Ronald Coase ve İktisatta Dışsallık Sorunu



Ronald Coase ve İktisatta Dışsallık Sorunu
2 Eylül 2013’de iktisatta önemli bir isim, Ronald Coase, 103 yaşında yaşama veda etti. Coase, kendi deyimiyle, “kazara iktisatçı” idi. İktisatla uğraşması biraz rastlantılar sonucu olmuştu. Yaşamının büyük bir kısmını Chigago Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi olarak geçirmişti. İktisat dünyasında iki makalesiyle önemli bir yer edindi. Hatta bunlardan dışsallıklar üzerinde olanı, Keynes’in ünlü kitabından sonra iktisatta en çok tartışılan, en etki yapan çalışma olarak bile nitelendiriliyor. Coase, 1991 yılında İsveç Merkez Bankasının Alfred Nobel anısına verdiği iktisat bilimleri ödülünü kazandı. Ödül komitesinin gerekçesi “işlem maliyetleri ile mülkiyet haklarının kurumsal yapı için önemlerini bulması ve açıklığa kavuşturması” idi. Coase, 29 Aralık 1910’da Willesden-Londra’da doğdu. Londra İktisat okulunda ticaret dalında öğrenim gördü. Özel ilgi alanı olarak da “sanayi hukuku” ile uğraştı. 

1931-2 akademik yılını aldığı bir bursla ABD’de geçirdi. Bu süre içinde esas yaptığı çeşitli fabrika ve iş yerlerini ziyaret edip bilgi toplamaktı. İlgilendiği konu ise işlem maliyetleri (transaction costs) idi. Bu çalışmalarının sonuçlarını, biraz gecikmeyle, 1937 yılında yayınladı, [Coase (1937)]. Coase bu makalesinde şirketlerin varlık nedenini sorguluyordu. Temel sorusu şuydu: Neden üreticiler, üretimi
sadece başkalarıyla yaptıkları bağıtlar (sözleşmeler) ile gerçekleştirmiyorlar da, şirket biçiminde bir örgütlenmeye yöneliyorlardı? Bu iki yaklaşım arasındaki fark, ilkinin piyasa koşullarında, ikincisinin ise yönetim kuralları içinde yapılmasıydı. Eğer piyasa etkin ise, bağıtlar yoluyla üretimi gerçekleştirmenin maliyetinin daha düşük olması gerekirdi. Oysa, üreticiler şirket biçiminde bir yapı kurmayı tercih ediyorlardı. Coase bunun yanıtını piyasada işlem yapmanın maliyetlerine bağlıyordu.

Ona göre arama, haber (information) toplama ve bunu bilgiye (knowledge) dönüştürme, pazarlık vs. gibi konulardaki maliyetler, üreticileri, ihtiyaçları olan faaliyetleri içselleştirmelerine (yani şirket biçiminde örgütlenmeye) yönlendiriyordu. Coase, bu saptamayı yaptıktan sonra üretimi içselleştirme sürecinin de sınırsız olmadığını da belirtiyordu. Şirketin üretim sürecini içselleştirmesinin de maliyeti var. İçselleştirme ilerledikçe de yönetim sorunları ve hatalar artıyor. Dolayısıyla bir noktadan sonra içselleştirmenin getirisi düşüyor. Sonuç olarak şirket, ters yöndeki bu iki etkiyi hesaba katarak,
kendisi için en uygun ölçeği belirliyor. 

Coase’ın bu yaklaşımı şirket yapılanmalarında görülen değişiklikleri açıklamada da önem taşımaktadır. Örneğin, ABD’de şirketler XX. yüzyılın ilk yarısında dikey bütünleşme, üretim sürecini oluşturan aşamaları kendi bünyeleri içine alma, yoluna gitmişlerdir. Ancak son çeyrek yüzyılda, bu tamamen ters dönmüş, yerini başkasına yaptırmaya (outsourcing) bırakmıştır.

Dışsallık yaratan bir malın söz konusu olduğu bir ekonomi düşünelim. Eğer bu ekonomide işlem maliyetleri ihmal edilebilir derecede düşükse (sıfırsa) ve gelir etkisi yoksa, mülkiyet hakları kesin olarak belirlendiği takdirde, taraflar arasındaki pazarlık yoluyla P-etkin bir çözüme ulaşılır. Bu sonuç mülkiyet haklarının nasıl dağıldığından bağımsızdır. Ronald Coase

Yapılan çalışmalar, her iki sonucun da işlem maliyetleriyle yakından ilişkili olduğunu gösteriyor.
1951 yılında ABD’ye göç edinceye kadar kamu kesiminde çalışan ve çeşitli Britanya üniversitelerinde öğretim üyeliği yapan Coase, daha sonra sırasıyla Buffalo, Virginia ve 1964’den sonra da Chigago üniversitelerinde çalıştı. Coase’in iktisatta büyük yankı yapan ikinci çalışması ise 1961’de yayımlandı, [Coase (1961)]. Bu makalesinde toplumsal maliyet sorununu ele alıyordu. 

Coase, dışsallık sorununun, Pigou’nun tersine, devletin işe karışmasına gerek olmaksızın ilgililerin uzlaşmasıyla çözülebileceğini ileri sürüyordu. Makale hemen ilgi topladı. Devletin piyasanın işleyişine karışmasına kesin karşı olanlar (kısaca “piyasa severler”) görüşlerine önemli bir destek buldukları için makaleyi överlerken (örneğin George J. Stigler), bu görüşü paylaşmayanlar (örneğin Paul A. Samuelson) ise yazıya kuşkuyla yaklaştılar.1 

Coase, devletin düzenleme yapmasının arzulanan sonucu vereceğine güvenmiyordu. Ancak, sorunu
öbür uca götürüp, piyasanın her şeyi çözeceğine de inanmıyordu. Nitekim kendi katkısının da, bazı
çevre kirlenmesi sorunları için geçerli olmayacağını açıkça ifade etmişti. İktisat yazınında Coase’in bu katkısı “Coase Teoremi” olarak tanınmaktadır. Ancak Coase ne yazısında matematik kullanmış, ne de bir teorem kanıtladığını iddia etmişti. Hatta çalışmasını, bir iktisat kuramı yapıtı olmaktan çok, uygulama örneklerini incelemeye geçmeden önce yapılması gerekli bir alıştırma gibi görüyordu. Öte yandan, Coase’in matematikle başı hoş değildi, bu tür çalışma yapanları da “kara tahta iktisatçıları” olarak nitelendirirdi [Coase (1991)]. Coase’in katkısına teorem adını veren George J. Stigler’dir. Onun bu öneriyi yapması da Coase’ın söylediklerinden bir teorem çıkar mı, çıkarsa nasıl ifade edilmesi doğru olur biçiminde ayrı bir tartışma yaratmıştır. Ancak bugün bakıldığında “Coase Teoremi” adının tuttuğunu söylemek yanıltıcı olmaz.


İktisatta Dışsallık Sorunu

İktisatta dışsallık, bir kişinin eylemlerinin, bir iktisadi işleme taraf olmayan bir başkasının gönencini,
karşılık alınmadan, etkilemesidir. Burada “karşılık alınmadan” ifadesi etkileyen ya da etkilenenin
karşı tarafa hiçbir ödeme yapmadıkları anlamına gelmektedir. Eğer kişinin eylemi, karşı tarafa zarar
vermişse, buna “olumuz dışsallık”, bir kazanç sağlamışsa “olumlu dışsallık” olarak adlandırılır.

Örnek: 
1) Olumsuz Dışsallık: Sanayiden kaynaklanan kirlenme, sigara içilmesi, gürültü 
2) Olumlu Dışsallık: Salgın hastalıklara karşı aşı yapılması, tarihsel binaların restorasyonu, yeni teknolojilerin araştırılması, bir çiçek bahçesinin yanında arı kovanlarının olması.

Bu örneklerden de görüleceği üzere, dışsallık üretimde (arılar çiçeklerin polenlerini taşır böylece
çiçeklerin gelişmesini sağlar, öte yandan da çiçeklerin özsuyu arıların yaptığı balın kalitesini
yükseltir), ya da tüketimde (sigara içen insan aynı havayı soluyan başkalarını rahatsız eder) ortaya
çıkabilir. Yine bu örneklerden kolayca çıkarılabileceği üzere, dışsallık sıra dışı bir durum değildir.
Tam tersine, toplumsal yaşam varsa, dışsallık kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. İnsanların belli yerlerde
yaşamayı tercih etmelerinin arkasında yatan temel neden, toplu yaşamanın yarattığı olumlu dışsallıkların, olumsuz dışsallıklardan daha fazla olduğunu düşünmeleridir.

Dışsallık bir iktisadi eylemin toplumsal (social) değerlendirmesi ile özel (private) değerlendirmesi
arasında fark olmasına yol açmasıdır. Bir sanayi tesisinin kullandığı sıcak suyu, kenarında kurulu
olduğu göle boşalttığını düşünelim. Gölün öbür kıyısında ise balıkçılıkla geçinen bir köy olsun. Gölün suyunun ısısının değişmesi balıkların yaşam ortamını olumsuz etkilesin. Dolayısıyla balıkçılar
giderek daha çok uğraşarak, daha az balık tutabilsinler. Sanayi tesisi üretim maliyetini belirlerken,
sadece kendi masraflarına bakacak, balıkçıların kayıplarını göz önüne almayacaktır. Oysa bu sanayi
tesisinin üretiminin toplumsal maliyeti, fabrikanın muhasebe kayıtlarında çıkarılan rakama balıkçıların uğradığı zararın eklenmesine eşittir. Sanayi tesisi, bunu hesaba katmadığı için, üretim
miktarını daha düşük maliyete göre belirleyip, üretimini buna göre belirleyecektir. Bunun sonucunda
seçeceği üretim düzeyi, toplumsal maliyeti hesaba kattığı durumdaki düzeyin üstünde olacak ve göle
daha çok sıcak su verilmesine yol açacaktır. Bu da balıkçıların zararını artıracaktır.

Olumlu dışsallıklar için de benzer bir örnek verilebilir. Yaptığı tablolardan elde ettiği gelirle yaşamını sürdüren bir ressamı düşünelim. Bu tabloların fiyatı resim piyasasında belirlenir. Alıcılar, tabloyu beğendikleri için, ileride değeri artabilir diye, ya da duvarlarındaki boşluğu doldurabileceğini düşündüklerinden satın alıyor olabilirler. Bu tabloya verecekleri fiyatı belirleyen onların özel değerlendirmeleridir. Oysa söz konusu tablonun bir müzede sergilenmesi ve benzer yollarla tanıtılması durumunda toplumun sanat anlayışına ve hatta kültürüne olumlu katkı yapması söz konusu olabilir. Bu durumda tablonun toplumsal değeri özel değerinin üzerinde olacaktır. Bunun hesaba katılmaması, sanat değeri yüksek olan tablolar yapılmasının çekiciliğinin düşmesine yol açabilir.

Bu örnekler bizi dışsallıkların varlığının önemli bir sonucuna götürüyor. İktisatçıların kaynak dağıtımında çok önemli bir araç olarak gördüğü rekabetçi piyasa mekanizması, karar alıcıların kendi
durumlarına ilişkin bilgilerden türettikleri özel değerlendirmelere dayanır. Öte yandan rekabetçi piyasa mekanizmanın en önemli özelliği, çalışması için gerekli ortam söz konusu olduğunda, Pareto
etkin (kısaca P-etkin) sonuç vermesidir. P-etkinlik ise bir toplumsal değerlendirme yöntemidir.2 

Ancak, rekabetçi piyasa mekanizmasının bu sonucu sağlayabilmesi için özel ve toplumsal değerlendirmeler arasında fark olmaması gerekir. Oysa dışsallıkların varlığı bunu olanaksız hale getirmektedir. Dolayısıyla dışsallıkların olduğu bir ekonomide (aslında, uygulamada, her ekonomide) rekabetçi piyasa mekanizması P-etkin değildir. Bu durumda, etkin kaynak dağılımını sağlayabilmek için bir başka mekanizma tasarlanması gerekmektedir.

Bu sorunu ilk ele alan Arthur C. Pigou (1877-1959), dışsallıkların olduğu bir ekonomide devletin
kaynak dağılımına karışmasını ve vergi/ sübvansiyon koymak suretiyle, özel ve toplumsal değerlendirmeler arasındaki farkı ortadan kaldırılmasını önermiştir. Pigou’nun önerdiği çözüm tümüyle yeni bir mekanizma geliştirmek olmayıp rekabetçi piyasa mekanizmasında vergi/sübvansiyon eklemek biçiminde bir değişiklik yapmak biçiminde olmuştur. Ancak bu yeni mekanizmanın çalışabilmesi için iktisadi yaşamda devletin aktif bir rol üstlenmesi gerekir. Çünkü bir toplumda, ancak devlet vergi koyabilir ve kamu gelirlerini sübvansiyon biçiminde dağıtabilir. Bu önerinin yaşama geçirilmesindeki önemli sorun dışsal yarar ya da zararın ne olduğunun nasıl tahmin edileceğidir.

Kolaylıkla tahmin edilebileceği üzere, piyasa severler Pigou’nun bu önerisine sıcak bakmamaktadırlar. Buna rağmen pek çok piyasa ekonomisinde, kökeni Pigou’ya dayanan uygulamalar yapılmaktadır. Örneğin bugün çevre kirliliği bağlamında gündeme gelen ve uygulanan karbon salınımının vergilendirilmesi Pigou’gil yaklaşımın bir sonucudur.

Coase Teoremi

Coase, dışsallık sorununa çok farklı bir açıdan yaklaşmıştı. Ancak, ekonomiye ilişkin yaptığı varsayım Pigou’dan farklı değildi. O da rekabetçi piyasa mekanizmasının işlemesi için gerekli koşulların sağlandığını varsaymaktaydı. Ele alınan sorun bağlamında, bunlardan altı çizilmesi gerek
işlem maliyetlerinin ihmal edilebilir düzeyde (sıfıra yakın) olmasıydı. Coase’ın üzerinde durduğu ikinci temel varsayım ise mülkiyet haklarının kesin bir biçimde belirlenmiş olmasıydı. Coase, bu koşullar sağlandığında taraflar arasında yapılacak pazarlık yoluyla bir uzlaşmaya varılacağını ve bu sonucun P-etkin olacağını ileri sürüyordu. Coase’ın bu sonucu “Coase Teoremi” adı altında, farklı yazarlarca farklı biçimlerde ifade edilmiştir.  Üstelik, Butler ve Garnett (2003)’de tartışıldığı üzere, pek çok ders kitabında yer alan açıklamalar Coase’ın söylediklerini doğru da yansıtmamaktadır.

Bu yazıda yer alan tanım ise, konuya, Coase’ın pek hoşlanmadığı, matematiksel yöntemleri kullanarak yaklaşan Hurwicz’in (1995) başlattığı tartışmadan alınmıştır. Hurwicz’in, söz konusu teoremin hangi koşullarda geçerli olacağını ortaya koymaya yönelik çalışması, [Hurwicz (1995)], Coase’ın sonucunun elde edilebilmesi için bir ek varsayıma daha gerek olduğunu gösterdi. Bu varsayım da “gelir etkisi olmaması” idi.3 Bunun anlamı dışsallığa yol açan mala olan isteminin gelirden bağımsız olması; yani gelirdeki bir değişmenin bu mala olan istemi değiştirmemesidir. Bu varsayım da dikkate alındığında Coase Teoremi, aşağıdaki biçimde ifade edilebilir:

“Dışsallık yaratan bir malın söz konusu olduğu bir ekonomi düşünelim. Eğer bu ekonomide işlem maliyetleri ihmal edilebilir derecede düşükse (sıfırsa) ve gelir etkisi yoksa, mülkiyet hakları kesin olarak belirlendiği takdirde, taraflar arasındaki pazarlık yoluyla P-etkin bir çözüme ulaşılır. Bu sonuç mülkiyet haklarının nasıl dağıldığından bağımsızdır.”

Hurwicz (1995), Chipman (1998) ile Chipman ve Tian (2012)’da tartışılan “gelir etkisi olmaması” varsayımı, ancak bireylerin belli tür fayda fonksiyonu veren belli tür tercihlere sahip olmaları gerektiğini göstermektedir. Dolayısıyla Coase teoreminin, ilk bakışta verdiği çok geniş bir uygulama alanı olduğu izlenimi doğrulanmamaktadır. Coase teoreminin en şaşırtıcı yönü ise, mülkiyet dağılımından etkilenmediğine ilişkin son cümledir.Bu güçlü sonuç, “Tarafsızlık Teoremi” (Neutrality Theorem) olarak da adlandırılmaktadır. Bunun ne anlama geldiğini yukarıdaki göl kıyısındaki sanayi tesisi ve balıkçılar örneğinde ele alalım.

1) Mülkiyet düzenlemesinin sanayi tesisine göle sıcak suyu boşaltma hakkını verdiğini düşünelim.
Bu durumda, balıkçılar sanayi tesisine boşalttığı sıcak su miktarını azaltması karşılığında uğrayacağı
kaybı karşılayacak biçimde bir anlaşma önerebilirler.

2)Mülkiyet düzenlemesinin balıkçılara göl üzerinde tasarruf yetkisi verdiğini düşünelim. Bu durumda ise, sanayi tesisi balıkçılara göle sıcak su vermesi nedeniyle uğrayacakları kaybı giderecek bir ödeme yapmayı önerebilir. 

Görüldüğü gibi, mülkiyet haklarının dağılımındaki farklılaşma pazarlık yoluyla bir çözüme varılmasını engellememekte, sadece kimin hangi yükümlülüğü üstleneceğini değiştirmektedir.

Coase Teoremi’ni Yorumlarken Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Konular4

İlk konu, Coase’ın kendi görüşleri ile onun görüşünü ifade edenlerinkinin ayırt edilmesi gereğidir.
Ronald Coase dışsallık sorununu ele aldığı makalesinin, [Coase (1960)], ilk birkaç sayfasının ötesinde okunmadığından şikâyetçi olmuştu. Belki de bu nedenle, bu çalışmaya gönderme yapan kaynakların bazılarında Coase’ın görüşü doğru aktarılmamıştır.

Bu açıdan dikkati çeken ilk sorun, Coase’ın “serbest” piyasanın dışsallık sorununu çözebileceğini
gösterdiği sonucunun çıkarılmakta olmasıdır. Bu Coase’ın çözüm sürecinde devlete yer olmamasının
yanlış yorumlanmasıdır. Coase’ın kurduğu çerçevede çözüm, iki taraf arasındaki bir oynanan oyunun denge noktasıdır. Taraflar bu çözüme ulaşabilmek için müzakere etmektedirler. Çözüm de bu oyunun denge noktasıdır. Bu çerçeve içinde devlete rol düşmediği doğrudur. Ancak, Coase’in modelinde piyasa mekanizması da hiçbir rol oynamamaktadır.

Hele Coase’in sadece iki oyuncu (taraf) olduğunu varsaydığı göz önüne alınırsa, bu çözümün çok sayıda oyuncu olmasını gerektiren rekabetçi piyasa ile ilişkisinin kurulamayacağı açıktır. İkinci olarak Coase’in önerdiği müzakere sürecinin etkin sonuç verebilmesi için her iki oyuncunun da her şeyden haberi olması (complete information) gerekir. Bunun anlamı her oyuncunun müzakereye
konu olan büyüklüğü ve her aşamada kendisinin ve karşı tarafın elde ettiği sonucu bildiği gibi karşı tarafın da “onun haberdar olduğundan” haberdar olması gerekmektedir, [Hahnel ve Sheeran
(2009, s. 223)].5 Bu koşul sağlanmadığında, yani eksik haber (incomplete information) altında
müzakere yapıldığında, sürecin Pareto etkin bir sonuca varacağı söylenemez.

Üçüncü konu ise Coase’in iki oyunculu bir müzakere süreci varsaymış olması ile ilgilidir. Yukarıda
verilen örnekte, suyu kirleten bir sanayi tesisi olmasına karşılık bundan etkilenen çok sayıda balıkçı vardı. Bu Coase’ın modeline tam uymuyor. Başka bir değişle yukarıdaki örneği Coase’ın çerçevesine sokabilmek için balıkçıların sanki bir kişiymiş gibi bir araya gelebildiklerini, son derece güçlü bir koalisyon kurabildiklerini varsaymak gerekiyor. Oysa, uygulamada farklı tercihleri, gereksinimleri
olan kişilerin bu kadar güçlü ve dayanıklı bir koalisyonu kolayca kurabilmeleri pek olası değildir. En azından, böyle bir koalisyonun kurulması, bir gayret ister. Başka bir değişle bu işlemin ciddi bir maliyeti vardır. Bu da, Coase’ın işlem maliyetlerinin sıfır (ya da ihmal edilebilir) olması varsayımı ile çelişir. 

Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, müzakere yapmanın amatörce yürütülebilecek bir süreç olmamasıdır. Müzakerecilerin, konuyu, müzakere tekniklerini ve yasal düzenlemeleri bilmeleri gerekir. Bu nedenle müzakerelerin yürütülebilmesi için genelde hukukçulardan yardım alınmasının gerekli olmasıdır. Bu maliyetli bir işlemdir. 

Mali bakımdan güçlü tek oyuncu bu sorunu görece rahat çözebilirken, yukarıdaki balıkçılar örneğinde olduğu üzere, düşük gelirli çok sayıda oyuncunun bu konuda anlaşmaya varmaları ve bunun maliyetini  karşılamaları zor, hatta olanaksız, olabilir. Bu durumda da karşı taraf her birisiyle
teke tek müzakere ederek daha avantajlı bir konuma geçebilir.

Bitirirken

Coase’ın birbirlerini etkileyen oyuncuların müzakere ederek bir çözüme varmasını, mülkiyet haklarının açık bir biçimde tanımlanmasının önemini iktisadın gündemine getirerek bu alanda büyük
katkılar yaptığına kuşku yoktur. Coase teoremi de iktisatçılar arasında olağan üstü ilgi doğurmuş,
yoğun tartışmalara yol açmıştır. Ancak bu tartışmaları en heyecanlı kısmının Coase’ın söylemek
istediği ile pek ilgisi yoktu. Coase iktisadi yaşamda işlem maliyetlerinin önemine dikkat çekerken, “piyasa severler” bu noktayı görmezlikten geliyorlardı.

Onlar Coase’ın “işlem maliyetleri ihmal edilebilecek kadar azsa” varsayımını, “öyledir” biçiminde yorumlayıp devletin bu konuda işe karışmasına karşı çıktılar. Çevre kirlenmesi, insan eylemlerinden doğan iklim değişikliği gibi konular bugünlerde dışsallık sorunu olarak hepimizin gündeminde ön sıralarda yer alıyor. Bu sorunun nasıl çözülebileceği konusunda da görüş birliğine ulaşılmış değil. 

İktisat politikasında çizgi değişimleri hala devam ediyor. Örneğin, Avustralya’da seçimleri kazanan liberal-ulusalcı koalisyonun lideri Tony Abott’un, daha başbakanlık koltuğuna oturmadan, 7 Eylül 2013’de, verdiği ilk mesajlardan birisi “karbon vergisini kaldıracağı” oldu. Böylelikle muhafazâkar iktidar, dışsallık sorununa Pigou’gil vergi/sübvansiyon yaklaşımıyla çözüm bulmaya karşı olduğunu açıklamış oldu. Muhafazakârların elinde artık sadece “Coase Teoremi” kaldı. Acaba bu teoremi anlayarak mı kullanacak, yoksa “piyasa severlerin” çoğu kez başvurduğu gibi, “işlem maliyetleri önemsiz” diyerek etkin olmayan çözümler peşinde mi koşacak? Büyük bir olasılıkla ikincisi. Ama bir sorun daha var. Coase teoremine sığınmak, devleti işin içinden çıkarmak için yeterli olacak mı? Galiba bu sorunun yanıtı da hayır. Holt (2011), Coase teoreminin ideal koşullarında bile devletin hakemliğine (arbitration) başvurmanın her iki tarafın çıkarına olacağına dikkati çekiyor. Anlaşılan iktisatçılar Coase’ı daha uzun süre tartışacak ve saygıyla anacaklar.

SON NOTLAR
1 Coase Teoremi’ne ilişkin yanlış anlamaların değerlendirilmesi için McCloskey (1998)’e bakılabilir.
2 P-etkinlik, yaygın kullanımına rağmen, bir toplumsal durumu değerlendirmede kullanılabilecek
tek ölçüt değildir. Örneğin Pareto ölçütünün duyarsız olduğu iktisadi adaletle ilgili bir ölçüt de bu
amaçla kullanılabilir. Öte yandan Pareto ölçütüne dayanarak toplumsal durumları sıralamak (ordering) olanaklı değildir. Bu ölçüt, P-etkin durumları “karşılaştırılamaz” olarak kabul etmektedir.
3 Aslında Hurwicz (1995)’de verilen koşul daha kısıtlayıcı idi. Ancak Chipman ve Tian (2012)’da bu
koşulun yukarıda verilen biçimde değiştirilmesi gerektiği gösterildi.
4 Bu bölümde büyük ölçüde Hahnel ve Sheeran (2009)’dan yararlandım.
5 Daha genel bir ifadeyle eğer, oyuncuların kimler olduğu, bunların amaç fonksiyonları, eğer oyun
stokastik ise altta yatan olasılık dağılımları, bütün oyuncular tarafından biliniyorsa, bu bir tam haberli
oyundur, Başar (2010, s. 4)

Kaynaklar
  1. Başar, T. (2010): Lecture Notes on Non-Cooperative Game Theory, July 26, University of Illinois at Urbana Champaign.
  2. Butler, M.R. ve R.F. Garnett (2003): “Teaching the Coase Theorem: Are we getting it right”, Atlantic
  3. Economic Journal, 31(2), s. 133-146.
  4. Chipman, J.S. (1998): “A close look at the CoaseTheorem”, J.M. Buchanan ve B. Monissen, B.
  5. [Der.]: The Economists’ Vision-Essays in Modern Economic Perspectives, Frankfurt am Main:
  6. Campus Verlag, içinde s. 131–162.
  7. Chipman, J.S. ve G. Tian (2012): “Detrimental externalities, pollution rights, and the ‘Coase
  8. theorem’”, Economic Theory, 49(2) s. 309-27.
  9. Coase, R. H. (1937): “The nature of the firm”, Economica (NS), 4(16), s. 386–405.
  10. Coase, R. H. (1960): “The problem of social cost”, Journal of Law and Economics s. 1-44.
  11. Coase, R. H. (1991): “The institutional structure of production”, Lecture to the Memory of Alfred
  12. Nobel, December 9.
  13. Hahnel, R. Ve K.A. Sheeran (2009): “Misinterpreting the Coase Theorem”, Journal of Economic Issues, 43(1), s. 215-238.
  14. Holt, G. (2011): “Precommitment in a Coase-Theorem bargaining game leads to a mutual preference for hiring the government as an arbitrator: A corollary to Hahnel and Sheeran (2009)”, Journal of Economic Issues, 45(3), s. 733-734.
  15. Hurwicz, L. (1995): “What is Coase Theorem?”, Japan and the World Economy, 7, s. 49-74.
  16. McCloskey (1998): “The So-called Coase Theorem”, Eastern Economic Journal, 24(3), s. 367-371.
Bu yazı İktisat ve Toplum dergisinden alınmıştır. Metnin orijinal haline ulaşım için linke tıklayınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Popüler Yayınlar

Öne Çıkan Yayın

TÜBİTAK 2209-A Üniversite Öğrencileri Araştırma Projeleri Destekleme Programı 2023 yılı 2. dönemi başvuru sonuçları açıklandı!

  TÜBİTAK 2209-A Üniversite Öğrencileri Araştırma Projeleri Destekleme Programı 2023 yılı 2. dönemi  başvuru sonuçları açıklandı . TÜBİTAK...


"Başkalarının yoluna taş koyacağımıza, taş üstüne taş koyalım..."