follet’den etkilenen Dennison’un etkilendiği hususu şu cümle
ortaya koymaktadır: “Biz asla emir vermeyiz; biz taşımak isteyenlere
fikir satarız.”
“Management of an Enterprise” isimli eseri kaleme alan C.Canby
Balderston, Victor S. Karabasz ve Robert P. Brecht, yönetimi şu şekilde
tanımlamıştır; “İnsanın yararı için doğanın materyallerinden yarar
sağlamak için kuvvetleri kontrol etmek üzere beşeri çabayı hazırlama,
yönlendirme ve organize etmenin sanat ve bilimidir.” Yöneticilerin
ilgilenmeleri gereken ana unsurları ise, personel, para, makineler ve
materyaller olarak sıralamışlardır. Bu unsurları da, ürün tasarımı, fiziki
tesislerin hazırlığı, ışık, ısınma, güç ve havalandırma, kontrol envanterleri,
üretimin planlama ve kontrolü,büro ve satış operasyonları şeklide
uygulamışlardır.
Charles L. Jamison (University of Michigan) ve William N. Mitchell
(University of Chicago), bir grup yönetim profesörünü Chikago Üniversitesi’nin
Quadrangle Club isimli etkinliğine davet ederek toplumun yönetim felsefesine
dönüşümünü tartışmaya açar. Benzer bir etkinlik 1937’de gerçekleştirilir. Bunun gibi informal toplantıların 1940’a
kadar gerçekleşmesinden sonra Ralph C. Davis (Ohio Devlet Üniversitesi), bir
anayasa hazırlar ve Academy of Management ismini belirler.
Akademi, 1941’de resmen çalışmalarına başlar. Yönetime dair araştırmaları kuram
ve pratik açısından destekleme hedefinde olan akademi, iş projelerinin
planlama, örgütleme, koordine etme ve gerçekleşmesi ile ilgilidir. Akademi
yönetim eğitimi ihtiyacı konusundaki artan farkındalığı yansıtmıştır.
YÖNETSEL KURAM İÇİN BLOKLARI İNŞA ETMEK
Luther H. Gulick ve Lyndall F. Urwick, 1937 yılında yönetim üzerine
bilinen ve az bilinen otoritelerin bir takım yayın koleksiyonunu incelemişlerdir[1].
Bu çalışmalardan Fayol’un Yönetimin İşlevleri, Urwick’in çalışması ve Mooney
ile Reiley’in organizasyon ilkelerini ABD’nın ilk hükümleri (rendition) olarak
önermişlerdir. ABD hükümetinde görevli olan Gulick, federal hükümetin yeniden
organizasyonu işini yerine getirirken POSDCORB olarak kısalttığı şu unsurları
yerine getirmiştir: Planlama, Örgütleme, Kadrolama, Yöneltme, Koordine Etme,
Raporlama ve Bütçeleme. Gulick,
departmanlaşma konusunu da 4 temel sistem üzerinden belirlemiştir; Amaç, Süreç,
Personel ya da Nesneler ve Mekân.
Lyndall F. Urwick (1891–1984), Gulick ile birlikte Papers on the
Science of Administration isimli çalışmanın editörlüğünü yapmıştır.
Yorulmadan yapmış oldukları bu çalışma neticesinde yönetim ve organizasyonun
genel teorisini geliştirmişlerdir.
Urwick, ağırlıklı olarak organizasyon ilkelerini geliştirmeye
yoğunlaşmış ve bütün örgütlere uygulanabilecek 8 ilke belirlemiştir: Hedefler
ilkesi, uyum ilkesi, sorumluluk ilkesi, otorite ilkesi, kontrol alanı ilkesi,
uzmanlaşma ilkesi, koordinasyon ilkesi, tanımlama ilkesi ve ilaveten denge
ilkesi ile süreklilik ilkesi. Urwick tarafından önerilen beş ya da altı kişi
olması fikrinden etkilenmiştir.
KONTROL ALANI
Urwick’in yönetim ve organizasyonun genel teorisini geliştirmek
için çalıştığı yerde Vytautas A. Graicunas’ın yönetim düşüncesine katkısı
oldukça anlamlı bir hususta olmuştur. Paper on the Science of Administration
isimli eserde yönetimin kontrol alanının matematiksel bir mantıkla sınırlarını
belirlemiştir. Bu da üç asttan 8 kişiye kadar olarak ifade edilmiştir.
BİR ÜST YÖNETİM BAKIŞ AÇISINA DOĞRU
Örgütlerin yapı ve tasarı üzerindeki odağın ikinci yönü
mağaza-yönetimden, ürün odaklı yaklaşımdan daha geniş bir yönetsel işleve doğru
kaymaktadır. Örgüt yapılarının tasarımı ve örgüt ilkeleri için arayış halen
endişe konusu iken üst yönetimin ana sorumluluklarına ilgi duymaya
başlanmıştır. Bu ilgi, sahiplik ve kontrolün dağılımı ve iş firmalarının
ekonomisi üzerine olan bir endişeye eşlik etmektedir.
RALPH C. DAVIS: BİR AİLE BABASI VE USTA
Davis, Fabrika Yönetim ve Organizasyonunun İlkeleri isimli
ilk kitabını 1928’de yazmış ve bir örgüt
geliştirmede 9 unsura dikkat edilmesi gerektiğini ifade etmiştir; Temel
işlevler yerine getirilmeli sorumlulukların uygun biçimde bölünmesi,
sorumlulukların net konumlandırılması, sistemin uygun işlemesi, örgütün
esnekliği, gelecekteki büyüme için hazırlık, kişisel özellikler ve yetenekler,
bir fikrin yaratılması, ve liderlik kalitesi.
Davis, kontrolü, bir hedefin tamamlanmasına giren kısıtlayıcı ve
düzenleyici eylemler işlevi olarak ifade etmekte ve 8 alt işlev ile
belirtmektedir; rutin planlama, programlama, hazırlık, sevkiyat, yönlendirme,
rehberlik, kıyaslama ve düzenleyici eylem. Bu aşamaları Davis daha sonra 3 ana
başlık altında toplamıştır; ön kontrol, şimdiki kontrol, düzeltici kontrol.
HARRY HOPF: OPTİMUMA DOĞRU
Harry Hopf (1882–1949), yönetim düşüncesine katkı sağlayan bir
diğer isimdir. Bilimsel yönetim ilkelerini çalıştığı yere uygulayarak,
verimlilikle ilgilenmeye başlayan Hopf, daha özelde bilimsel yönetim
uygulamalarının bütün işe uygulanmasına odaklanmıştır. Hopf, yöneticilerin
performanslarının ölçümü için ilke ve prensipler üzerinde durmuştur. Bu
performans ise doğrudan ödeme ile bağlantılıdır. Ona göre bütün yöneticiler
ürettikleri sonuçlar ile yargılanmalıdır. Hopf, örgütsel yapı tartışmalarından
yola çıkarak, modern örgüt kuramcıları ve iş stratejistleri için yönlendirici
bir kural olan “yapı stratejiyi izler” deyişini öngörmüştür.
Hopf, kontrol alanı, politikalar, koordinasyon, üst yönetim
kontrolü gibi isimlendirilecek birtakım konularda birçok yazı kaleme almış
olmasına rağmen “optimoloji” kavramı gibi çok yayılmamıştır. Üst yönetimin sorumlulukları tartışmasında
Taylor’un mağaza yönetiminin ötesinde olabilecek olan bu kavram ile Hopf, bir
iş girişiminin gelişim durumunu ifade etmiştir. Bu durum, ölçek, maliyet ve
insan kapasitesi faktörleri arasında bir dengeyi sürdürecektir. Böylece, iş
hedeflerinin en yüksek dereceden düzenli gerçekleşmesini teşvik edecektir. Ona
göre, tipik bir işte yapılanın tam tersi yani işin topluma hizmet etmesi ve
daha sonra karını maksimize etmesi gerekmektedir. Belki de Hopf’un yönetim
düşüncesi yapmış olduğu en önemli katkı, bilimsel yönetimin tüm örgüt için en
uygun yapıyı belirlemede uygulanabileceği ifadesidir. Böyle yaparak, üst düzey
yönetimin sorumluluklarının bir görüşünü geliştirmede bir adım ileri gitmesi
sağlanmıştır.
ÜST YÖNETİMİ ANALİZ ETMEK
1930’daki büyük bunalım dünya genelinde ekonomik faaliyetlerin
düşüşüne neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşı, muazzam verimli yetenekleri
harekete geçirmiştir ve savaş sonrası dönem, yöneticileri yeni taleplerle karşı
karşıya kalırken bulmuştur. Uluslar arası ticarette yaşanan artış nedeniyle
yöneticiler operasyonların yönetimi konusunda önceden hiç olmadığı kadar geniş
bir ölçekteki meydan okuma ile yüzleşmişlerdir. Bu da üst yönetimin yeni
sorumlulukları anlamına gelmektedir.
Kurumsal mükemmellik arayışı yeni bir konu değildir. Savaş öncesi
olan araştırmaların birinde bir model geliştirilmiş ve gelecekteki benzer
araştırmalarda üst yönetimin karşılaştığı sorunları organizasyon ve kontrol
sorunlarına cevap aramıştır. Bu araştırmada üst yönetim 3 grupta incelenmiştir:
Yönetim kurulu müdürleri, işle ilgilenen genel müdürler, ana departmanlar,
bölümler ve alt bölümlerin müdürleri.
Jackson Martindell, şirketin üst yönetiminin kalitesini analiz eden
sistemi geliştiren ilk isimlerden birisi olabilir. 1929’da borsa çöktüğünde ve
Büyük Bunalım meydana geldiğinde Martindell, yatırım kriterlerini incelemiştir.
Bunun sonucunda bazı firmaların mükemmel yönetim konusunda neden etkili olduğu,
bazılarının neden başarısız olduğunu belirlemiştir. Bundan yola çıkan Martindell,
Mükemmelce Yönetilen Şirketler olarak ifade ettiği kurumlar için yaptığı
araştırmada 10 kriter belirlemiştir:
Şirketin ekonomik işlevi, şirketin örgütsel yapısı, şirketin kazanç
büyümesinin sağlığı, hissedarlara yönelik şirket uygulamalarının adilliği, şirketin
ar-ge uygulamaları, şirketin yönetim kurulu müdürleri tarafından değer
kazandırılması, şirketin mali politikaları, şirketin üretkenlik verimliliği,
şirketin satış örgütü, şirketin üst düzey yöneticilerinin yetenekleri.
SAHİPLİK VE KONTROL
Büyük Bunalım’ın başlangıcında Adolf A. Berle ve Gardiner A. Means,
büyük şirketlerin üst yönetimlerini hizmet ettikleri kişilerin çıkarlarına
yönelik görüşlerini kaybetmeleri nedeniyle eleştirmiştir. Başka insanların
parasını yönetenler, kendi paralarını yönetmeleri ihtimaline göre daha az
ihtiyatlı olmuşlardır. Berle ve Means’a göre Adam Smith, sahiplik ve kontrolün
birleştirilmesini, ortak risk ve karar verme ile sonuçlanması gerektiğini
hissetmiştir. Birçok örnekte hissedarlar, şirketler üzerinde az bir dalgalanma
yaşamıştır. Kontrol ise üst yönetimce teslim alınmıştır. Berle ve Means,
sahiplik ve kontrolün ayrılması için açık olmayan bir çözüm önermiştir.
Smith’in önceki endişelerini inceleyerek daha sonraki çalışma için bir yol
hazırlamışlardır; kurumsal yönetişim ve aracılık konuları Bkz Bölüm 19.
Stanford Üniversitesi’nden Robert A. Gordon, 155 şirket ile yapmış
olduğu araştırmasının neticesinde yönetimin profesyonelleşmesi gerektiğini
ifade etmiştir. Gordon, bir kişinin
kendi yatırımlarını yöneterek kar elde etmesi çağının geçtiğini ve
maaşlı yöneticilerin yönetim kurulu müdürlerince belirlendiği yeni bir dönemin
başladığını ifade etmiştir. Sonuçta, kar motifinin azaldığı, büyük bir
katılığın ve artan bürokrasinin yaşandığı gözlemlenmiştir. Gordon yaklaşan
tehlikeyi görerek, profesyonel üst düzey yöneticilerin öncü rol sahibi olduğu
ve şirketin temsilcilerinin ihtiyacını karşılamak için sorumlu olduğunu ifade
etmiştir.
GÖRÜLMEYEN VE GÖRÜLEN ELLER
Jean-Baptiste Say, Edward Atkinson, Alfred ve Mary P. Marshall
tarafından 3. ve 6. Bölümde ifade edildiği üzere yönetim, üretimin dördüncü
faktörüdür. Marshallar’a göre, yönetimin kazançları sahiplerine dönen kardan
farklıdır. Böyle yaparak, yöneticilerin iş içerisinde kaynakları dağıtmada
önemi bir rolünün olduğunu belirttiler. Diğer ekonomistler ise aksine, geniş
çevrede ya da pazarda meydana gelenlere, şirketi çevreleyen unsurlara
(genellikle üretim faktörleri ile üretilen ürün ya da hizmet arasında ne
olduğunu görmezden gelerek) odaklanmışlardır.
Bu dönemde tartışılan konulardan birisi olan işlemler hakkında
Ronald Coase, farklı bir açıdan bakmıştır. Adam Smith’in görüşünü tanıtan
Coase, piyasanın görünmeyen bir elinin ulaşılabilen kaynakları verimli bir
şekilde dağıtmayı garanti altına aldığını ifade eder. 1931-32 yıllarında ABD’yi
ziyaret eden Coase, Amerikan endüstrilerinin çok farklı şekillerde
yapılandırıldığının sebeplerini keşfeder. Burada bir soru yöneltir: “Piyasalar
o kadar verimli ise neden biz işletmelere sahibiz”? 21 yaşında bir
üniversite öğrencisi iken kalem aldığı bir makalesi 1937’de “Firmanın
Doğası” başlığı altında yayımlanır. Bu makale, işletmeler ile karşı
karşıya gelen piyasaların çalışmasını anlamaya klasik bir katkı yaparak 1991
Nobel Ödülü’nü almasını sağlar. Coase, piyasanın fiyat mekanizmasını kullanarak
toplanan maliyetlerin bir firmanın piyasa işlemleri ile koordinasyon sağlaması
durumunda azalacağını kavramıştır. Nobel ödülü alırken de, “seksenlerimde
benim yirmilerimdeki bir çalışmam için ödüllendirilmek çok ilginç”
ifadelerini kullanmıştır.
DEĞERLENDİRME
Bu iki bölümde dikkat çeken konulardan bir tanesi, günümüzde
bilinmeyen, ancak ilgili olduğu dönemde yönetim ve organizasyon yazınına önemli
olarak değerlendirilebilecek olan katkıları yapan isimlere dair belli bir çalışma
yapılarak yönetim ve organizasyon alanının kuramsal altyapısının hazırlanmış
olduğudur. Günümüzde bu isimler ve çalışmalarının gündemde olmaması ya da yeni
nesil tarafından bilinmemesi nedeniyle yönetim yazının temellerini atan isimler
ve çalışmalarının bilinirliğini ve farkındalığını artırmak adına bir proje
geliştirilebilir ve o dönemin eserlerinin önemli bir kısmının da Türkçe olarak
erişiminin olmadığı da dikkate alınarak dilimize kazandırılması için bir
tercüme hareketine öncülük edilebilir.
Bu bölümde okuduklarım sayesinde, yönetim biliminin sadece masabaşı
elde edilen notlarla geliştirilmediği, aksine önemli bir kısmının pratikten
kurama aktarıldığı sonucunu elde ettim. Günümüzdeki yönetim yazınında da
yönetim eğitimi ile pratiği arasında olan açığın benzer bir şekilde
kapatılabileceği teori ile pratik arasındaki uyumsuzluğun bu sayede
giderilebileceği seçeneğinin sorgulanması gerekebilir.
[1] Bu
çalışmalar Papers on The Science of Administration &Early Sociology of
Management and Organizations başlığı ile kitaplaştırılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder