Yönetim
ve Organizasyonda Metodoloji ve Güncel Kavramlar
Tamer Koçel
(İşletme Bölümü, İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi, İstanbul Kültür Üniversitesi, İstanbul, Türkiye)
(VİDEO: "7. ULUSLARARASI İŞLETME YÖNETİMİ KONGRESİ AÇILIŞ KONUŞMASI")
Yönetim
ve Organizasyonda Metodoloji ve Güncel Kavramlar
Tamer Koçel
(İşletme Bölümü, İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi, İstanbul Kültür Üniversitesi, İstanbul, Türkiye)
İstanbul Üniversitesi İşletme
Fakültesi Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı tarafından düzenlenen bu
Çalıştayda bana Açılış Konuşmasını yapmak fırsatı ve- ren değerli
meslektaşlarıma, başta Prof. Dr. Işıl
Pekdemir olmak üzere bu çalıştayın düzenlenmesinde emeği geçen ve konuşmacı olarak görev alan tüm meslektaşlarıma en samimi
teşekkürlerimi sunar ve Çalıştayın başarılı geçmesini dilerim.
Bir açılış konuşması çerçevesinde,
Çalıştay’ın ana ko- nusunu oluşturan Yönetim ve Organizasyon konusundaki Güncel
Kavramlar ve Metodoloji konusundaki gö-
rüşlerimi aşağıda üç ayrı başlık halinde sizlere sunmak isterim. Bu başlıklar
şöyle olacaktır:
1.
Bir
akademik disiplin olarak İşletme disiplini- nin gelişme yolu ve güncel durumu
2.
Bilimselliğin
temeli olan Metodoloji konusun- daki durum
3.
Güncel
kavramlar ve uygulamalar
1. Bir
Akademik
Disiplin Olarak
İşletme
Disiplininin Gelişme
Yolu ve Güncel Durumu
Ekonomik yaşamın temeli olan üretim ve değişim (tica- ret) faaliyetlerinin gerçekleştiği
kurumlar olarak işlet- me faaliyetlerinin akademik inceleme ve araştırmalara
konu olması ile ilgili gelişmeleri kısaca şöyle özetle- mek mümkündür:
Bilindiği gibi, başlangıçta, ülkemiz- de de olduğu gibi, işletme ve yönetimi
işleri teknik bir uğraşı olarak ele alınmış, bu uğraşının nasıl daha iyi
yapılabileceği ile ilgili
çeşitli kurslar, usta-çırak ilişkisine dayanan programlar düzenlenmiştir. Ancak 1881’de, ABD
de Pennsylvania ‘da Joseph Wharton tarafından ilk “işletme okulu” kurulmuş ve
işletme ve yönetimi ile ilgili işler akademik bir konu olarak
ele alınmaya ve öğ-
retilmeye başlanmıştır. Başlangıçta adı Wharton School of Finance and Economics olan ve
finans ve ekonomi ağırlıklı eğitim veren okul, daha sonra adını Wharton School of Finance and Commerce olarak
değiştirmiş ve finans yanında
ticareti de vurgulayan bir yapıya dönüş- müş ve 1972 de adını Wharton School
olarak değişti- rerek işletme yönetiminin tüm konularını kapsar hale gelmiştir.
Benzer tarzda, 1908 de Harvard
Business School ku- rularak, ülkemizde de önceleri “vak’a metodu” olarak
bilinen, sonraları “örnek olay metodu” olarak da adlandırılan “case method”u
kullanarak, işletme yönetimi konusunda uygulama ağırlıklı eğitime başlamış ve
ha- len devam etmektedir. Bilindiği gibi ülkemizde de bu metodu kullanarak
işletme yönetimi eğitimine 1954 de İstanbul Üniversitesi bünyesinde kurulan
İşletme İktisadı Enstitüsü’nde başlanmıştır.
Daha sonra, ekonomik gelişmelere
paralel olarak, iş- letmecilik ve yöneticilik eğitimine olan talep büyük ölçüde artmış ve üniversiteler
bünyelerinde lisans ve yüksek lisans düzeyinde eğitim veren işletme yönetimi
programlarının sayısı artmıştır. Şimdi, hepimizin bildiği bu hususları tekrarlamamın nedeni
şudur: Bugün itiba- rıyla hemen bütün ülkelerde işletme eğitimini etkileyen ABD deki gelişmelere bakıldığında şu görülmektedir:
Başlangıçta, ticari nitelikteki
bir uğraşının öğretilmesi olarak başlayıp daha sonra üniversiter düzeyde ele
alı- nan ve esas itibarıyla bir mesleğin öğretilmesi, bu mes- lek sahiplerinin
daha başarılı olmaları için eğitilmeleri- ne dönük eğitim programları uygulanıp
eğiticiler buna göre seçilirken, daha sonraları, bir anlamda, özellikle
üniversiter bir ortamda olmanın yarattığı etki ile birlik- te, “bilimsel
olmak”, “doğa bilimleri-natural sciences” gibi görünmek ve bir bilimsel
disiplin olmak arzusu ile birlikte konuları ele alış ve bakış açısı
değişmiştir. Bu yeni bakış açısı, eğitim yanında, doğa bilimlerinin me-
todolojisini kullanarak yeni bilgi yaratmak için araştır- ma ve yayın yapmak
esasına dayanmaktadır. Böylece hem işletme yönetimi programlarının içeriği, hem
de bu programlardaki öğreticilerin nitelik ve
oryantasyonu değişmiştir. Bazı yayınlarda bu değişimi vurgulayacak
şekilde, temel bilimlerden olan Fizik’ten esinlenerek “Fizik kıskançlığı-
physics envy” ve “Humboldtçu öğ- retim üyesi- Humboldtian Faculty” gibi
benzetmelere rastlanmaktadır.
Böylece akademik bir yaklaşımla
ele alınmaya başla- nan işletme yönetimi disiplini mensuplarının bakış açı-
ları, bir anlamda, uygulamadan uzaklaşarak, esas işleri bilimsel yöntemleri
kullanarak araştırmalar yapmak, yayın yapmak, genç akademisyenleri bu yönleri
ile de- ğerlemek şekline dönüşmüştür. Yani, bir
başka deyişle, öncelikler değişerek, uygulamadaki yöneticinin kar- şılaştığı
sorunların çözümü ile uğraşmak ikinci plana düşmüş, akademik, metodolojik ve
kavramsal konular öne geçmiş ve “scientist” görünme ön plana çıkmıştır. Bu
değişim ve yaklaşım, işletme yönetimi disiplininin bilimsel tabanının
gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuş, pek çok yeni kavram ve yöntem
gelişmiştir.
Öte yandan 1980’lerden sonra tüm
dünyada ortaya çı- kan gelişmeler, işletme yönetimi ile ilgili akademik ko- nuları yeniden gündeme getirmiştir. Bu sefer bir yandan
kısaca globalleşme olarak özetleyebileceğimiz
gelişme- ler ile iletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler, bir
yandan yaşanan çeşitli ekonomik krizler ve bir yan- dan da toplumsal yaşamda
işletmelerin artan önemi do-
layısıyla toplum tarafından daha yakından izlenmeleri ve “kontrolü” dikkatleri
işletme yöneticileri ve onları eğiten kurumlar, işletme
okulları ve akademik
program- ları üzerinde toplamıştır.
Bu gelişmelerin akademik
programlar üzerindeki en önemli etkileri pek çok yeni konunun eğitim planına
dahil edilmesi, program mezunlarına verilecek formasyonun yeniden tasarlanması,
ders ve konu işleme yöntemlerinin değişmesi şeklinde olmuştur. Özellikle
uluslararası ilişkiler ve işletmecilik konuları, bilişim teknolojilerinin
kullanıldığı yeni teknikler ve iş yapma usulleri, kültür merkezli konular,
değişim, yenilik ve ekosistem konuları ve yeni organizasyon yapılanmaları gibi
konular hepimizin bildiği ve yaşadığı ilk göze çarpanlardır.
Öte yandan bu gelişmeler, sadece
eğitim planları, araştırma yaklaşımları ve öğretim yöntemleri gibi akademik
konuların niteliğini değiştirmekle kalmamış,
Üniversite kavramını da tartışılır hale getirmiştir. O kadarki bugün artık “Üçüncü Kuşak Üniversite” den
söz edilmektedir. Birinci kuşak üniversite olarak, 1100-1700 arası dönem
“Ortaçağ Üniversitesi; 1700 ortalarından 2000’li yıllara kadar ikinci kuşak
veya “Humboldtçu Üniversite”; 2000’den sonraki gelişmeler de “üçüncü kuşak”
üniversite olarak adlandırılmaktadır. Tabii
bu geçişler arasında oldukça uzun geçiş dönemleri bulunmaktadır. Üçüncü
kuşak üniversitenin ana özelliği, uygulama yani iş hayatı ile yakın bir
işbirliği içinde olması, di- siplinlerarası ortak çalışmaların öne geçmesi,
kaynak yaratma endişelerinin artması dolayısıyla ar-ge faaliyetlerinde
üniversite-iş hayatı-yatırımcılar arasındaki işbirliği networklerinin
(şebekelerin) ağırlık kazanma- sı; geleneksel eğitim ve araştırma faaliyetleri
sonucu ulaşılan bulgu ve bilginini kullanımının da hedefler arasına girmesi,
akademik ve araştırma programlarının iş hayatının sorunları ve inovasyon
çerçevesinde oluş- turulması, iletişim ve bilişim teknolojilerinin yoğun olarak
kullanılması ve eğiticilerin sadece akademik dünyadan değil fakat iş hayatı
mensuplarından da (uygulayıcılardan da) oluşması yönündedir. Bu yeni anla-
yışa göre, araştırma sonucu ortaya çıkan her yeni kavram bir inovasyon aracı
olarak iş hayatına yansımalıdır (commercialization). Her üniversite, bu tür
hizmetleri üretip üretmediği konusunda topluma hesap vermelidir. Ayrıca, bilgi
kaynakları farklılaşmış, üniversiteler tek kaynak olmaktan çıkmış, best-seller
kitaplar, gurular, popüler yayınlar, köşe yazarları, danışmanlık firmaları,
eğitim firmaları, ekonomi basını ve de Google ve diğer araştırma motorları da
işletme yönetimi ile bilgi kay- nakları haline gelmiştir. Bu durum, biraz
mizahi bir üs- lupla, “Humboldtian Faculty” yerini “Google Faculty” ye
bırakmaktadır şeklinde ifade edilmektedir. Hatta, daha ileri gidilerek, işletme
okullarının ve eğiticilerin uygulamadan ve toplumun bekleyişlerinden uzaklaşan
“bilim için bilim” şeklinde özetlenebilecek “bilimci” yaklaşımları nedeniyle,
uygulamadaki yöneticilerin, üniversite dışındaki bilgi kaynaklarına kaydıkları
ifade edilmektedir. Tabii bu arada,
bu çok farklı kaynaklar- dan elde edilebilen, metodolojisi belirsiz veya anlamsız ve çoğu kez sistematik olmayan,
yanıltıcı, yanlış, hatalı olabilen, bilimsel süzgeçlerden geçmemiş bilgilerin
varlığı dolayısıyla ortaya bir başka sorun, “bilgi kirliliği” sorunu, çıkmıştır.
1980’lerden sonra ortaya çıkan
gelişmelerden yönetim disiplinini ilgilendiren bir diğeri, yaşanan ekonomik
krizler ve bunların nedenleri arasında işletme yönetimi programlarının da
gösterilmesidir. Özellikle ABD’de yaşanan ve diğer ülkelere sıçrayan krizlerin
nedenle- rinden birisi olarak, piyasalarda etkileri olan önemli işletmelerin,
hemen hepsi MBA derecesine sahip yöne-
ticilerinin, aldıkları kararların dayandığı felsefe, krizle- rin nedeni olan
kararları alma doğrultusunda eğitilmiş olmaları, dolayısıyla bu eğitimleri
veren işletme okul- larının MBA programlarının yapısı, içeriği ve vurgusu
gösterilmiştir. İşin ilginç yönü, Henry Mintzberg gibi çok tanınmış bazı
yönetim akademisyenlerinin de, bu görüşe katılarak, MBA bazında yürütülen
öğretim prog- ramlarına dönük
eleştirilere katılmış bulunmasıdır.
Bu şekilde ortaya çıkan
eleştirilerin işletme okulları üzerinde önemli etkileri olmuştur. Bazı ABD
İşletme okullarında, okulları yeni koşullara uyumlu hale getirecek
değişimleri yapmak üzere dekanlar değiştirilmiş, ders programlarına, vaktiyle
“soft konular” olarak ba- kılan “ethics”, “liderlik”, sosyal sorumluluk”,
“sosyal girişimcilik” ve “toplum ve kültür” gibi büyük ölçüde “insan “ile
ilgili dersler eklenmiş, pek çok yeni kavram üretilmiş ve araştırma
programlarında bu konuların payı artmaya başlamıştır.
2. Bilimselliğin
Temeli Olan Metodoloji Konusundaki Durum
Bilim (science), en geniş tanımı ile olayları ve gerçeği
anlama, nedenlerini bulma ve olayları tahmin ve kont- rol etmeye ilişkin olarak
sistematik ve objektif bilgi toplama ve üretme faaliyetlerin toplamıdır. Bilim,
bi- limsel uğraşla yapılır. Bilimsel uğraşının
temelinde ise merak, şüphe ve
ihtiyaç vardır. Doğada veya genel olarak yaşamda gerçekleşen olayları anlamak,
bunların varsa kanunlarını bulmak, bunları doğrulamak (veya yanlışlamak)
bilimsel faaliyetin temeli olmuştur. Böy- lece bilim, güvenilir bir bilgiye
ulaşmak amacı ile doğa olaylarının
(sosyal bilimlerde sosyal nitelikteki olay- ların) anlaşılması, sorgulanması ve
araştırılması metodu olarak da tanımlanabilir. Burada önemli olan bu uğraşının
“bilimsel” nitelikte olması, yani sistematik, net tanımlanmış ve ölçülebilir
kavramlara veya soyut kavramlara dayanması, güvenilir ve geçerli bir sistema- tik içinde bilgi-veri toplanması ve bu sürecin başkala- rı
tarafından da tekrarlanabilir olmasıdır. Dolayısıyla bilimsel çalışma bilimsel
metodolojiye (yöntembilim) dayanır. Yöntem ve metodoloji, bilimsel çalışmanın
olmazsa olmazıdır. Eski Mecelle hükmünün ifadesiyle “usul esasa mukaddemdir”. Yani bir konuyu tartışırken kullanılan
bilginin uygun ve güvenilir bir usulle (yön- temle) elde edilmiş olması
gerekir. Bu nedenle usul, esastan önce gelir. Güvenilir olmayan,
geçerli olmayan, başkaları
tarafından da kullanılabilir olmayan bir usulle
(yöntemle) toplanan bilgiye dayanarak tartışma yapıl- maz veya karar verilmez.
Dolayısıyla, bilimsel çalışma bilimsel metodolojiye
(yöntembilim) dayanır. Yapılacak bilimsel
çalışmanın gerekçesinden içeriğine, kavramlarından ölçme yön- temlerine,
toplanan datanın nasıl değerleneceğinden çı- karılan sonuçlara ve yoruma kadar
tamamı, çalışmanın metodolojisini oluşturmaktadır. Yöntem, metodolojinin bir parçasıdır ve daha çok
kavramlarla ilgili ölçme ve veri toplamanın nasıl yapılacağı ve verilerin nasıl
işle- neceği ile ilgilidir.
Bilimsel metodolojinin
unsurlarına gelince, burada
bu açış konuşması çerçevesinde bu unsurları ayrıntılı olarak ele almak
mümkün değildir. Bu nedenle burada herhangi
bir önem sırası
gözetmeden başlıca unsurlarını sayıp, işletme yönetimi araştırmalarında sorun olanlarla
ilgili kısa açıklamalar yapmakla yetineceğiz.
Metodolojinin başlıca unsurlarını
şöyle saymak müm- kündür: gözlem, araştırma konu ve sorunsalı, analiz birimi,
analiz düzeyi, kavramlar (concepts), soyut kavramlar (constructs), tanımlar,
değişken ve parametreler, hipotez, ölçek
ve ölçme birimi,
veri (data) toplama
yön- temi, fiili datanın toplanması, ana kitle, deney, örnek- lem, datanın işlenme yöntemi, datanın analizi
(değerlemesi) , araştırmanın nicel veya nitel özelliği, bulguların belirlenmesi, model,
bulguların yorumu, daha önce yapılan araştırma sonuçları ile karşılaştırma,
yapılan çalışmanın eksik yönleri, bulguların uygulamada nasıl
kullanılabileceği, teori, kanun.
Metodolojinin unsurlarının bu
şekilde ifadesi, esasında “pozitivist” yaklaşımın bir sonucudur. Bilindiği
üzere pozitivizm veya pozitivist yaklaşım, gözlem, hipotez, deney, ölçme,
değerleme ve sonuç çıkarmaya dayanır.
Yani ölçebilme, ölçerek değerleyebilme veya karşılaştı- rabilme, bu süreci
tekrarlayabilme ve bir önce bulunan sonuçları yanlışlayabilme, pozitivizmin
özellikleri ara- sındadır. Bu
yaklaşım doğa bilimlerinin yaklaşımıdır. Bilimsel yaklaşım, bu tür bir
metodolojiyi içerir. Her- hangi bir alanda bilgi üretim faaliyeti bu
metodolojiyi kullandığı ölçüde bilimseldir.
Kanımızca işletme yönetiminde
metodoloji sorunla- rının başında, pozitivist yaklaşımın olmazsa olmaz
özelliklerinden veya gereklerinden bazıları konusunda karşılaşılan güçlükler
gelmektedir. Bu güçlükleri kısaca şöyle ifade edebiliriz: Bir defa işletme yönetimi, için-
de insan olan, dolayısıyla “sosyal” nitelikte bir disiplin olup “sosyal
bilimler” kategorisindedir. Bunun sonucu olarak kullandığımız “kavramlar” veya
“soyut kavram- lar”ın tanımı doğa bilimlerindeki gibi net, boyutları ve ölçü
birimi net değildir. Basit bir örnek verelim: Fizik biliminde “hız” kavramı
tanımı, unsurları, formülü ve ölçü birimi bakımından tüm dünyada aynıdır. Oysa
ör- neğin işletme yönetiminde şöyle bir konuda araştırma yapmak istersek hangi
kavramı nasıl tanımlayıp ölçebiliriz: İşletme organizasyonlarında çalışanların taşıdık- ları unvanları ile
astlarından gördükleri saygı (respect) arasında nasıl bir ilişki vardır? Burada
“unvan” nasıl tanımlanmalı, hangi unvan esas alınmalı, “saygı” kavramı nasıl kavramlaştırılıp tanımlanmalı, nasıl ölçülme- li,
kişiden kişiye, kültürden kültüre, hatta aynı kişinin yaşamının değişik
evrelerinde saygı konusundaki anla- yış ve davranışları nasıl tanımlanıp
ölçülmeli veya or- ganizasyonun kültürü ve içinde bulunduğu durum (aile
işletmesi olma, profesyonelce yönetilme, ileri teknoloji kullanma, zarar
etme, çok başarılı
( karlı) olma vs.) gibi düşünebildiğimiz veya
düşünemediğimiz pek çok faktör kullanacağımız kavramları, soyut kavramları, bunların tanımlanmasını, ölçülebilir
boyutlarını belirlemeyi, fiili ölçmenin nasıl yapılacağı, araştırma datasının nasıl toplanacağı, nasıl yorumlanıp
değerleneceği ve hangi sonuçlara ulaşılacağını etkileyecektir. Bu nedenlerle
araştırmalarımızda kullandığımız kavramların, özel- likle “insan” ile ilgili
araştırmalarımızda kullandığımız kavramların hemen hepsi “kültür bağımlı”dır.
Bir diğer güçlük kullanılan
kavramların büyük bir kısmı, özellikle örgütsel davranış alanında kullanılan
kavramlar “soyut kavram” (construct) niteliğindedir. Bunlar “evren”de somut olarak
görmediğimiz fakat var olduğunu
düşündüğümüz soyut nitelikteki olayları ifade eden, araştırıcıların “inşa
ettikleri”, geliştirdikleri ve somut olarak gösterilemeyecek terimler veya ifade-
lerdir. Örneğin “yetki”,
“güçlendirme”, “motivasyon”, “örgütsel vatandaşlık”, “aidiyet” ve benzeri gibi
kav- ramlar bu gruba girer. Bu kavramların net olarak ta- nımlanması,
ölçülebilir boyutlarının belirlenmesi, fiilen
ölçülmesi, araştırmanın aynı koşullarda tekrarlanması güçlük yaratmaktadır. Bir
kavram somut olarak göste- rilebilecek olay,
varlık ve eşyalardan uzaklaşarak soyut düşünce niteliğine büründükçe,
yani kavramın soyutluk derecesi (level
of abstraction) arttıkça, bu soyut kavram- ların (constructs) yanlış
anlaşılması, farklı kişilere tara- fından farklı algılanması ve titizlikten
uzak gelişigüzel bir şekilde kullanılması olasılığının artacağını söylemek mümkündür.
Bir diğer güçlük olarak “Ölçek Geliştirme” ve “Ölç- me”den söz edebiliriz. Bilimsel
metodolojinin en önemli özelliklerinden birisi, “ölçek geliştirme” (scaling)
ve “ölçme” (measurement) olayıdır. Bilindiği üzere Ölçek (scaling), araştırma
konusu ile ilgili de- ğişkenlerin değerlerinin üzerinde sıralandığı (yer aldığı, üzerine yerleştirildiği) bir doğrultuyu (continuum) ifade eder. Burada önemli olan, ölçeğin
değişkenlerin veri özelliğini yansıtıyor olmasıdır. Çünkü ölçek, bir ölçüm
aracı (mesasuring instrument) ile toplanan veri- lerin hangi yöntemlerle analiz
edilebileceğini de belir- ler. Doğa
bilimlerinde, inceleme konusu olan olayların değişken değerlerini tespite
yarayan “ölçüm araçları”, sosyal bilimlerin ele aldığı olaylar ve bunların
değiş- kenleri ile ilgili
araçlara göre daha gelişmiş durumdadır. Bilimsel araştırmalarda
kullanılan ölçekler ve özellik- lerine girmeden işletme yönetiminde araştırma
meto- dolojisinde karşılaşılan önemli sorunlardan birisinin bu ölçek geliştirme
olduğunu söylemekle yetinelim.
Konusu doğa olayları olan bilimsel
disiplinlerin yanın- da bir diğer bilim grubu “sosyal bilimler” veya “insan
bilimleri” (psikoloji, sosyoloji, antropoloji, siyasal bilimler, ekonomi,
tarih, yönetim, hukuk gibi) adı altında toplanan bilimsel
disiplinlerdir. Bu grup bilimsel çalışmalar “insan” ve “insan toplulukları
ile ilgili olayları anlamak ve açıklamak” amacını gütmektedir. İçinde insan olan olay ve konuların, yukarıda
tarif edildiği gibi bir bilimsel metodoloji ile
incelenip incelenemeyeceği çok tartışılmış ve hala da tartışılmaktadır. Çünkü
doğayı oluşturan ve doğa bilimlerinin alanına giren konular ve olaylar,
sosyal olaylardan farklıdır, sosyal bilimlerin
konusu olan “insan”ın serbest düşünme
ve hareket etme özelliğine sahip olmasıdır. Doğa
bilimlerinde açıkla- nan olaylar ilgili “kanun”ların dışına çıkmadığı halde,
soysal bilimlerdeki “kanun”lar, insan davranışlarından
etkilenmektedir. Bu nedenle sosyal
bilimlerdeki kanunlar, doğa bilimlerindeki kanunların kesinliğine ve
netliğine (precision) ulaşmamıştır. İnsan ve insan
topluluklarında semboller, kurallar, normlar, değer yargıları, kültürel özellikler ve
algılamalar vardır.
3.
Güncel Kavramlar ve Uygulamalar
İşletme Yönetimi ve Organizasyon alanındaki başlıca
güncel kavramları belirtmeden önce, bu kavramların doğuşuna neden olan bazı
temel değişim ve gelişmeler- den söz
etmek gerekir. Konuşmamızın ilk bölümünde sözünü ettiğimiz globalleşme, bilişim
ve iletişim teknolojileri gibi tüm dünyayı ve iş yaşamını etkileyen gelişmeler, işletmelerle ilgili üç
büyük gelişmeyi ortaya çıkarmıştır.
Bunlardan birincisi iş yaşamında rekabetin küresel re-
kabet ölçeğine gelmesi ve her sektörün, her işletmenin küresel rakiplerle
rekabet etmek durumunda kalmış ol- masıdır. Bu globalleşmenin önemli bir sonucu
da, özel- likle gelişmiş ülkelerde
bazı işletmelerin çok büyüme- si, pek çok ülke milli gelirinin toplamından daha
fazla ciro veya kar etmeleri ve rekabet dünyasını
etkiler hale gelmeleridir. Bunun sonucu olarak ülkeler iş dünyasını kontrol etmek
konusunda daha etkin olmaya başladığı gibi, pek çok ürün ve hizmetin üretimi
özelleştirme uy- gulamaları ile özel işletmelere devredilmiştir. Dolayı- sıyla
bir yandan kapitalizm daha yaygın hale gelirken devletin işletmeler üzerindeki
düzenleyici rol ve çalış- maları da artmaktadır. Böylece kapitalist sistem için
il- ginç sayılacak gelişmeler olmaktadır.
İkinci önemli
gelişme işletmelerin varlık
yapıları ve yapı unsurlarının nispi önemi değişmiştir. Klasik ifadesiyle
“sanayi toplumu “ evresinde işletmelerin bilançolarındaki
maddi varlıkların büyüklüğü çok
önemli bir başarı göstergesi iken
“bilgi toplumu” evre- sinde işletmelerin sahip olduğu “entelektüel
sermaye” veya “insan kaynaklarının niteliği” en önemli varlık kaynağı haline gelmiş bulunmaktadır. Özellikle bilişim
teknolojilerini kullanan, inovasyon ve yenilik uygulamalarını
gerçekleştirecek “insan sermayesi” (human capital)ne sahip işletmelerin hem
başarıları hem rekabet güçleri
artmaktadır. Bu değişim işletmelerde insan
unsurunun önemini arttırarak bu alanda pek çok
yeni ve güncel kavramların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bir diğer gelişme toplumların işletme faaliyetlerine ba-
kışının değişmesi ve işletmelerin toplumsal sorunlarla daha fazla
ilgilenmelerini istemeleri yönündeki istek
ve baskılardır. STK’lar bu durumun tipik örnekleridir. Bu
gelişme değişik sosyal sorumluluk kavramlarının doğ- ması yanında işletme
yönetiminin daha şeffaf ve hesap verici olması yönündeki yönetişim kavram ve
uygula- malarını ortaya çıkarmıştır.
Bu ve benzeri diğer gelişmeler sonucu ortaya çıkan
güncel kavramları iki grupta toplamak mümkündür. Bi- rinci grupta işletmelerin yönetim ve organizasyon yapı- larının incelenmesinde değişik
bilim dalları bakış açı- larından geliştirilen yeni kavramlar yer alırken,
ikinci grupta işletmelerin “insan sermayesi”nin daha etkin ve başarılı olmasını
amaçlayan yeni ve güncel kavramlar yer almaktadır.
Bu açılış konuşması çerçevesinde bu güncel kavramların
ayrıntısına girmek olanaksız olduğu için burada bu güncel kavramların sadece
isimlerini belirtmekle yetineceğiz.
İşletmelerin yönetim ve organizasyonları ile ilgili olan
ve değişik bilim dalları bakış açısından geliştirilen ve güncel sayılacak
kavramlar olarak şunlar belirtilebilir:
•
Kaynak bağımlılığı yaklaşımı
•
İşlem Maliyeti yaklaşımı
•
Popülasyon Ekolojisi yaklaşımı
•
Kurumsallaşma yaklaşımı
•
Şebeke organizasyon yapıları
•
Endüstri 4.0 uygulamaları
•
Endüstri 5.0 kavramı
•
Vekalet yaklaşımı
•
Ekosistem yaklaşımı
•
Platform yaklaşım
•
Öğrenen organizasyonlar yaklaşımı
•
Sanal Organizasyonlar
•
Seri uyarlama yaklaşımı
•
Kurumsal yönetim yaklaşımı
İşletmelerin insan kaynakları ağırlıklı olarak gelişen
güncel kavramlar olarak da şunlar belirtilebilir:
•
Örgütsel Adalet
(Organizational Justice)
•
Örgütsel Vatandaşlık (Organizational Citizenship)
•
Örgütsel Yalnızlık (Organizational Loneliness)
•
Örgütsel
Yabancılaşma (Organizational Alienation)
•
Örgütsel Dışlanma
(Organizational Ostracism)
•
Örgütsel Kayıtsızlık
(Organizational Indifference)
•
Örgütsel
Adanmışlık (Organizational Committ- ment/Dedication)
•
Örgütsel
Özdeşleşme (Organizational Identification)
•
Örgütsel
Sadakat / Örgütsel Bağlılık (Organizatio- nal Loyalty
• Örgütsel Tutkunluk (Organizational Work Engage- ment)
•
Örgütsel Sinizm
(Organizational Cynicism)
•
Örgütsel Sessizlik
(Organizational Silence)
•
Örgütsel Fanatiklik (Organizational Fanaticism)
•
Örgütsel Dayanıklılık
(Organizational Resilience)
Bu ikinci gruptaki güncel kavramlar ağırlıklı olarak organizasyonlar içindeki
davranışlarla ilgilidir. Bu dav-
ranışlar bireysel düzeyde, grup düzeyinde veya işletme düzeyinde olabilir.
Bu açılış konuşmasının sonucu olarak şunu vurgulayabiliriz: İşletme yönetimi ve organizasyonu alanında akademik çalışmalar ve araştırmalarla ilgili metodolojik sorunlar ve kavramların kullanılmasında titizlik gereği geçmişe oranla
çok daha fazladır ve gittikçe de artmaktadır. Çünkü iş hayatındaki küresel
değişmeler sonucu ortaya çıkan yeni kavramlar tanımından ölçeği- ne, data
toplama uygulamalarından kültürel özelliklerin
araştırma ortamını etkilemesine kadar, bu konuda
çalı- şan akademisyenler için bir “challenge” olarak ortaya çıkmaktadır.
Çalıştayın başarılı geçmesi dileklerimle saygılar sunar
beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Prof. Dr. Tamer Koçel
Kaynak:
Istanbul University Journal of the
School of Business İstanbul
Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi
Vol/Cilt: 46, Special Issue/Özel Sayı 2017, 3-8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder