Doktoraya yeni başlamış bir arkadaşın mukavemetini ölçmek isterseniz masasına birkaç makale bırakın. Yanına da ufak bir not ekleyin: “Bu makalelere ve referanslarına bakıp bir literatür özeti çıkaralım.”
Olur çıkaralım. Çıkaralım da, referanslara, onların referanslarına falan derken 50-60 makaleye kolayca çıkılabilir. “Bu işin köküne ineceğim,” diye inat ederseniz makale yığını altında boğulma tehlikesi bile var.
Valla ben o baştaki birkaç makale ile başlıyorum. Kabaca da olsa kronolojik bir sıra takip ediyorum ama çok da zorlamıyorum. Referanslar arasında dolandıkça, olayın belli başlı makaleler etrafında döndüğü anlaşılıyor. Zaten herhangi bir alanda temel sayılacak çalışma taş çatlasın 5-10 tanedir. İş onları bulmakta. Onların kronolojik sırası literatür özetimin iskeletini oluşturuyor.
Pek çok durumda kilit önemdeki işler fazla atıf almış oluyorlar. Bu atıf sayılarına günümüzde bakmak çok kolay. Google Scholar, Web of Science ya da Scopus gibi servislerden yararlanılabilir. Ancak gözü kapatıp, sadece atıf sayısı ile ilerlemek de doğru değil. Atıf enflasyonu diye bir şey var. Aklınızda olsun.
Doktoraya yeni başlayanlarda daha sık gördüğüm için yine onlardan örnek vereyim. Makaleleri topladıktan sonra masanın başına geçiyorlar ve hepsini satır satır okumaya çalışıyorlar. Altlarını çiziyorlar, notlar alıyorlar, boyuyorlar, yazıyorlar, siliyorlar. Anlamadıkları yerlerde günlerce takılıyorlar. Sonra moralleri bozuluyor.
Yapmayın öyle. Yani, en azından hemen yapmayın. Temel çalışmalar, diğerlerine göre daha ayrıntılı okunabilir belki. Tamam. Ancak bazı şeylerin sindirilmesi için de zamana ihtiyaç var. Hele konuyu yeni öğreniyorsanız, bir-iki kısmı anlamamaktan daha doğal ne olabilir? Hem sorun illa sizin bilgisizliğiniz diye bir şey de yok. Belki makale kötü yazılmıştır. Her parlak araştırmacı iyi yazamıyor maalesef. Kaldı ki pek çok çalışmada yazarlar bazı kısımları kasıtlı olarak muğlak bırakıyorlar. Özellikle ilerde çalışmayı planladıkları yerleri. Köfteler.
Toparlamak tamam. Okumak tamam. Ya yazmak?
Literatür özetinin en büyük sıkıntısı, hızla tekdüze hale gelmesi. Alt alta çalışmaları dizince sıkıcı oluyor haliyle. Yukarıda söylediğim gibi ben kilit makaleleri nirengi noktaları görüp, onların çevresini diğer işlerle dolduruyorum. Bir makaleyi özete ekleyeceksem aklımda birkaç soru dönüyor. Makalede hangi sorulara cevap aranmış? Varsayımlar neler? Kimlerin işlerinden esinlenmişler ya da hangi çalışmaların üzerine koymuşlar? Eksik kalan yanları neler? Ve hepsinden önemlisi: Bizim işle nasıl bir ilgisi var? Farklarımız ve benzer yanlarımız neler?
Daha makalelere bakma aşamasında, bu soruların cevaplarını bir kenara not ediyorum. Sonradan literatür özetini tamamlarken bu notlar çok işime yarıyor. Literatür özeti de zaten zaman içinde gelişiyor. Tüm sürecin kendi kendini düzelten bir yanı var. Şunu demek istiyorum: Makale okudukça sizin daha önce okuduklarınızla ilgili diğer insanların yorumlarını da görüyorsunuz. Malum, o makalelerde de literatür özetleri var. Böylece herhangi bir makale hakkında yaptığınız yorumların doğruluğunu test etmiş oluyorsunuz.
Hangi makalelerin kullanılacağı ayrı bir soru tabii. Açıkçası özete girecek makalelere en baştan karar vermek oldukça zor. Okudukça ve diğer insanların yazdıklarına baktıkça merkezdeki işler kendiliğinden ortaya çıkıyorlar. Ayrık işlerse kendilerine yer bulamıyorlar. Hoş bu çözülme olana kadar bir sürü makale özetiniz çöpe gidiyor. Olsun. Açık bir özet için bence bunu göze almalı.
Gelelim başlıktaki nefsin terbiyesine. Literatür özetinin insanı ezen bir yanı var. “İnsanlar her şeyi yapmışlar zaten,” hissinden bahsediyorum. Ben artık kulak asmıyorum o hisse. Herhangi bir çalışmada bir soru cevaplandığında en azından iki soru daha ortaya çıkıyor. Ucundan tutacak bir şey bulurum elbet diyorum. Kendini kandırma belki. Ama bende işe yarıyor.
Kaynak: https://bolbilim.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder